Bugün, kendimi bir sayfa gibi boş bıraktım. Yazmadım, yazılmadım, yaşadım ve bittim. Her sınavın bir notu olur, kendime verdiğim sıfırlar o kadar çok oldu ki hepsini toplayarak ancak o şekilde yüksek not aldım.
Her gün zamana işleniyor ve arsız zaman bize hep bir rol işliyor. Duvara çakıyorum kendimi çiviyle; monte edildiğim duvarın saatsiz oluşuyla lüks kalıyorum.
Gözlerimi kapatıyorum, gözlerimi açtığım zamanki o ağrı, o ağırlık taştan bozma hayallerimin vıcıklığı gibi yapışıyor kirpiklerime. Ağlamıyorum, içim, içime paydos ve içim, kemiksiz ruhumun Subliminal umutsuz mesajıyken bir yıkılmazlık, bir zafer, bir “Bu da geçer elbet” teranesi tüttürüyorum. Pipolar, sigaralar ve yaşamak bile ensesi kalın; tutamı bir eksik kalıyor hayata. “Bu da geçer elbet”
Hangi yaftalanmış acının gök gürültüsüz sağanağı olmadı ki kendimden korkarken? Hangi ışık gözlerini almadı yılların?
Okumuyorum da zaten artık benden bir başkasını. Kendim çukur kazıyorum, kendimi yaşamdan aşağı atarken. Hep kendimle bir dava…
Çocuksu kalıyor bir yanım, diğer yanım bir mezar taşı; kendim dahil herkese… Başıboş bıraktım kendimi. Zulüm departmanındayım ve sonsuz tekmeyle doğduğumuzu sandığımız sansürlü cennetin tekmelenen kapısında kırıyoruz kirişi.
Acıyor içim. Yazıklanan bir türlü çıkmayan sağlam güneşin, bir görünüp bir kaybolan absürt komedisiyim. Ya da organ nakli yapılan bir çakıl taşıyım. Batıyorum dudağıma; kanatıyorum susuşlarımı, içime susuşun kaçıncı parolasıysam artık, açılmıyorum; hep yanlışım.
Konuşsam; kömür kalbimin sobasına elimi, kolumu, bacağımı en sonunda da yüreğimi atacağım. Karanlık çöküyor; bahtımın buruk acısı şarkıdan ibaret kalmalı artık. Sanatsal iç çekişlerime hezeyan otopsisi olarak geçiyorum, içim içimin sohbetlerinde…
Dilara AKSOY