Kendimi kapısı açık bırakıldığı için buzları eriyen derin dondurucu gibi hissediyordum. Hedeflerim beni hortumların içine sürüklüyor. Hortumlar parçalarımı teker teker ele geçiriyordu. Denizler benden oluşan yapbozlara dönüşmüştü.
Aynaya baktım. Gözlerim mumyalanmış firavunun kıçına benziyordu. Pakette kalan son sigarayı yakıp sokağa fırladım. Nereden duyduğumu bilmediğim bir şarkı gargara gibi ağzımda dönüyordu; tükürdüm attım. “Kafa kondik” diye bağırıp sigaramla kaldırımı tepeden vurdum.
Kafamı yerden kaldırıp, lunapark ışıltısıyla duran zillerin arasından “Serpil Selpak” yazan zile bastım. Serpil cama çıkmış aşağı bakıyordu.
“Serpil aşağıya gelir misin?”
“Ne istiyorsun Battal?”
“Kalbine tırmanıp bir bayrak dikmek istiyorum.”
“Önce surları geçmen gerek. Bu sarhoşlukla çok zor olmaz mı?”
“Sen iste Çin Seddi’ni bir misketle yıkayım.”
Serpil’in arkasından bir kafanın dışarı uzandığını fark ettim. Fazlasıyla alkol aldığımdan görüntünün oturması biraz zaman aldı. O an bozulmuş bir televizyon olmayı, yanlış görüntüleri vermeyi istiyordum. Birisi kafama vurup kendime gelmemi sağlamalıydı. Çünkü Serpil’in arkasındaki adam işyerinden arkadaşım Husumet Kansız’dı.
Elimi belime atıp silahıma uzanmaya çalıştım. Yoktu. Daha önce de olmamıştı. Husumet hedef tahtasını andıran ağzını açıp konuşmaya başladı:
“Ne yaptığını sanıyorsun Battal?”
“Elimdeki taşı buradan hangi açı ve hızla atarsam kafanı kırabileceğimi düşünüyorum.”
“İnsanlar rahatsız olacak. Evine git yarın ayık kafayla konuşulur bunlar.”
Yarın sağ olmayı düşünüyordu. Bense onu öldürdükten sonraki kaçış planımı çoktan hazırlamıştım.
“İnsanların rahatsız olmasını istemiyorsan kapıyı aç.”
“Olmaz Battal sen kendinde değilsin.”
“İki kaşının ortasına kafa attığımda ayılacağımı düşünüyorum.”
“Kavga etmeyi gerektirecek bir şey yok. İkimiz de medeni insanlarız.”
“Ben de medeni haline ‘ölü’ yazdırmayı düşünüyorum zaten.”
Apartmana birisinin girdiğini fark edip dış kapı kapanmadan peşinden içeriye daldım. Çıkmam gereken kata kadar bir nefeste çıktım. Husumet kapıyı açmış beni bekliyordu.
“Battal olay çıkarmaya lüzum yok.”
“Kafanı yerinden çıkarıp çocukları sevindireceğim.”
“Çocuklar kopmuş kafalara sevinmez, onlardan korkarlar Battal.”
“Kopmuş kafayı önlerine atıp maç yapmalarını sağladığında göbek bile atarlar.”
Husumet’in üzerine yürüye yürüye salonun ortasına kadar geldim. Rakibini iteleyip omzunun üstünden arkaya atacak olan bir Amerikan futbolu oyuncusu gibi Serpil’i omuzladım. Kapıya doğru yürümeye başlamadan önce hamle yapacak mı diye Husumet’e baktım. Bir insan adıyla bu kadar tezatlaşamazdı. Husumet çıkaramayanlar diye bir lig olsa kuşkusuz birinci olurdu. Serpil halı döver gibi sırtımı dövmeye başlamıştı. Belli ki tozumu alıyordu.
“Bıraksana ulan beni. Ne yaptığını sanıyorsun?”
“Kıyıya vurmuş bir adayı kurtarmaya gidiyoruz.”
“Ne içtin sen Allah aşkına. Adayı nasıl kurtaracaksın.”
“Kürek çekerek.”
“Saçmalama Battal. Sen iyi değilsin. Yalvarırım beni yere bırak.”
“Olmaz Ada ölüyor.”
“Ada ölür mü Battal?”
“Kıyıya vuran her şey ölür.”
…Bir el silah sesi duydum. Yerdeydim.
“Ada?”
“Baba?”
“Neden vurdun beni Ada?”
“Beni bu kadını aldığın gibi sırtına almıyorsun.”
Serpil göğsümü yumruklayıp ağlamaya başladı.
“Ağlama Serpil. Seni böyle üzgün görünce korkuyorum.”
“Korkma ölüyorsun.”
“Güzel ölüyor muyum?”
“Ölmenin güzeli olmaz.”
“Her şey yarım kaldı.”
“Hayat yarım kalan anıların toplamıdır zaten.”
Kafamı kızıma çevirdim. Göz bebekleri iyi bir şey yapmış olmanın verdiği hisle tebessüme ev sahipliği yapıyordu.
“Doğruyu söyle Ada beni neden vurdun.”
“Seni okudum baba.”
“Sen okuma yazma bilmezsin ki Ada.”
“Kendi kendime öğrendim baba. Yazdığın bütün kitapları okudum.”
“Peki, niye vurdun beni?”
“Senin için baba. Sen korkma diye.”
Gazeteden koparılmış bir parçayı bana doğru uzattı. Benimle yapılan röportajlardan bir parçaydı. Cümlelerden birinin altını çizmişti:
“Kendi hayatımdan daha güzel bir roman yazmaktan korkuyorum.”
Çocuklar her şeyi ciddiye alırlar. Ada’da öyle yapmıştı kendi hayatımdan daha güzel bir roman yazmadan ölürsem korkularımı yeneceğimi düşünmüştü.
“Korkmuyorsun dimi baba?”
“Korkmuyorum kızım.”
“Seni kurtardım, senin kahramanın benim. Bu kadın değil.”
Bir kurşun da Serpil’e sıktı. Yürüyerek uzaklaşmaya başladı. Arkasına hiç bakmadı ama ben arkasından baktım. Belinde silahıyla Red Kit’i andırıyordu. Son nefesimle bağırdım:
“Seni seviyorum dişi Red Kit’im”
Sesimi duyunca arkasına döndü. Silahını çekti. İşaret parmağını silahın tetik kısmına soktu. Silahı birkaç tur döndürüp beline taktı ve yoluna devam etti…
Eren ERDEM