Bir yanım mutlu, bir yanım üzgün. Mütemadiyen yitirdiğimiz zamana mı üzülelim, yoksa gün geçtikçe çürüyen -daha doğrusu çürümeye terk edilmiş- içimizdeki ahlak yasamıza mı? Yoksa bazı hususlarda artmış olan tecrübemizle, birtakım “ilerleme”lerimizle mi övünelim?
Şu bir gerçek: Zaman geçtikçe iğrençleşiyoruz. Elde edilen sözüm ona başarılarla gittikçe şişmiş olan devasa ego; pek ehemmiyetli deneyimler edindikçe, ilaveten ilerlemiş yaşın getirdiği yüzeysel yüksek statü münasebetiyle kendisini hak etmediği mertebelere yerleştirme gafletine düşüyor. Gayettabii bunda mertebelerin getirdiği ayrıcalıkların önemi büyük. Kuruluş gayesine ihanet etse de, içindeki vicdan ile taban tabana zıt da olsa; kendini bir şey zanneden ego, sarf ettiği “efor”un bir karşılığı olması gerektiğine, dolayısıyla elde ettiği ayrıcalıklar uğruna küçük tavizlerin pek meşru olduğuna kanaat getiriyor. Ne oldu peki? Korkunç bir seviyede iğrençleşmiş, içeriden çürümeye mahkûm edilmiş yürüyen bir hayvan.
Her fiil bir amaca hizmet eder. Her amelin arkasında yatan bir niyet vardır.
Tözün birincil vasfı; halis niyetli, temiz olmasıdır.
İkincil vasfı ise bunu muhafaza etmesidir.
Geçen yıllara, yaşanılan hadiselere, geçirilen badirelere rağmen; elde edilen başarılara, kazanılan imtiyazlara rağmen…
Her şeye rağmen, pusulandaki “iyi”den ayrılma.