“Düş ve melodi en güzel düet,
Suretin silindi kaldı silüet.
Uykum Yok yatağım soğuk Küvet…”
-Sagopa Kajmer feat Kolera /Soğuk Küvet-
2 Eylül, herhangin bir sene, herhangi bir şehir… Mustafa kaldığı yerden devam etti:
-Bakın onu bunu anlamam, ben bu işe yeni başladım, biraz para kazanmaya da başladık, senin arkadaşın bugün burada böyle kendini kaybeder, yarın başka yerde aynısını yapar, sonra hem kendini hem de benim başımı yakar. Şunu unutmayın, ne kadar içerseniz için sadece başınız döner, giden geri dönmez…
Mustafa abi bana ve Ahmet’e uyarısını yapmıştı. Sonra üzerinde giydiği siyah montun içine soktu elini. İç cebinden siyah bir poşet çıkardı. Poşeti açtığında içeriye ağır, böyle kesilmiş çimen kokusuna benzeyen bir koku yayıldı. Poşetin içinden bir kaç parça o içtiğimiz şeyden alıp masanın üzerine bıraktı. Ahmet dikkatli ve heyecanlı şekilde Mustafa abiyi izliyordu. Bu esnada Bülent ayılmaya başlamıştı yavaş yavaş. Mustafa’yı görünce gözlerini fal taşı gibi açtı ve yüzünde bir tebessüm belirdi. Odada derin bir sessizlik vardı, ses yapan tek şey, Mustafa abinin elleriyle ayırmaya çalıştığı o yeşilimsi şeyin hışırtılarıydı. Birden Mustafa abi durdu, Bülent’e döndü hafiften kızgın bir ses tonuyla konuşmaya başladı :
-Bülooo!!
-Buyur abi…
-Bülo ortalık çok sessiz, sanki ölü evi gibi. Gerçi hepimiz yaşayan ölüleriz şu anda. Hadi biraz canlandır bizi Büloo! Aç bir müzik, şöyle triplere (dalgaya) soksun bizi…
-Tamamdır abim benim emret.
-Rica ederim abim, ben sadece rica ederim.
Bülent ayağa kalktı, uzandığı kanepenin yanındaki sehpanın üzerinde bulunan bir kaç cd’den birini aldı. Yine sehpanın üzerinde bulunan kolonya şişesinden cd’nin üzerine iki damla damlattı ve sildi. Sonra hemen benim yanımda bulunan televizyona bağlı olan vcd’yi açtı ve cd’yi taktı. Bu esnada Mustafa abi sigara sarıyordu, bir yandan da onu izliyordum, Mustafa sigarayı sardı, böyle kocamandı. Bülent vcd’nin kumandasını eline aldı, o anda Mustafa abi Bülent’e seslendi:
-Büloo duuuurrr…
-Noldu abi?
-Bekle yavruyu ateşleyelim önce, sonra müzik alsın götürsün bizi.
-Tamam abi…
Bülent elinde kumanda tekrar yerine oturdu. Ahmet ve ben göz göze geldik, ama Ahmet’in yüz ifadesi resmen yemek bekleyen köpeklere benziyordu. Bu arada ben Mustafa abiye sordum:
-Abi bunu nasıl böyle sarıyorsun, maşallah eşşek kadar.
-Hacı, bunu herkes yapamaz, yılların tecrübesi. Buna “tulip (lale)” derler. İçeni lale yapar, hahaha!!!
-Peki abi sen kaç yıldır içiyorsun?
-16 yaşından beri, şu anda 32 yaşındayım. Sen hesap et.
-Ohaaa!!! E ama bu bok adamı öldürür diyorlar?
-Bilmiyorum o kadarını, hala ayaktayım. Ama sana bir şey söyleyeyim, hayattan anladığım bir şey.
-Nedir abi?
-Seni öldürmeyen şey seni güçlendirmez, sadece süründürür.
-Anladım abi.
-Bok anladın hacı, bok anladın. Ama ileride anlayacaksın. (gerçekten de öyle oldu.)
O esnada biz konuşurken Ahmet araya girdi, çakmağı çaktı ve Mustafa abiye uzattı. Ardına da ekledi:
-Ağanın sigarasını yakmak sevaptır, ki bize de düşsün değil mi?
Mustafa abi sigarayı yaktı, ama gözleri Ahmet’in üzerindeydi. Derin bir nefes çekti, hatta ağzından çıkan dumanın bir kısmını hafifçe burnundan da çekti. Tam o Amerikan kliplerinde siyahi rapçilerin yaptığı gibi. Dışarı üflerken de yüzüme üfledi, bildiğin yanık ot kokusu, gözlerim yaşardı ve öksürdüm hafiften. Ahmet ve Bülent pür dikkat Mustafa abinin elindeki yanan sigaraya bakıyordular, Mustafa abi bana uzattı sigarayı. Önce “yok istemem” dedim ama eliyle konuşmadan ısrar etti, diğerleri de “hadi hadi” deyince dayanamadım aldım. Küçük bir nefes çektim önce, boğazım yandı yine, öksürdüm. Ahmet’e uzatacaktım ki, zaten Ahmet de almak için sabırsızca bekliyordu i, Mustafa abi araya girdi :
-Hacııı, abim adam gibi çek şunu!!! Bunu içmeyi öğren artık, içki içeceğine bunu iç, daha faydalı. Her gün içki içiyorsun, daha yaşın kaç, bu gidişle sen en genç yaşta sirozdan ölen insan olacaksın.
-Abi ne bileyim işte, bana garip geldi bu…
-İç abim iç, bok iç o zaman!!!
Mustafa abiye baktığımda, gözlerinin kısılmış ve kıpkırmızı olduğunu gördüm. Yüzünde anlamsız bir ifade vardı. Boş bakar derler ya öyle işte. Ben tekrardan elimdeki sigaraya asıldım, ama cidden çektim bu sefer. Herkes bana “çek çek çek” diyordu arkadan. Çektim ve içimde tuttum dumanı tutabildiğim kadar. Dumanı dışarı verirken yine öksürdüm ama vı sefer daha acısız, ben dumanı dışarı üflerken beynime doğru karıncalanma gibi bir şeylerin yürüdüğünü, başımdaki damarlarımın açıldığını hissettim. Yavaş yavaş yüzüm uyuşmaya başladı, ve yine her şey yavaş çekime girdi. Ahmet elimden aldı sigarayı o esnada, konuşamıyordum. Ahmet de çekti iki nefes, sonra Bülent’e uzattı ama ne uzatma… Resmen bir saatte uzattı gibi geldi bana, halbuki saniyeler geçmişti. Bülent sigarayı aldı ve tam o da çekecekken Mustafa abi araya girdi, sesinden sanki sarhoşluk akıyordu:
-Büloo, mü… Müzikk… Müzik aççç!!!
Bülent hiçbir şey demeden kumandayı aldı eline ve vcd’deki müzik çalmaya başladı. “Sagopa Kajmer – Soğuk Küvet”…
Müzik başladığında, Bülent elindeki sigarayı çekerken bir yandan da garip ritmik hareketlerle kıpırdanmaya başladı. Mustafa abiye bakıyordum, o da gözlerini kapamıştı, heykel gibi duruyordu. Ahmet’e döndüm, o zaten çoktan yayılmıştı kanepeye. Bense anlamsız şekilde, yüzüm uyuşmuş, gözlerim kapanmıyor ama ağırlaşmış, müziğin sözlerine ve sesine kaptırmıştım. Aklıma o aşık olduğum kız geldi nedensiz. “Değer”… Şiir seven şiir gibi kız. koca dudaklı, boncuk gözlü, kar tenli kız. Onun düşlerinde kayboldum bir anlığına, içim sızladı, sanki başımda şimşekler çakıyordu. O esnada gözlerim kapandı, kontrolü kaybettim ve yere düştüm. Başımı hafiften koltuk kenarına çarptım, ama acısını hissetmedim. Sadece alnıma sıcak bir şeylerin aktığını sezdim. Elimi alnıma koydum, sonra elime baktığımda kan gördüm. Bu arada herkes kendini kaybetmiş, hepsi bir köşede yatıyordu. Zar zor tuvalete gittim, acı duymuyordum ama yarığı görmem gerekti, neden böyle bir şey yaptım ben de bilmiyordum. Tuvaletin ışığını yaktım ve aynada alnımın sol kenarında hafif bir yarık gördüm. Çok da büyük değildi ama kanıyordu, oradaki tuvalet kağıdınından bir parça koparıp alnıma bastım. Bu arada içeriden garip sesler geliyordu. Odaya geçtiğimde Bülent kusmaya çalışıyordu ama şuursuz vaziyetteydi. Mustafa abi ayılır gibi oldu, önce Bülent’e baktı sonra beni gördü, bana konuştu:
-Abim ne oldu sana?
-Yok bir şey abi, sadece kendimden geçmişim başımı vurdum.
-Oooo, mal güzel demek ki, biz de geçmişiz kendimizden.
O arada biz konuşurken Bülent bir iki defa öksürdü, garip sesler çıkardı ve sustu sonra. Mustafa abi devam etti:
-Abim saat kaç?
-Saat 23:30.
Benim gitmem lazım, bir hatun var, o da dalgacı, işten çıkacak birazdan. Gidip biraz eğlenek.
Mustafa abi masanın üzerinde duran poşetten ufak bir parça aldı, üfeledi, sigarayı kırıp sardı. Lakin iki tane sardı, birini bana uzattı elimdeki poşetle beraber, diğerini de kendi cebine koydu. Ben şaşırdım tabi:
-Mustafa abi bu ne?
-Abim ben kızın yanına gideceğim, şimdi bütün mal bende olursa hepsini içeriz, sonra parasını çıkaramayız. Sonra da harmana düşeriz. En iyisi sende kalsın, yarın gelirsin eve getirirsin.
-E ama abi başımız belaya girmez mi?
-Salak olmazsan girmez. Hem polis komserinin evine kim gelecek, ha bir de sen bu işlerle alakan hiç yok ki. Herkes seni düzgün, sporcu, zeki, bir de aile olarak tanınan bir ailesiniz. Kim senden niye şüphelensin. Aslında bir fikrin var ama şimdi konuşmayak.
-Nedir abi?
-Para kazanmak ister misin?
-Mustafa abi ne kadar paradan bahsediyorsun sen?
-Çok, hem de bayağı bayağı çok… Ama yarın konuşuruz bunu, hadi ben kaçar. Sen de eve git bunların yanında kalma, haramiler yoksa malın hepsini yer, sonra sıçarız.
-Tamam abi…
Mustafa hızlıca toparlandı ve evden ayrıldı. Ahmet ve Bülent’se baygın yatıyorlardı. Ahmet’e seslendim, hatta dürttüm bir kaç defa ama uyanmadı. Benim de artık hem midem hem de başımı çarptığım yer iyice ağrımaya başlamıştı. Onları orada bıraktım ve eve doğru yürüdüm. Evin önüne geldiğimde ışıklar yanmıyordu evde. Elimdeki poşete baktım, Mustafa abinin teklifini düşündüm, sonra kardeşlerimi ve babamı düşündüm, ne kadar zor durumda olduklarını. En son olarak da “Değer” i düşündüm. Sonra eve girdim, odama geçip odanın kapısını kilitledim. Bilgisayarı açtım, müzik listesine girdim. Otomatik tekrar ve çalmaya ayarladım programı, pantolonumun cebinden sarılmış sigarayı çıkardım. Ama çakmak yoktu, mutfağa gidip çakmağı aldım, tekrar odama geçtim. Zaten kafam hafiften kırıktı, hatt hala uyuşmuş gibiydim. Elimdeki sarılı sigaraya baktım biraz, “neyse sktret” dedim kendime, müzik programı rastgele çalmaya ayarlıydı. Çal seçeneğine tıkladım, sigarayı yaktım, ve hoparlörlerden gelen ilk şarkı “Sagopa Kajmer – Soğuk Küvet”ti.
Yatağıma uzandım ve sigarayı yavaş yavaş içmeye başladım. Bu arada hafiften dalgaya girdim, uyuştum ve gözlerim kapandı. Lakin hissettiğim şey, yatağımın girdap gibi döndüğü ve buz gibi olduğuydu. Aklımdaysa bir sürü şey vardı. Ailemin maddi sıkıntıları, o kız, Ahmet’in durumu, ve Mustafa abi..
Devamı gelecek.