“İçimde, taşıyamadığım tanımsız bir yükle sarmaş dolaşken; bu yabancı boşluk da neyin nesi? Bu çok fazla. Hayır. Yaşayabileceğimden çok daha büyük bu. Ayaklarımdaki duman yükle yaşamaya alıştırıldım ben. Hiç olmazsa gözyaşımı taşırım. Hiç tanımadığım hisler dolar, boşalır. Kimselere sormam. Neden ağlatmasın beni? Öyle güzel olur ki, sen de ağlatırdın. Boşluklar hiç öyle mi? Nasıl da genişmiş göğsüm… Ben burada kaybolurum. Yol bilmem ben. Oysa dağlar, tepeler… Sonra kuyular vardı bir de. Rüzgar bile estirirdim hem. Bu kulak çınlaması yeni. Ağlıyor diye uyuyamaz insan. Uyuyakalır belki.. Peki ağlamak için nasıl uyandırılıyorum ben? Bu yeni. Ağlamadan göremiyor gözlerim. Ellerim hiçbir işe yaramaz. Birine çok sıkı sarılırsan, onu öldürür müsün? Bu olur mu gerçekten? Dağlar suyun altında kalır mı? Sonra su buharlaştığında, dağları göremezsin. Nereye gitti ağır yüklerim? Kamburum ben. Hafifliğe katlanamam. Bacaklarımdan akıp, parmak uçlarıma doluyor boşluk. Kendim bir ağrı oldum kendime. Hiç bu kadar terlemezdim. Yük. Yeni. Hazır değil o koşmaya. Ayakları yok henüz. Beni tutup, fırlatan. Atan. Savuran. Nerede yüklerim? Uçmayı böyle öğrendim. Şimdi gözlerime kaldı bütün iş. Hem kim dedi kalbimizle severiz diye? Benim hep gözlerim ağrır. Kalp ateşten yapılmış, alev alev o şey sadece yanabilir. Kulaklarım var iyi ki. Benim sadece izleyebildiğim değirmen döner. Kulaklarım su taşır, rüzgar taşır. Sebep bulmam gerekmez. Gözyaşımdaki tuz yüzümü eskitse de, bu bir tek beni ilgilendirir. Neden bir çocuk yapayalnız olmak ister? Çocukken kurar krallığını. Kimseler giremez. Şimdi büyüyor diye değişmez kural. Ölmez kral. Yanlış masala gelmiş olmalıyım. Şatom nerede? Ve ormanlarım… Okyanusum bile vardı. Korktuğum bütün hayvanlar, güzel kokulu ve zehirli otlar, henüz oluşturamadığım gökkuşağım, her saniyede bambaşka sesler, toprağımın altı ve saçlarım… Nerede yüklerim? Bir keresinde uzaya gitmeyi istemiştim. Boşlukları sevdiğim için değildi. Gezegenimi ver Tanrı’m. Hiç tahmin etmezdim. Bir adam var, çok sevdim. Oluşturmak istediğim en ağır yüküm… Daha tanımadan haddinden fazla sevdiğim, aşık olduğum adama nasıl da benziyor! Bazen ortaya çıktığında görürüm. En güzel yüküm… Ama bazen, hayalimde giydirdiğim insanlar çırılçıplak kalıyor önümde. Hep hayal… Bir tek sen misin sanıyordun çift kişilikli? Sana mı özel yani kendi kendine konuşmak, sonra çıkıp dışarılarda gülmek?! Nasıl olur bilinmez, ama olur. Meğer ne kadar büyükmüş sevginin kanatları! Kabarık tüyleriyle… İçine dönüp baktığında sonra, böyle küçük mü her sevgi? Yetinemezsin. Biri kırmızı renk, biri simsiyah. Yeşil birisi de. Hem mavi ve beyaz da… Nasıl da rengarenk oluşuna şaşırırsın. Her renk mi çok güzel ki? Yine bak nasıl büyük sevgin! Yüklerimi verin. En ağır olanını. Kabus görmeye razı, uykumu istiyorum. Simsiyah bir gözü kendime yer edindim. Daha ne istemeliyim? Haberi yok kimsenin. Nereye baktığından bana ne? Ben içerideyim. Gölge gibi ama en berrak, net, gerçek, o adam için. Sen bir tanesin. Seni çeşit çeşit yapan benim. Bırak yırtılsın artık. Hiçbir şeyle ilgisi yok. Senden ne isteyebilirim? Kendi kendini tüketmek isteyen biriyim. Varlığımızla gurur duymamıza nasıl anlam vereyim? Her birimiz eriyip, bir araya toplandığımızda bulurum seni. Büründüğün o ruh akarken mutlaka duyarım. O güne dek deliliğimi taşımalıyım. Geri verin!”