Her sene zorla yaptırılan bayram ziyaretlerinin birinde daha önce dikkatimi hiç çekmemiş bir şey olduğunu fark ettim. Senede sadece iki kez görüşebildiğimiz – o görüşmelerde en fazla 1 saat sürebiliyordu- bir adam vardı. Bıkmış ve yorgun olduğunu her halinden belli eden bu çizgili surat aslında Dünya üzerinde sahip olduğum en değerli varlıklardan biriydi-miş. 85. yaşının soğuk güneşiyle yıkanırken o ve yolumu gözlerken uçsuz bir özlemle benim o an tek düşündüğüm şey telefonumu şarj etmekti. Telefonumu şarj etmeliydim ki o anda konuşmakta, peşinde koşmakta olduğum o yakışıklı adamla konuşabileyim. Ne yapmak istediğini anlamadığım sürekli kalbimi kıran, umudumu paramparça eden bir adamdı o ama kalbimin sahibi olmaya çok yaklaşmıştı işte. Tehlikeyi görüyordum görmesine ve sonra nasıl bir enkaz bırakacağının da farkındaydım. Hatta şimdiden o enkaza hazırlık bile yapıyordum ama bırakmak bir an olsun aklımın ucundan bile geçmemişti. Çünkü biliyordum bırakırsam yine amaçsız bir Dünya’nın içerisinde savrulup duracaktım. Bu adam en azından bir amaç yüklüyordu boktan hayatıma. Belki onunla bir şeyleri yürütebilirdik belki belki… Olmayacağını biliyordum ama o umuda bile öylesine ihtiyacım vardı ki beni darmadağın etmesine izin verecektim. İnfazım kendi ellerimden olacaktı, biliyordum. Bir an önce eve ulaştığımızı fark ettiğimde koşarak telefonumu şarja taktım ve beklettiğim için milyonlarca kez özür diledim. Hemen klasik bayramlaşma muhabbetini yaşayayıp beyefendinin -tatlıbileolmayan- nazını çekmek için içeriye koşmak istiyordum ki bir anda bana sıkı sıkı sarılan bu kolların istemsizce gözlerimi doldurduğunu fark ettim. Yüzümdeki ıslaklığı kurulamaya çalıştığımda o gözyaşlarının bana değil ona ait olduğunu anlamam uzun sürmedi. Ağlıyordu evet. Nedendi bilmiyorum ama ağlıyordu. Özlemişti çünkü. Beni özlemişti. Bir insan. Bir adam. Bu şaşkınlığın etkisiyle biraz daha geç cevap verdim diğer adama. Beklettim iyice. Zaten naz yapmaya bahane arayan bir insan olduğundan bunu da çok güzel bir şekilde değerlendirdi. İlerleyen birkaç gün aynı evin içinde olmamıza rağmen -benprizinyanındayaşadığımdan- pek karşılaşmadığımız o adamla göz göze geldik yine. Her zamanki koltuğuna oturmuş, gözlerinde boş bakışlar, bir günü daha devirebilmenin hayalini kuranken beni görünce gözleri parladı. Canlandı. Çocukluk anılarım aklına geldi galiba. Benim bile hatırlamadığım anılar hafızasının en kuvvetli yanıydı. Ben yüzüne bile bakmadan yanından geçip gittiğim için suçlulukla doldum o an. Koşup gitmeyi istediğim o adam her zamanki eşekliklerini yaparken ben beni asıl seven adamı fark edememiştim. Yıları, bayramları böyle geçirmiş bir sohbetimi beklemişti o. Bir anda inanılmaz bir güçle doldum. Koştum kollarına sarıldım. O da beni sarmaladı. Artık biliyordum. Bir umut daha vardı. 85 yıllık ve bırakmaya niyeti olmayan bir umut. O umudun verdiği güçle koşarak içimden gelenleri saydım diğer adama. Ve bıraktım. Arkama bile bakmadan…