Seninle ilk buluştuğumuzda sadece altı yaşındaydım. Yine bu evdeydim. Yine bu duvarlar arasındaydım ve yine bu duvarlara kafamı vuruyordum. Herkes bende normalin dışında bir şeyler olduğunu biliyor ama adını koyamıyordu. Adını bir tek ben biliyordum. Sen benim canavarımdın. Asla insanlarla arkadaş olmama izin vermez, kimseyle konuşmamı istemez, hatta çoğu zaman dışarı çıkmama izin vermezdin. “Çekingendir o biraz.” çocukluğum boyunca bu cümleyi duydum. Hayır, değildim. Herkesle konuşmaya can atan küçük bir kalbim vardı. Ama sen onu hep durdurdun.
Benimle beraber büyüdün. Kimi zaman gider gibi oldun ama hep ordaydın. Tekrardan bir araya geldiğimizde on bir yaşındaydım. Başıma gelen bir şeyi kimseye anlatamadığımdan orada büyüdün durdun. Bir şey yapamadım. Elimden hiçbir şey gelmedi. Sen büyüdün ben senin büyümeni izledim. Çocuk büyütür gibi büyüttüm seni ellerimle. Böyle olması gerekirdi. Kızlar başına gelenleri “Bana böyle yapıldı.” diye anlatamazlardı. Çünkü insanlar onları suçlayabilirdi. Kendimi kesmemi istedin benden. Ellerime kollarıma delikler açtırdın. Sen benim varım, yoğum, her şeyimdin. Seni asla kırmadım.
On üç yaşıma gelmiştim ve sen beni o zamana kadar bir kez bile terk etmedin. Sana teşekkür ederim hep içimdeydin. Beni hayatın bütün zevklerinden mahrum bıraktın. Sevdiğim ve giydiğim tek renk siyahtı. Akrabalarım tarafından yadırganmama neden oldun. Onlarla arama uzun köprüler inşa ettin. “Asidir biraz o.” ergenliğim boyunca çokça bu serzenişi işittim. Aşık olmamdan güç aldın. “Hadi bunu sev. Buna kul köle ol.” Hep seni dinledim. Annemden çok seni dinledim. Asla susmadın. Hep bir şeyler istedin. Bana asla bir şey kazandırmadın ama hep benden çaldın. Benimle beraber serpilip büyümeye devam ettin. Beni alıp o halatı boynumdan geçirdiğinde on beşimde ürkek ve kendine güveni olmayan genç bir kızdım. Hesapların tutmadı. Aksilik diye adlandırdığın mucizeler oldu ve yaşadık. O günden sonra hayatı bana elinden geldiğince dar ettin. Hayatıma içkiyi ve sigarayı soktun. “Bunlarsız yaşayamayız.” dedin. Sanki onlarla yaşayabiliyormuşuz gibi. Sen yetmezmişsin gibi insanlarla uğraştım. Onlar hep yanlış olduğumu suratıma çarpıp durdular. Annemler artık yanlış gidenin ne olduğunu biliyorlardı. Senin sayende sürekli kavga edip durduğum harika psikologlar tanıdım. Kimi mesleğine saygısızca beni yargıladı. Kimi azarladı. Kimi fütursuzca beni dinledi. Aralarında sadece bir tanesini sevdim. Gerçekten iyi olmamı istediğine inancım tamdı. Sonra onu da kaybettim. Distimik bozukluğu olan hastalarla kimse uğraşmak istemezdi çünkü. Böyle okumuştum bir yerde. Çünkü bizler küçük sevimli canavarlarımızı kişiliğimizin bir parçası yapmış insanlardık. Onları kabullenmiştik ve onlarsız yaşamak istemiyorduk. İlaç kullandıkça içimde “Beni bırakamazsın.” diye çığlıklar attın ve ben daha çok boğuldum. İkinci kez ölmemi istediğimde doğum günümden bir gün sonraydı. Yaşımı bile hatırlamıyorum. O kadar rutinleşmişti benim için. Çünkü sürekli beynimin içinde “Ölmeliyiz.” diye konuşup duruyordun. Sabah kalktığımda ölümden başka hiçbir şeyden bahsetmiyordun. “Sevdiğin adam başkasını seviyor. İç şu hapları.” dedin. Kalktım içtim. Sonra pişman oldum. Arkadaşlarımı aradım senden kurtulup. Midemi yıkadılar. “Lanet olsun sana yine ölemedik.” dedin.
Uzun bir süre karşıma çıkmadın bu olaydan sonra. Çalışıyordum. Çok sevdiğim bir işim vardı. Kendime olan özgüvenimi yavaş yavaş geri alıyordum. Benden çaldığın ne varsa hepsini bir bir geri alıyordum. Toparlandım. Sağlığıma kavuştum. Elimin kolumun bağlandığı o sinir krizlerini, sakinleştirici iğneleri, “N’olur öleyim Tanrım!” diye yalvardığım geceleri çöpe attım.
Bugün yirmi yaşıma birkaç ay kalmış kocaman bir insanım. Ama sen de kocaman bir canavarsın artık. Hala beni canın sıkıldıkça yokluyorsun. Her şeyin önüne set kuruyorsun. Seni fark etmemi istiyorsun. İşimden, sevgilimden, arkadaşlarımdan ve hayattan beni koparmak istiyorsun. “Ölmeliyiz.” diyorsun. Ama artık kazanamıyorsun. Etkin bir saatten fazla sürmüyor. Bugüne kadar en yakın arkadaşım ve biricik sevgilim oldun benim küçük canavarım. Sana minnettarım. Beni hep diğerlerinden farklı kıldın ya da beni buna inandırdın. Şimdi gitme zamanı… Artık gitmen gerekiyor. Ben artık farklı olmak istemiyorum.