Aşk, hissettiğin kadardır. Kana bulanan gözdür. Görmediğini görüyormuş gibi içinde büyütmektir. Yılların hiçbir önemine aldırmadan, saliselik bir dilimde ağırlığı bulmak adına çırpınmaktır. Sırtın terlemesi, boğazın şişmesi, en çokta dayanaksız seni düşünürken ilaçsız, bitap düşmektir.Dayanabileceğim dayanak yok aslında. Bir yönüyle kelimelerce tüketeceğin bir alana hapsedilmektir. Çöken ağırlık, düğümlenen dil, zihnimde yuvan yapmana diyeceğim; ne yapacağım?
Gözler insanı güzel kategorisine koymak yeterli bir nedendir. Güzel bakan meftunu gelip insanı yakalar. Yakmaktan öte bütüne haline halel getirir. Alıştığım şekilde, ansızın kütüphane de gelip kulağıma fısıldadı. Kalk hayal kurduğumuz güzelliklerin hesapsız, çıkarsız bir meta hükmüne sokulmayan alemine gidelim. Mavi sandalye bir anda ısındı. Kitaplar devrildi. Okuduğum Dücane Cündioğlu kitabına odaklanamayınca dalmışım. Kitabın üzerine yüzükoyun uzanıp uyuyakalmışım. O sıra tinin kulağıma bir yol yapması neticesinde zihnim beni oymuş. Tenime nasır olacak bir iz atmış. Ucu kalbimde sonu gözlerimde olan.
Nasıl mı tarif edilir. Tarifi kekemedir. Kelimeler yok mesabesindedir. Bilenler susar, bilmeyenler anlatır sevdayı. Bildiğimi sanıp bilmeyenlerin kategorisindeyim.Ta ki görene kadar. Bilinç düzeyi yoktur hiç sevmeyen beni aşan bir cümle bırakayım buraya. Sevdalanmayan yarımdır o yüzden. Duyarlı değildir insanlığa, çevresindekine, her canlıya….