Çocukluğumuzun acı- tatlı hatıralarını oluşturan yegâne temel taşıdır çocukluk arkadaşlarımız; kanayan dizimizin merhemi, çocukluk oyunlarımızın yoldaşı, çocukluk aşklarımızı anlattığımız sırdaşlarımız, hayal dünyasında kendimizle beraber dünya yarattığımız tek insanlar… Her şeyin tebessümle başlayıp, oyunlarla devam ettiği insanlardır onlar…
Sanırız ki hiç gitmeyecekler, dünya değişse, sevgi kokan tebessümlerimiz buruk bir hâl alsa bile onlar hiç gitmeyecekler. İstisnalar kaideyi bozmaz tabi ki. Hiç gitmeyenlerimiz de vardır, ya da gitmiş olsa bile gitmediğine inandığımız, kendimizi buna inandırıp fotoğraflarıyla bile sırdaşlığımızı bozmadığımız…
Öyle bir dünyamız vardır ki, salıncaklardan ev yapmışızdır. Kahramanlardan aşk yaratmışızdır ama ortak bir dünyada ortak bir şeyler paylaşmışızdır. En masum sevgilerimizi yaşattığımız insanlardır çocukluk arkadaşlarımız… Küskünlüklerimizde, kırgınlıklarımızda bile aynı duyguları aynı düşünceleri paylaşır birçok şeyin yoldaşlığına devam ederiz. Yıllar geçer yalnızlığımızda bizi avutan tek insan olur çocukluk arkadaşlarımız. Büyümüşüzdür, hayat da büyümüştür, yüreğimiz katılaşmış, yalanlar kördüğüm olmuştur. Duvarlara bakarız, her birinde sanki onlardan bir parça kalmıştır. Hepimizin olmuştur en güzel sevinçlerini paylaştığı bir çocukluk arkadaşı… Yalansız, riyasız; art niyetsiz arkadaş deyip de sarıldığımız…
Çocukken dizlerimiz kanardı, şimdi ise yüreklerimizde koca bir acı. Her şeyin telafisi olur da, canımızın acısı yürekte başlayıp en dibe atıyorsa yaralarımızı, telafisi olmazmış. ‘ Benim de vardı öyle bir çocukluk arkadaşım’ dediğinizi duyar gibiyim. Elinizden tutardı öyle değil mi? Koşup düştüğünüzde yerden kaldırırdı, yaralarınızı sarardı, hayallerinizi paylaşırdı, sırdaşlığınızı yapardı, o hep vardı. Peki ya şimdi? Büyüdük, büyüdünüz… Birçok arkadaş, birçok dost edindiniz. İlk gençlik sancınızı hafifletmek için başınızı omzuna yasladığınız arkadaşlarınız oldu, canınızı feda edebileceğiniz hakiki dostlarınız oldu. Sonra birden arkanıza dönüp baktınız, yüzünüze gülüp arkanızdan birçok iş çevirenler de dost yüzlü düşmanlarınız oldu. Karanlıkta kaldınız, ayazlarda tek başınıza üşüdünüz, üşüdük… Hepimiz yaşamadık mı bunları? Sonra bir de baktık ki, bize gerçekten de elini uzatan biri var, çocukluk arkadaşımız… Oyunlar yalan değil, kurallar aynı, yalnızca hayat bildik bir hayat değil. Gözyaşlarıyla ânı yaşamak ya da geçmişe dönmek için bir seçim yapmak zorunda bırakıldınız. Gençlik ateşiniz söndü, saçlarınızdaki aklar geçen bir ömrün ne ölçüde yaşandığının cevabı oldu, sonra bir gün aniden eliniz kapıya uzandı, yine aynı sıralarda kader birliği yapıp, aynı oyuncaklarla gülüp, aynı mutsuzluklara ağladığınız çocukluk arkadaşınız çıktı karşınıza. Bırakalım da bu sefer satırlar bitmesi gerektiği gibi değil, kalması gerektiği gibi bitsin, öyle kalsın. Her cümlenin sonu gelir, her hayat bir gün sonlanır, yalnız insanoğlu bir tek şeyi sonlandırmadan yaşar, yaşlanır, o da güzel duyguların, güzel anıların bitse bile, tekrarlanabileceği duygusudur. Belki film izlerken, bir kitap okurken ya da yıllar sonrasında çocuklarımıza, torunlarımıza anlatırken geçmişe dönüp de tebessümle andığımız…
Dilâra AKSOY