“Ozan dinle beni. Bozeyham’da yaşar, ölürüz.”
İki saat önce babasının söylediği bu söz hala kamarasında yankılanıyor gibiydi. Yıllardır ilk defa babasının bu kadar çok sinirlendiğini görmüştü. Belki kafası dağılır diye kitap okumaya çalışıyordu ama odaklanamıyordu. Kitabı kenara bıraktı. Kaptanın çocuğu olmak… Belki de en zoru buydu. Bozeyham’da doğarsın. Bozeyham’da yaşar, ölürsün. Yirmi yıllık hayatında çok sık duyduğu bir cümleydi. Küçükken ona büyülü gelirdi. Yaşı ilerledikçe fark etti ki Bozeyham anlatıldığı gibi efsanevi falan değildi. Her yeni korsanın atıldığı ilk deniz olma günleri eskimişti. Bozeyham Altılısı’nın denizi kontrol altına aldığında bütün ticaret gemileri yağmalanıp diğer korsanlar bertaraf edilmişti. Altılı’dan birinin emri altına girmediğin sürece denizde hayatta kalmanın yolu yoktu. Yıllar geçtikçe insanlar artık Bozeyham’dan vazgeçip başka sularda şansını denemeye karar verdi. Altılının efsanevi çağı da kapanmaya yüz tuttu. Babası ise bunu kabullenmiyordu. Otuz yıl önce “Altay Akın” ismi korku duymaya yeterliyken şimdilerde bu adamdan eser kalmamıştı. Artık babası sadece gençlik namı olan ölüme merdiven dayamış bir adamdı.
Dışarıdan sesler yükselmeye başladı. Ozan ayağa kalkıp kamaradan çıktı. Bütün mürettebat uyuması gerektiği halde ayaktaydı. Ana güvertede yığınla insan vardı. Bağırıyor ve kaptana küfürler yağdırıyorlardı. Meşaleler gemiyi aydınlatıyor, içki şişeleri Altay’ın kapısında kırılıyordu. Altay uykusundan uyandı. Kılıç kemerini beline dolayıp dışarı çıktı. Gördüğü manzara karşısında şaşırdı.
“Susun!” diye uzunca bağırdı. Herkeste ses kesildi.
“Ne bu şimdi ha? Neden bağırıyorsunuz?”
“Şikâyetlerimiz var.”
Konuşan Acar’dı. Çocukken gemiye alınmış ve eğitilmişti. Uzun yıllardır yardımcı kaptanlık yapıyordu. Kirli yüzü ve kalın sesi ona sert bir adam görüntüsü verirdi. Çoğu kişinin de korktuğu ve saygı duyduğu birisiydi.
“Şikâyetlerinizi gece yarısında mı söylüyorsunuz?”
“Gündüz de söylemiştik ama dinlemedin. Yiyeceğimiz yok, suyumuz yok, paramız yok, mermimiz yok. İşler yıllardır kötüye gidiyordu. Son iki yılda ise kötünün de kötüsündeyiz. Bu şekilde gemide nasıl çalışabileceğimizi düşünüyorsun? Bütün bunları nasıl düzelteceksin?”
“Yönetimimden şüpheniz mi var? Ha? Hepinizi bu gemiye ben aldım. Hepinizi ben eğittim. Karşıma çıkıp nasıl hesap sorabiliyorsunuz? Denizde zor günlerdeyiz. Sabredeceksiniz. Hepiniz uyumaya dönün.” diye bağırdıktan sonra arkasını dönüp kapıyı açtı. O sırada Acar tabancasını çıkarıp duvara bir el ateş etti. Altay yüzündeki öfkeyle Acar’a baktı.
“Daha ne kadar sabretmemiz gerektiğini söylemeden gidemezsin. Kaptanımızın bir planı var mı? Yoksa bu denizde ölmemizi beklemeye devam mı edecek?” dedi Acar. İnsanlar Acar’ın her cümlesinden sonra destekler biçimde anlamlı anlamsız kelimeler söylüyordu.
Gemide en güvendiği adamın böyle saygısızca konuşması Altay’ın sinirlenmesine yeterliydi. Acar’a yaklaşırken mürettebat üç adım geri çekildi. Acar’ın gözlerine bakarak “Hakan! Tüfeğimi getir. Bu gece birisi ölecek.” dedi. Acar güldü.
“Ölecek kişinin ben olduğunu mu düşünüyorsun?”
Mürettebatta Altay’a karşı sesler yükselmeye başladı. Altay tedirgin oldu. Başına bir şişe atıldı. Havaya bir küfür savurdu. Şişenin verdiği sinirle tabancasını çıkarıp Acar’a doğrulttu. Tam ateş edecekken Acar hızlı davranıp elini tuttu. Yüzüne bir yumruk attı. Ozan yukarıdan izlerken ne yapacağını şaşırmıştı. Babasına yardım mı etmeliydi? Hızlıca merdivenleri indi. Altay bacağının arkasına bir darbe alıp dizlerinin üzerine düştü. Küfretmeye devam ediyordu. Yıllardır ona hizmet eden mürettebatı tarafından linç ediliyordu. Ozan, kalabalığı yarıp ortaya geldiğinde babasının başından kanlar indiğini gördü. Acar silahı alıp Altay’da kullanmıştı. Artık düşünmesi gereken tek kişinin kendisi olduğunu fark etti.
Acar bağırdı: “Ozan’ı da öldürün.”
Mürettebat Ozan’ın üstüne çullanacakken “Durun.” diye bağırdı. “Ben sizden tarafım.”
Herkes afalladı. Birkaç kişiden “Yalan söylüyor.” sesleri geldi.
Ozan devam etti: “Bu akşam babamla sorunları konuşmuştum. Ona Bozeyham’dan ayrılmayı teklif ettim. İçine düştüğümüz durumun farkındayım. Bozeyham Denizi tükendi. Hazine kalmadı, gemi kalmadı. Ne kadar inanırsınız bilemem ama ben de sizin tarafınızdayım.”
Acar Ozan’a yaklaştı.
“Kurtulmak için söylüyorsun.” dedi.
“Evet, kurtulmak için söylüyorum. Sizden değil, bu denizden. Hepimizi buradan kurtarabilirim. Bozeyham Altılısı’ndan birisine yakalanmadan çıkmamız imkânsız. Yine de bir şansımız var. İki gün sonra Yönetim Adası’nda toplantı var. Oraya gidip herkesi ikna edebilirim, Altılıyı dağıtmak için. Bir hafta içerisinde buradan kurtulmazsak mallarımı bırakıp en yakın limanda kaybolacağım. Verilen söz, sözdür.”
“Ne yani geminin kaptanı sen mi oldun şimdi?”
“Toplantıya gidip gemide isyan çıkardığını söylediğinde seni kabul edip aralarına alacaklarını mı sanıyorsun? Kaptanlığı falan istemiyorum. Zaten kendimi kaptan gibi göstermeyeceğim. Babamın bacağı kırık ve karnına bıçak saplandı. Ben vekili olarak gidiyorum”
Acar ve mürettebat düşünüyordu. İsyan ateşi yerini mantıklı kararlara bırakmıştı. Ozan zorlarsa başaracağını hissetti. Bıçağını çıkarıp elini kesti. Yelken direğine yaklaşıp elini sıkıca bastırdı. Akan kan damlaları sözünü yerine getirmezse cezayı yine geminin vereceğinin kanıtıydı. Herkes Acar’ın sözünü beklemeye başladı. Ozan “Bir hafta.” dedi ve yeni kamarasına girdi.
“Motorları durdurun!”
Acar’ın emrinden sonra geminin hareketi yavaşlayarak kesildi. Bozeyham Altılısı’nın toplantı yaptığı Yönetim Adasına yaklaşmışlardı. Küçük bir adaydı ve üstündeki tek yapı da siyah boyalı bir saraydı. Acar bota atlayacakken Ozan kolunu tuttu.
“Altılı’ya herhangi bir şikâyette bulunmayacağını umuyorum. Anlaşmayı unutma. Bizi buradan çıkaracaksın.”
Ozan cevap vermeyip bota bindi. Bot denize indiğinde motoru çalıştırdı. Adada kendisini Arda bekliyordu. Arda sarayın kontrolünden sorumluydu. Yaklaşırken Ozan’ı gördüğünde şaşırdı. Bot toprağa vurup durdu. Ozan aşağı indi.
“Biz Altay Akın’ı bekliyorduk.”
“Babam üç gün önce merdivenden düştüğü için bacağını kırdı ve göğsüne kısa bir bıçak saplandı. Talihsizlik işte. Durumu iyi ama dinlenmesi gerek. Saygısızlık yapmak istemediği için vekili olarak beni gönderdi.”
“Bunu duyduğuma üzüldüm. Lütfen beni takip edin.”
İçeri girerlerken Ozan gördüğüne şaşırdı. Kapı büyük bir salona açılıyordu. Salonda on kadar muhafız duruyordu. Ortada ise büyük bir masa vardı. Toros, İskender, Ufuk, Tardu çoktan yerlerini almışlardı. Arda masaya gidip fısıldayarak durumu anlattı. Daha sonra Ozan’a oturmasını işaret etti. Ozan yavaş adımlarla giderek sandalyesine oturdu. Masadaki et için iki besili dana kesilmiş olabilirdi. Herkesin tabağı sonuna kadar doluydu.
“Altay’ın başına gelene üzüldüm fakat toplantı sadece Altılı’ya açıktır.” dedi İskender. Kalın sesi ve iri sesi Ozan’ı tedirgin ediyordu.
Ozan tam cevap verecekken Ufuk “Yine de bu çocukta Altay’ın kanı var. Özel durumlar için kurallar esnetilebilir. Ayrıca bugün herkesin burada olmasını istiyorum.” dedi. Ozan Ufuk’a minnettar gözlerle baktı.
“Herkes burada olmayacak. Gri Kaptan gelmiyor. Gizli sebepleri varmış. Gönderdiğim üç haberciye de aynı şeyi söyledi.”
Ufuk’un yüzü düştü. Ozan, Gri Kaptanı tanımasa da lakabını duymuştu. Herkes onu tilki gibi kurnaz olarak anardı. Düştüğü köle tacirlerinin elinden nasıl kurtulduğu denizdeki canavarlar kadar çok efsaneleşmişti. Bir toplantıda çıkan kavgada bomba silahı ile sarayın bir kısmını patlattığını ise babası anlatmıştı.
Ufuk “O zaman başlayalım.” dedi.
İskender elindeki birkaç kâğıda baktı. Daha sonra “Bozeyham’da bir tükenme var. Bundan hepimiz haberdarız. Ticaret gemileri artık burayı tercih etmiyor.”
Toros devam etti: “Ne bekliyorduk ki? Başladığımız gün söylemiştim. Yağmalamak yerine vergilendirme yapmalıydık.”
Toros diğerlerine göre daha genç duruyordu. Konuşması gayet düzgündü.
“Biz devlet miyiz yoksa korsan mı? Eğer insanların bizden korkmasını sağlamasaydık kontrolü kaybederdik.”
“Şu an kontrol edeceğimiz yeri kaybediyoruz.” İskender’e bakmayı bırakıp masaya konuştu: “Kurtarıcı bir planı olan var mı?”
Tardu elindeki kadehi masaya bıraktı. Altılı’daki tek kadındı. Kıvırcık saçlarını geriye attı.
“Genişlememiz gerek. Neden sadece Bozeyham’ı yönetiyoruz? Tam yanımızda başka denizler de duruyor. Üç yıl. Sadece üç yıl içinde bunu yapabiliriz.”
Tardu’nun attığı bu fikirden sonra masa sessizleşti. Herkes şarabını içerken bu planı tartıyordu. En sonunda tekrar İskender konuştu: “Bozeyham’dan çıkmayacağımız adına sözümüz var.”
Ozan fırsatını bulmuştu.
“Çıkmazsak burada ölürüz.”
“Bozeyham’da yaşar, ölürüz çocuk. Altay’a saygımızdan oturuyorsun ama bu masaya saygısızlık yapabileceğin anlamına gelmiyor.”
Ozan biraz sakin kalmasını gerektiğini anladı. Tardu sesini biraz yükselterek “Peki benim yaptığım saygısızlık mı?” İskender Tardu’ya baktı.
“Sözümüz var dedim. Bu fikir söylenmemiş gibi yapacağız.”
Ufuk geriye yaslanıp konuştu: “Bence sözü tutmayacağımızı hepimiz biliyorduk.”
Ufuk masada ikinci sessizliği oluşturmuştu. İskender’in yüzü kızarıyor, Tardu ise keyifleniyordu.
“Genişlersek zayıflama ihtimalimiz var. Bozeyham’ı yönetiyoruz fakat aynı anda birkaç deniz bizi zorlayabilir. Gücümüzün dağılmasını istemem.”
Toros’un bu sözü Tardu’ya da mantıklı gelmişti. Yayılırken çok fazla savaş olacaktı ve savaş zayıflamak anlamına geliyordu. İki tarafı idare edebileceklerinden emin değildi. Keyif bu sefer İskender’e gelmişti.
Ufuk “Toros haklı. Genişlersek kaybederiz. Esir düşer ve öldürülürüz. Genişlemezsek fakirlikten ölürüz. Bu Altılı ile hayatta kalmam mümkün değil.” dedi.
İskender gittikçe daha sinirleniyordu. Purosunu yere attı. “Açık konuş.” dedi. Ufuk çok sakin bir sesle “Artık devam edemeyiz. Henüz elimde mürettebatım varken ben ayrılıyorum.” dedi. İskender ayağa kalkıp Ufuk’a yaklaştı. Yakasından sertçe tuttu.
“Böyle bir şey yapamazsın.”
Ufuk güldü. “Patronum değilsin. Ne istersem yaparım.” dedi. Masa kendiliğinden Ozan’ın istediği kıvama geliyordu. İskender tabancasını çıkarıp Ufuk’un göğsüne dayadı. Tardu da tabancasını çıkarıp İskender’e doğrulttu. “Masaya saygısızlık yapmak istemezsin.” dedi.
İskender diğerlerine baktı. Masadaki herkesin yavaşça onun aleyhine döndüğünü anladı.
“Demek ayrılmak isteyenler var. İstediğinizi yapın ama şunu bilin ki müttefikim olmayan herkes düşmanımdır. Kapıdan çıktığınız anda telsizden ateş emrini veririm.”
Toros ayağa kalktı.
“Sanırım iki seçeneğimiz kaldı. Ya Altılı’da kalıyoruz ya da ayrılıyoruz. Herkes kesin kararını söylesin.”
Ufuk, İskender’i ittikten sonra “Ayrılıyorum.” dedi. Tardu “Ayrılıyorum.” dedi. İskender “Kalıyorum.” dedi. Toros “Bu saatten sonra Altılı güçlü olamaz. Ayrılıyorum.” dedi.
Ufuk “Bence Gri Kaptan şuan Bozeyham’dan çıkmak için hazırlanıyordur. Toplantıya gelmemesinin sebebi de bu. Kurnaz Kaptan’ın oyunu ayrılmaktan yana sayıyoruz.” dedi.
Geriye Ozan kalmıştı. İskender Ozan’a yaklaştı.
“Madem vekilsin. Kararını ver.”
Ozan birkaç saniye durakladıktan sonra “Ayrılıyorum.” dedi. İskender tek başına kalması yüzünden öfkelenmişti. Küfürler edip ardından “Hepinizin sonu geldi.” dedi. Kapıya yöneldi. Ozan tabancasını çıkarıp İskender’i arkasından üç kurşunla yere yığdı. Herkes şaşırsa da bunun olmasından tatmin olmuşlardı. Arda silah sesi üzerine içeri girdi. Gördüğü manzara üzerine donup kaldı. Ufuk çıkarken Arda’ya “Adadaki herkese haber ver Altılı dağıldı.” dedi. Ardından Tardu ve Toros da dışarı çıktı.
Ozan, Arda’ya yaklaştı.
“Buradaki muhafızlar ne yapacak şimdi?”
“Ben, ben bilmiyorum.
“Hepinizi alıyorum. Gemimde öldürülmesi gereken birkaç kişi var.”