Nerede o eski günler diyerek apartmandan içeri adımımı atmıştım. Bir an duraksadım ve hızla yayılan o sesi dinledim. Bu Mozart’a aitti, 35. senfonisiydi. Koşar adımlarla yukarı doğru çıktım. Demek ki hala gerçek müziği her bir hücresine yediren, hoş kokusunu eviyle paylaşan birileri vardı. Müziğin geldiği yeri bulmuştum ama içeri girmek için bir yaklaşımda bulunmaya cesaret edememiştim. Üstelik beni tanımıyordu bile. Kapı eşiğine oturup o anın tadını çıkarttım. Gittikçe hızlanıyordu kalp atışlarım, anılar film şeridi olmuş tom ve jerry gibi birbirlerini kovalıyorlardı. Ne kadar mesud bir an ne kadar keyifli… Ses kesildi bir an, korkuyla yerimde kıpırdamaksızın kaldım ve tekrar başlaması için yalvardım. Ne oluyordu bana böyle? Evime gidip o güzelim plaklarımdan dinleyemez miydim ki müziğimi? Ama gitmek istemiyordum burada olmalıydım şuan tam olarak burada.Kapı eşiğinde oturur bir vaziyette… Birden tüm asaletiyle Magic flute ”Overture” çalmaya başladı.İşte şimdi uçabiliyordum, eşsiz bir zevkle yere kapanmış öylece yatıyordum. Birden silkindim ve ani bir doğrulmayla kapıyı çaldım. Saniyelik bir pişmanlıkla içim dolsa da orada durdum ve kapının açılışını izledim. Kapıyı açan Su berraklığının güzelliğine sahip olan bir bayandı! Bugün şanslı günümde miydim? Beni burada tutan kader miydi? Hayııır yooo böyle olmamalı ne diyecektim şimdi ben? Neyim kimim ben rahatsızlık vermiştim bu bayana… Hemen kendimi tanıttım ve neden burada olduğumu söyleyerek gözlerimi yere devirdim. Hanımefendi beni hiçbir şekilde bozmamıştı. İçeri davet edip bir fincan çaya ne diyeceğimi sorup alnına düşen saçlarını bir ahenkle kulağının arkasına aldı ve tekrar sorarmışcasına baktı. Evet demekle yetinebilmiştim. Kurabiye ikramıyla birlikte yaptığı çay servisinden sonra tam karşıma oturarak yeni bir senfoni açtı.Şuan cennetteydim sanki… Bembeyaz teni insanın içini titretiyor hafif bir baş dönmesi yapıyordu. Kırlarda koşuyor denizin serin sularına kendimi bırakıyordum sanki. Ne kadaaaar sevilesi bir kadındı. Asilliğinden hiçbir şekilde ödün vermeyen mavi dökümlü elbisesi onu olduğundan daha da güzel gösteriyordu. Hiç konuşmadı ben yokmuşum gibi öylece pencereden onun güzelliğini selamlayan manzaraya bakıyordu. Başka zaman olsa manzara her şeyden güzeldir diyip onunla bakışırdım. Ama şimdi öyle değil. Benim ufkum bu bayanda; duygularımsa kulağımdan giren o hoş ahenkli senfoniyle birlikte kalbimde panayır eğlencesine dönüşüyordu. Tam çayımı içecekken fincanı sakarlıkla yere düşürmüştüm ki… Hayır, bu olamaz. Olmamalıydı böyle bir şey. Her şey o kadar gerçekti ki bir RÜYAdan ibaret olamazdı.Tüm bu duygu tüm bu hareketler gördüğüm şeyler nasıl olurdu da rüyadan ibaret olurdu. Rüya olduğunu kabul edememiştim ama artık yataktan kalkmalıydım…