Günün iktidarı, Hz Muhammed’in tebliği ettiği İslam yerine, insanlara siyasal İslam’ı dayattığını hissettiğim günden beri, camilerle aramda buruk bir mesafe var!
Ramazanın, ilk Cuma günü, içimden bir ses; oğlum kalk camiye git, cemaatle cumanı kıl dedi!
Ve ben o sese kulak verdim.
Cuma namazını kılmak için camiye gittim.
Ne yalan şöyleyim, Cami’de gördüklerime şaşırdım.
Sözüm ona dindar geçinen, din alıp din satan, örtüyle yatıp çarşafla kalkan bir iktidar iş başında.
Camide iğne atsan yere düşmez diye düşünüyordum.
Üstelik ezan okunurken yoldaydım.
Anlayacağınız vakit tam da namaz vaktiydi.
Hatırlıyorum da din tüccarları sahne almamışken, ezandan sonra camiye gelen safta kendine yer bulamazdı.
Teras ve kaldırım dolar, safta yer bulmak kolay olmazdı.
Cami terasına çıktığımda ezan bitmişti. Ve iğne atsan yere düşmez düşüncesi ve yer bulamayacağım kaygısıyla gittiğim cami, deyim yerindeyse bom boştu.
Bunları niçin yazıyorum?
Birileri olup biteni yazmalı, paylaşmalı diye düşündüğüm için. Gerçek inananlar da olup bitenin farkında- lığını fark etsin istedim.
Cuma hutbesinin konusu, İnfak’tı!
İmam efendiyi dikkatle dinledim. Cuma sonrası İnfak sözcüğünün lügat anlamını araştırdım.”
“İnfak, Allah’ın (cc) hoşnutluğunu kazanma yolunda kendi emeğinden, alın terinden hak sahiplerine (muhtaçlara) vermek” diye tanımlamış meğer.
Aklım karıştı!
İslam niçin yoksulluğa kapı aralıyor diye sordum kendi kendime.
Niçin?
Allah (cc) yarattığı ve rızkını vermeyi vaat ettiği insanı başkasının eline bakmasına cevaz vermiş diye geçti kalbimden.
Gönül isterdi ki, hutbeye çıkan imam, minberden iktidarı elinde bulunduranlara seslen-meliydi.
Mesela;
Ey iktidar sahipleri, bu dünya Sultan Süleyman’a bile kalmadı. Bilin ki sizin iktidarınız da bir gün bitecek.
Gelin elinizde imkân varken, millet size güç vermişken bu gücü millet için kullanın.
Sokakta aç açık kalmasın.
İşsiz aşsız kimse olmasın.
Kimse kimseni eline avucuna bakmasın.
Sizde daha dün, ayakkabınızın altı delik dolaşıyorsunuz. Bütün sermayem parmağımdaki alyans diye nutuk atıyordunuz.
Şimdi dünya liderleriyle zenginlikte yarışıyorsunuz.
Bu Adalet mi?
İslam bunu mu emrediyor?
Aklınızı başınıza toplayın.
Devlet imkânını, GSMH halk arasında eşit dağıtın! Dağıtın ki Allah’ın huzuruna varmaya yüzünüz olsun.
Diye düşünür, yazmak için fırsat kollarken, Gazeteci yazar Çiğdem Toker’in Sözcü Gazetesindeki 35 milyon dolarlık cami başlıklı yazısını okudum.
Yazı içeriğini okuyunca aklım bir kere daha karıştı.
Niye karıştı?
İsterseniz Önce Çiğdem Toker’in makalesinden birkaç cümleye birlikte göz atalım.
“Türkiye’nin Bişkek Büyükelçisi Cengiz Kamil Fırat’ın, Bişkek’te verilen iftara FETÖ üyesi olduğu iddia edilen bir kişinin katılması üzerine (Biz burada 35 milyon dolara cami yaptıralım, siz bizi teröristlerle aynı masaya oturtacaksınız) diyerek iftar sofrasını terk etmiş.
Ben detaya girmeyeyim.
Yazının tamamını okumak isteyen Çiğdem Toker’in köşesine ulaşabilir.
Toker’in kaleme aldığı 35 milyon dolarlık camiyi Bişkek’e biz yapmışız. Biz derken hani camilerde her Cuma sergi açılıp sadaka toplayan Diyanet Vakfı ve diğer yardım kuruluşları yapmış.
Maşallah camiye gelen mütedeyyin, infaka muhtaç insanlardan aldığımız paralarlarla, Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’e 20 000 kişinin bir arada namaz kılabileceği cami yapmışız.
Kötü mü?
Hayır, niye kötü olsun?
Ata yurduna az bile!
Eser bırakmak iyi de, önce kendi insanını infaka muhtaç olmaktan kurtarmak gerekmez mi?
Birileri Suriyelilere 35 milyar dolar harcadık diye kasım kasım kasılıyorsa, her Cuma cami kapısına sergi açıp, milletin ekmek parasını hayır hasenat bahanesiyle cebinden alıp istediği gibi harcıyor ve de Ramazanın ilk Cuma günü Hutbeye çıkıp İnfak hutbesi okuyorsa; bu çelişki sorgulanmaya değmez mi?.