İlk bakıldığında birbirinin zıttı iki kelime gibi duruyor bu ikili. Peki, öyle midir gerçekten? Bu kelimeler gerçekten birbirinin zıttı mıdır yoksa iki yakın dost misali yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen bir çift midirler? Biraz gezineceğim caddelerinde.
Ayrı ayrı değinmem gerekirse ilk önce cesarete uğruyorum. Cesaret dediğimiz şey, hiç düşünmeden her şeye atlamak,her tehlikeye gözü kapalı dalmak filan değildir. Özellikle korkmamak hiç değildir. Cesaret, şartlara göre risk alabilme yeteneğidir kanımca. Ölçüp tartmayı bilen kişidir cesur olan kişi. Her tehlikeye balıklama atlamayan kişidir. Cesur insan,korkuları olan insandır aksi durum direkt cehalete götürür bizi. Bu açıdan baktığımızda (ki bence doğru açı) cesaret açısından görüldüğü kadarıyla bu iki kelimeden asla zıttı değildir biri diğerinin. Aksine sıkı fıkı iki arkadaş, iki yakın dosttur bunlar. Cesurun korkularının olması aralarındaki bağı güçlendirmiştir.
Korkaklık açısından baktığımızda durum biraz farklılaşıyor. Korkunun penceresinden uzattığımda başımı, hiç de yakın bir dostluk görünmüyor. Çünkü korku, hiçbir zaman uğramıyor cesaretin semtine. Uğramayı geçtim, adını bile duyunca irkiliyor. Cesaret, tüm benliğine hazmettirebiliyorken korkuyu ve bundan asla gocunmuyorken, korku asla ısınamıyor cesaret denilen olguya. Bazen elinde olmuyor bu durum bazense kendi tercih ediyor. Cesaretin pek umrunda olmuyor tabii ki korkunun bu hali. O (cesaret) her zaman varlığına şükrediyor korkunun çünkü biliyor ki insanın öyle ya da böyle korkuları olabilir hayatta. Oysa korku hayat boyu sessiz ve güçsüz bir halde köşesinde sinmiş halde oturuyor. Özeniyor esasen cesarete ama hep uzağında duruyor.
Bu yüzden karıştırılmamalıdır cesaretli olanın riskiyle korkak olanın cehaleti. Bazen öyle korkular var olur ki bizi durduran sonunda ‘oh’ çekeriz; bazense öyle cahillikler olur ki ‘cesaret’ adı altında her şeye atladığımız, sonunda ‘keşke’ çekeriz.