KELİMELERİNİ SEVSİNLER
Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu. Kaç saattir aynı noktada bulunduğumu bilmiyorumdum. Umrumda da değildi zaten. Bomonti’de ucuz bir birahanenin balkonundaydım. Önümdeki sokaktan geçen insanların farkında bile değildim, neredeyse. İsimlerinden haberim yoktu, ya da kim olduklarından. Tek bir eylemleri vardı gözümde, yürümek. İnsanlar, karşımdaki kaldırımdan yürüyorlardı.
Gecenin, yuvarlanmış biraların ya da ağzına kadar dolmuş küllüğün değil de saatler öncesinin efkarı vardı üzerimde. Sıraladıklarımsa meşrulaştırıyordu bu durumu. Yaşı on yediyi biraz geçmiş her insanın muzdarip olduğu bir dertle yanıyordum. Ne filmi olur, ne de hikayesi. Boktan bir ergenlik masalıydı işte. Bir kızla ilgiliydi şüphesiz. Bir de erkek, yani ben. Beşiktaş sahilden yürüyorduk beraber. Ağzımdan çıkan kelimeler ¨nasılsın?¨ ve ¨daha daha nasılsın?¨dan ileri gidememişti. Ama sırf benden oldukça kısa diye kambur yürüyordum. Boyunu boyuna denk getirmeye çalışan bir adam vardı işte karşısında. Daha ne bekler ki bir kız? Yapışmalıydı bence dudaklarıma. İsmi lazım olmayan kız, Beşiktaş Çarşı’da oturuyordu. Yani ne söyleyeceksem, birkaç dakika içinde söylemeliydim, ama nafile. Ellerimi cebimden ve baklayı ağzımdan çıkarmadan yürüdüm o dakikaları. Zaten çarşının girişinde bile benden bıktığını belli etti. ¨Gelme istersen daha fazla.¨ Seven adama bu söylenir mi ulan! Seven adamdan gelen cevap, ¨Tamam.¨ Sonrası zaten belli. Tekel Bayii bulmalar, çakmak almalar ve benzeri. Ardından attım kendimi buraya. Nereye sığınıcağımı bilemediğimde gelebileceğim yerler, listemde burası vardı zaten. Diğer yerler ¨Cuma’ya gittim, gelecem¨ gibi bir hesaptaydı herhalde. Ya da kendi tercihim oldu bok yuvası.
¨Başka bir isteğiniz var mı?¨ diye bir ses duydum arkamdan.
¨Konuşmak istiyorum be usta!¨ Gözlerim yaşarmıştı, daha ilk kelime ağzımdan çıkmadan.
¨Anlayamadım efendim.¨ dedi garson. Başımı çevirdim isteksizlik dolu bir bakışla. Ayak seslerinin başlaması ve uzaklaşmasıyla anladım gittiğini. Beni tek anlayan adam sendin! Sokağa bakmaya başladım tekrar. Üstü başı pislik içinde, kıyafetleri yırtık ve saçları dağınık bir adam geçti önümden. Birkaç adım sonra da durdu ve yattı olduğu yere. Montunu çıkarıp üzerine örttü ve uyumaya başladı. Uykuda istiyordu sanki ölümü. Öyle bir duruşu vardı sokağın ortasında.
Ardından bir çocukla bir baba geçti. Çocuğun durumu yerde yatan adam gibi. Adamsa halinden memnun. En azından üzerindeki gömlek ve diğer maddi şeyler bunu gösteriyor. Ama çocuğun elini tutuyor. Durdular yolun ortasında ve gömlekli adam başladı konuşmaya,
”Ne kadar topladın bugün?”
”Çok bir şey yok baba.”
”Ne demek lan çok bir şey yok! Biz seni çok bir şey olmasın diye mi salıyoruz sokaklara? Hayvan herif, adam gibi çalış lan! Eve ekmeği bir tek ben mi götürücem ulan!” Çocuk küçüldükçe küçüldü. Başına gelecekleri biliyordu çünkü. ”Çıkar lan topladıklarını, göriyim!” diye devam etti adam sözlerine. Cebinden çıkardığı birkaç lira tatmin etmedi adamı. Zaten mor olan gözlerine ardı ardına vurmaya başladı. Ben de bu arada kendime döndüm bir baktım. Bulunduğum yere ve halime. Saçma sapandı lan acılarım. Ne benim hakkım vardı bu allahın cezası yerde zıkkımlanmaya, ne de o insanların suçu vardı, böyle boktan hayatlar yaşamaya.
”Severler lan derdimi!” diye bağırarak terk ettim birahaneyi. Çocuğun eline yirmilik bir banknot bıraktım ve adamın ağzının ortasına bir tane yumruk geçirdim. Etrafta kim var kim yok tanıdıktı zaten. Bir şey yapmaya kalksa alırlardı herifi aşağı. Neden sonra montumu çıkarttım ve yerde yatan abinin başının altına koydum. Teşekkürler etti, para vermeye kalktı.
Sokağın sonuna kadar yürüdüm ve arkama bakıp, ”Asıl ben teşekkür ederim!” dedim. Yolun sonunda gelmişti ruhumun beklediği rahatlık. Ama keşke konuşabilseydi değil mi?