‘Görünmeyen Kadın’ ( The Invisible Woman), sessiz sedasız ortaya çıkan gizli bir başyapıt. Sade, gösterişsiz bir film gibi görünüyor ilk bakışta. Bu sadeliğe kanmayın; görünenin ötesini görebilirseniz alt metin son derece yoğun. Bakışmalar ayrı anlam taşıyor; konuşmalar ayrı. Hava biraz karanlık biraz gotik. Bu karanlık sarıyor insanın etrafını ve büyülüyor insanı.
Charles Dickens hayranı iseniz daha da hayran olabilirsiniz uyarmak isterim. Ralph Fiennes’in yarattığı Dickens karakteri filmin başından sonuna etkisi altına alıyor insanı mıknatıs gibi kendine çekiyor. Karanlık havanın tek ışığı o sanki. Yazdığı romanları okurkenki o hararetli hali kitapları yazmamış da yaşamış sanki dedirtiyor. Okuduğu her kelime kulağına kazınıyor insanın. Sevdiğini anlattığı her cümleyi not almak istiyorsunuz tabi filmden gözünüzü ayırabilecekseniz. Kimi zaman edebi kimi zaman hayatında elinde kalan son varlıkmışcasına ilan ediyor Nelly’e olan aşkını.
Romanlarına konu etmiş gizliden gizliye aşkını. Kavuşamamış aşıklar o romanlarda belki ama kalplerinin yerini bulmuşlar. En çok da bunu savunuyor bu film bana göre.
Bir film eleştirisini bu kadar uzun tutmamak adına burada burakıyorum. Zira bundan sonrası sizde. İzlerseniz bu gösterişsiz ancak büyülü karanlıkta kendinizi akışa bırakmanızı dilerim. Şayet izlemezseniz bu duygu yoğunluğunu kaçırmış olacaksınız korkarım ki.
Ps: Not defteriniz ve kaleminizi eksik etmemeniz şiddetle tavsiye edilir.