Bir İskandinav kasabasında, buz zifirisi bir gecede beni terk etti. Canı cehennemin en dibineydi, umurumda bile değildi ve ben de içtim. Ve kustum. Tüm dünyayı, gittiğim yolları, içimdeki acıyı. Kanlarla beraber, karların üzerine.
Ayağa kalkmış, bana sarılmış ve sanki hiç tanışmamışız, bir kaç zaman önce resim fırçasının simsiyah mürekkebi tüm vücudumda dolaşmamış ve zamanı hesaplayamayacağımız kadar çok süre yatakta kalmamışız gibi öylece barın kapısından çıkıp gidivermişti. Ahşap barın buğulu camlarından karları yararak gelen bir tıra otostop çekerken görmüştüm onu en son. Donmuş yüzüm ve buzdan gözlerimle. Tırın altında kalıp organları kopup pencereye yapışsa bile aynı donuk ifadeyle izlerdim herhalde. Siktirsindi.
Sonra yeni bir kadeh şarap söyledim. O kuzey ülkesinin o soğuk mevsiminde gün doğmadığından sabaha kadar içemeyeceğime küfrederek. Ve yepyeni bi sigara sardım. İkisini de hızla bitirdim ve dışarı, gittikçe hızlanan kar fırtasının ortasına çıktım. Akordeonum, küçük bavulum, onun zihnimde parçaladığım suratı. Ve vedası. “Defol” diye tükürdüm dişlerimin arasından gittiği yola bakarak. “Senden hiçbir şey istemiyorum. Yok edeceğim seni.”
Fırtınadan az da olsa korunaklı bir yer bulana kadar barın arkasından ormanın içlerine doğru yürüdüm. Devasa ağaçlarla çevrili, rüzgarın az, karın daha az girdiği bir yer buldum, oturdum. Önce ayini tamamlamalıydım ve ben de dakikalar boyu akordeonumla bildiğim en zehirli şarkıları çaldım. Sonra soyundum, çırılçıplak kara uzandım. Bavulumdan yıllardır tüm yollarda ve yolculuklarda bana eşlik eden küçük bıçağımı çıkardım. Artık hazırdım.
Bıçağı titreyen ellerimle havaya kaldırdım. Parmak uçlarım bembeyazdı ve tüm bedenim sarsılıyordu, iskandinav göğünün altında, heybetli ağaçların arasında, zavallıca. Boğazımdan kopan vahşi bir çığlıkla beraber bıçağı karnıma indirdim. Sonra bir daha, daha sert, daha ve bir daha…
Karnımdan kara süzülen kanlarla pembe bir mezarın içinde yatarken soluk soluğa, artık emindim. Bebek ölmüştü. İkisinden de kurtulmuştum. Beni terk ederken bende bir parçasını bırakamamıştı. Artık istediği yere gidebilirdi. İzin verilmişti.
Uykulu gözlerle beyaz kar taneleriyle bezeli lacivert gökyüzüne bakarken “Defol…” diye fısıldadım. Ve şeker pembe, yumuşacık bir uyku beni karşı konulmaz bir cazibeyle kendine çekerken cümlemi tamamladım. “Yok ettim içimdeki seni…”