Anlamsız gelmesi birçok şeyin, boşlukta olduğunun göstergesiydi. İçinde halledemediği çok şey varken bunları başkalarına aktaramaması tam bir yalnızlığa mahkum ediyordu onu. En son, son ses açtığı bir müzikte kendini buldu. Ama tuhaf olan bir şey vardı o an. Ağlamak istese de ağlayamıyordu. Çığlıklarını ve gözyaşlarını içine öylesine saklamıştı ki mümkün değil dışarı atamıyordu. Aslında çok güzel konuşurdu, güzeldi neşesi. Ama bu aralar işte müziğini içinde saklayan bir müzik kutusu gibi kurulmayı bekliyordu sanki. Biri gelsin nasıl şarkı çalacağını çözsün de onu kursun istiyordu. Belki de sorun biriydi. Birinin olmaması… Acılarının içine gömülmüş, birinin gelip onu oradan almasını bekliyordu. Yani boşluğunun dolmasını. Sonra kapattı müziğini. Ayağına geçirdiği bir eşofman altı ve üstüne aldığı yağmurluğuyla kendini dışarı attı. Nefesi kesilsin istermiş gibi hızla yürüdü nereye gittiği belli olmadan. Sonra durdu, kulağına taktı kulaklıklarını. Dünya’nın hiç bir sesini duymak istemiyor gibiydi. Aslında öncelik beynindeki seslerden kurtulmaktı. Yürürken düşündüğü şey yine acıları oldu. Şu bir türlü kapanmayan yaraların oluşturduğu acılar. Kurtulmak istediği acılardan kurtulma yolunu bulamıyordu. Çok yoruluyordu bazen. Tarif edemediği o birçok şeyin arasında boğuluyordu. Kafasındaki seslerden deliresi geliyordu. Ama içinde halledemediği çok şey vardı işte. Belli etmiyordu ama yavaş yavaş doluyordu. Yürüyüşü sonrası geri döndü. Yatağına yattı öylece ve dedi ki acılarım boşluğumu büyütürken bu boşluk da acılarımı büyütüyor. Düşünceleri ve o uykuya daldılar.