Doktor yine her zamanki gibi TARDIS’in konsolunun başında bir şeyler kurcalıyor, Donna ise bir kenara yaslanmış mızmızlanarak onu izliyordu. Doktor kendisini bir şeylerle meşgul etmek zorundaymış gibi hissediyordu. Bir şeylerle uğraşmazsa kafayı yiyecek gibiydi sanki. Beyninin derinliklerindeki boşluk giderek onu rahatsız etmeye başlamıştı. Tardis’i yenileme kararı aldı, belkide yeni bir şeyler ekleyebilirdi, motorları tamir edip kendini ufak şeylerle oyalayabilirdi. Konsolun alt kısmına geçip kabloları kurcalamaya başladı. Bunun gereksiz bir zaman kaybı olduğunun farkındaydı fakat ancak zihnini böyle şeylerle boşaltabiliyordu. Tardis’le uğraşmak onun için bir meditasyon gibiydi. Tardis’le çok uzun zamandan berri yolculuk yapmasına rağmen sürekli onun hakkında yeni şeyler öğreniyor, bu da ona yeni okuma yazma öğrenen bir çocuğun okuduğu ilk cümlesi kadar heyecan veriyordu. Bu sonsuzluğa adım atmak onu her seferinde daha da mutlu ediyordu. Ana konsolun olduğu alt kata geçti ve üzerinden çok zaman geçmeden kablolar arasında görünemez bir hal aldı. Bir yandan zihnini kurcalamaya çalışıyor bir yandan da Tardis’e ufak eklemeler yapıp gerekli yerleri yeniliyordu. Ama bir süre sonra ne zamandır duyduğu şu “tik tak” sesleri dikkatini dağıtmaya ve sinirlendirmeye başlamıştı.
Donna şu lanet sesi çıkarmayı kes, diye sinirle çıkıştı.
Ne sesi? , diye şaşkınlıkla sordu Donna.
Şu saat sesini.
Hangi saat sesini?
Şu sürekli tik-taklayan saat, biraz daha onu dinlemek zorunda kalırsam kafayı yiyeceğim sanırım.
Doktor benim yanımda saat yok, hem Tanrı aşkına kim bir zaman makinesinde saate ihtiyaç duyar ki? diye Doktor’a karşılık verdi. Uzun süredir konsolun başında dikilip Doktor’a bir şeyler uzatmaktan sıkılmıştı.
Oralarda küçük kırmızı tornavidaya benzeyen bir şey olması lazım, bir bakar mısın? dedi Donna’nın sesindeki sitemi duymazdan gelerek.
Hey burada ben neden varım? Donna şunu getir, Donna bunu getir, Donna kopmuş elimi bulamıyorum… Uzay çocuğu ve onun hizmetçisi,mükemmel, diye sızlanarak Doktor’un istediği aleti aradı. Biraz sonra elinde aletle üst kattan sarkıp:
Bu mu? diye sordu.
Donna elindekinin hiçte mavi bir anahtara benzer hali yok.
Ama senin istediğin kırmızı bir tornavidaydı, diye çıkıştı tekrardan.
Belkide kulaklarını kontrol ettirmelisin, dedi Doktor umursamaz bir ses tonuyla, Donna’nın bu lafa alındığını fark etmeden.
Ah şimdide yaşlı bir bunak olduğumu mu düşünüyorsun, beklide tek başına devam etmelisin ha. Ya da gidip bir beynini kontrol ettirmelisin zeki çocuk, çünkü ben kırmızı bir tornavida istediğine eminim.
Belkide, diyerek lafı kestirip attı. Donna buna çok şaşırmıştı. Doktor böyle bir lafın altında asla kalmazdı, zaman lordu zekasının üstünlüğünden ve yaptığı onlarca şeyden bahsetmesi lazımdı. Bir süre daha ortam sessizliğe boğulunca Donna’nın bir sorun olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. En sonunda;
Bir sorun mu var uzay çocuğu , diye sordu ortamı yumuşatmak isteyen bir edayla. Doktor oturduğu yerde rahat edemiyormuş gibi kıpırdandı, ağzını açtı ama bir şey söylemedi ve tekrar sustu. Bir şeyler Doktor’un aklını fazla kurcalıyor diye düşündü ama Donna’nın susmaya niyeti yoktu.
Aslında şu an Rio karnavalında olmak güzel olabilirdi. Ya da Ülker yıldız kümesini seyretmeye gidebiliriz, hakkında çok güzel şeyler duymuştum ne kadar doğruymuş bakalım. Belkide geçen gün bahsettiğin şu sonsuz eğlence parkına gidebiliriz, eğlenceli olabilir, ne dersin?
Tardis’in bakıma ihtiyacı var, dedi zor duyulan bir sesle.
Sizi artık baş başa bırakayım ben, hayatımın geri kalanına burada sıkıntıdan çürüyerek geçirmeye niyetim yok , dedi bıkkınlıkla ve merdivenlerin basamaklarını döve döve üst kata çıktı.
Bir anda Doktor’un eline çarpan elektirik onu daldığı düşüncelerden çıkarmaya yetti. Acıyla elini sallayıp motorlara sinirli bir bakış attı. Halbuki oradaki tüm enerjiyi kestiğine emindi. Tekrar kablolara enerji doldu ve bu sefer güçlü bir şekilde tekrar Doktor’u elektirip çarptı. “Ne yapıyorsun kızım” diye kendi kendine hayıflanırken güç kablolarını kontrol etmeye gitti. Hepside sapa sağlamdı, hiçbir sorun yoktu. Tardis’in bakıma ihtiyacı da yoktu aslında, o sadece Donna’yı başından savmak için söylediği ufak bir yalandı. Doktor şaşkınlıkla kalktığı yere geri oturdu. Tardis asla böyle yapmazdı, en sinirli olduğu zamanlarda bile.
Tik tak tik tak
Artık Doktor’un da canı sıkılmaya başlamıştı. O sırada Donna’nın “Geliyorum Doktoor” diye bağırdığını duydu. Bu konu açmak için iyi bir fırsattı:
Aslında Ülker yıldız kümesi iyi bir seçim. Ya da ZomZomboa’ya gitmeye ne dersin! Ah, gerçekten muhteşem bir yerdir. Tüm su kaynaklarının ayrı bir renk olduğunu biliyor muydun? Gerçekten etkileyici bir görüntüsü var. Stampa’ya da gidebiliriz, hala ordaki ışıkların sönmediğini duydum. Çok küçükken gitmiştim, sanırım 60 yaşlarındaydım. Zümrüd yeşili gökyüzü hala aklımdan çıkmıyor. Ya da Mars’a gidebiliriz. Evet evet, Mars’a gidelim böylelikle bana marslı çocuk demeyi bırakırsın belki. O kızıl küçük yaratıklarla beni nasıl benzetiyorsun anlayamıyorum. Ben daha kızıl bile değilim? Gerçekten, ben neden hala kızıl değilim? Ve sen nasıl bu kadar sessiz kalabildin. Donna? diye seslendi endişeli bir ses tonuyla. Sesindeki heyecan bir anda sönüvermişti. “Donna?!” diye seslendi tekrardan ama yanıt yoktu. Şu saçma tik-tak sesinden başka bir şey duyulmuyodur. Doktor hızla üst kata çıktı ve umutsuzluğunu sesine yansıtmamaya çalışarak “Şakanın hiç zamanı değil Donna.” diye seslendi. Artık gerçekten endişenlemeye başlamıştı, belkide birazcık korkuydu bu içindeki kıpırtı.
*Yaklaşık birkaç dakika önce *
Tik-tak, tik-tak
Donna yanı sinirli, yarı meraklı bir şekilde merdivenleri hırsla çıktı. Doktor’un aksi olduğu zamanlarda nefret ediyordu ve aynı zamanda canı çok sıkılmıştı. “Belkide şu meşhur havuzlu kütüphaneye bir göz atmalıyım.” diye düşündü. Tam o sırada Doktor’un “Donna!” diye seslendiğini duydu. Doktor’un fikrini değiştirdiğini düşünüp sevinçle koridorun sonundan gelen sese doğru yaklaştı. Tekrar Doktor’un o bilindik sesi duyan Donna, sesin sağ taraftaki kapıdan geldiğini anladı. Odaya girmesiyle kapının kilitlenme sesini duyması bir oldu. Doktor’un az önce konsolun başında olduğunu hatırlaması da pek zamanını almadı. Kapıya doğru koşarken artık çok geçti, odaya yayılan pembe duman etkisini göstermeye başlamış, Donna’nın gözleri hafifçe kapanmıştı. Gördüğü en son şey uzun simsiyah pençeler olmuştu.
*Şimdi*
Doktor telaşla konsoldaki ekranın başına geçti. Oradan Tardis’in içini kontrol etmeye çalıştı, böylece Donna’nın nerede olduğunu kolaylıkla bulabilirdi. Ama her bunu deneyişinde ekran kararıyor ve saçma sapan uzaydan kesitler gösteriyordu. Biraz daha uğraşınca çabasının boşuna olduğunu anladı, bir anda neler olmuştu böyle biricik Tardis’ine, hiçbir anlam veremiyordu. Tek çaresi Donna’nın gidebileceği yerlere bakmaktı ama içinin büyüklüğü tahmin bile edilemeyen çıldırmış bir uzay gemisinin odalarını tek tek gezmek ne kadar mantıklıydı? Doktor kendi kendine çözümler türetmeyi çalışırken birden Tardis kendi kendine çalışmaya başladı ve kısa bir süre sonra bilindik homurtusuyla bir yerde cisimleşti. Neler olduğu hakkında Doktor’un hiçbir fikri yoktu ve bu durumdan nefret ediyordu. Nerede olduklarını görebilmek için bir umutla ekrana baktı ama gördükleri çok anlamsızdı. Bu.. bu çok anlamsızdı sadece. Ekranda gösterilen yer sürekli aynı ama insanlar değişiyordu, 2010 Dünya’da Londra-Peckham’da bir binanın önündeydiler. Doktor’un aklından yüzlerce düşünce geçiyordu. Bu nasıl olabilirdi, aynı anda iki yerde birden olabilirler miydi, yoksa… yoksa paralel evrende miydiler? Tardis hiç sorunsuz paralel evrene nasıl bu kadar rahat inmişti? Zaman da bir çatlaktan yararlanıp arasından sızmıştı belkide…Ama neden Londra, neden 2010 yılı? Yoksa … Hemen kapıya doğru hızla koştu. Ama eline geçen koskoca bir hiçten başka bir şey değildi. Kapı kilitliydi ve açılmıyordu. Tardis ilk defa Doktor’a böyle ihanet ediyordu. Ne oluyordu böyle? Doktor bu soruyu düşünmekten kafayı yemek üzereydi.
Tik, tak, tik , tak…
Doktor en sonunda yapabileceği en iyi şeyin Donna’yı bulup neler olduğunu çözmek olduğuna karar verdi. Sonik tornavidasının yanında olup olmadığını kontrol edip ilk gördüğü koridora girdi. Bir yandan endişeli bir yandan da çok sinirliydi. Tardis neden ona böyle davranıyordu Doktor’un aklı almıyordu. Yüzlerce yıl yolculuk ettiği seksi kızı durduk yere kendisini zorluyordu ve bu hiçte hayra alamet sayılmazdı. Koridorun sonuna yaklaştığında, en uçta , sağ tarafta duran kapı dikkatini çekti. Onun daha önce orada olduğunu fark bile etmemişti. Kapının önüne geldiğinde ve yuvarlak metal kapı yana doğru yuvarlanarak açıldı. Temkinli adımlarla içeri girerken gözleriyle hızlıca odayı taradı. Biraz büyük ve kenarlarında uzun sütunlar bulunan bembeyaz bir odanın içerisindeydi. Tam içeride hiçbir şey olmadığını düşünmeye başlarken Donna’nın tiz sesi arkadan geldi. “Doktoor!” . Doktor bir anda irkildi ve sonik tornavidasını havaya kaldırdı. O anda Donna’nın kahkahası tüm odayı doldurdu.
Hahahaha, ne yapacaksın marslı çocuk, yoksa beni mi sonikleyecektin?
Aman Tanrım Donna, nerelerdeydin! diye hem korku hem de merakla Donna’nın kucaklamasına karşılık verdi.
Kaçıp gittiğimden mi korktun? diye dalga geçti Donna. Fakat Doktor bu konuda gayet ciddiydi.
Tardis’in büyüklüğünü hesaba kattığ….lafı bir anda kapının takırtılı kilit sesiyle bölündü. Birden olaylar çok hızlı gelişmeye başladı, beyazduvarların üstünde kapaklar belirdi ve her kapaktan inanılmaz derecede sıcak bir hava çıkmaya başladı. Oda birkaç saniyede içerisinde kaynar derecede sıcak hale gelmişti. Biraz daha durmaları halinde ya havasızlıktan ölmeleri ya da sıcakta erimeleri kaçınılmaz hale gelecekti. Doktor birkaç saniye şaşkınlıktan dona kaldı ama hemen kendini toparladı ve sonik tornavidasıyla çevik bir hamleyle kapının kodunu kırıp açtı. Tardis bir çok kod barındırmaktaydı; kapıların kilit mekanizmasından zaman yolculuğuna kadar her şey bu kodlarla yönetilebilirdi. Doktor’un bir gün başın belaya girmesi durumunda acil durum olarak kullanabilmesi için koymuştu bu kodları ve sadece kendi biliyordu. Kapı açılana kadar Doktor kan ter içinde kalmıştı. Kendini kapı açılır açılmaz dışarı atmasıyla Donna’nın hala içerde olduğunu fark etmesi bir oldu. Donna bir köşeye yaslanmış, dehşetle sağa sola bakınıyordu. Yangında kalan yavru bir kedi gibiydi adeta. Doktor son kez o odaya girip Donna’nın kolundan çekti ve dışarı çıkardı. İkisininde yüzü sıcaktan kıpkırmızı olmuş ne nefes alabiliyor ne de adam akıllı konuşabiliyorlardı. Birkaç saniye soluklandıktan sonra Doktor
O da neydi Donna! diye sinirli bir şekilde bağırdı.
Hiçbir.. hiçbir fikrim yok, dedi hala nefesini toparlamaya çalışan Donna.
Ondan bahsetmiyorum, şu içeride yaptığın şey, az daha ölecektin! Ne yaptığını sanıyordun öyle?! diye hiddetle gürledi.
B..en . Ben bilmiyorum. Sadece. Sadece bir anlığına. Bilmiyorum, diye kekeledi Donna.
Doktor hemen ayağa kalkıp kilit mekanizmasına baktı. Çocuğunun başını okşayan bir anne edasıyla mekanik kutuyu hafifçe okşadı. “Neler oluyor sana böyle” diye sessizce mırıldandı.
Arkasına dönmesiyle gerilemesi bir oldu. Siyah duvarların üstünde mavi,sarı ve kırmızı ışıklı dairelerin olduğu bir odanın içerisindeydler. Doktor olduğu yerde yere kapı tıklatır gibi hafifçe birkaç kez vurdu ve havayı kokladı.
Şu anda tam da ana konsolun olduğu yere bakan koridorda olmalıydık dedi, istemeden endişenin verdiği etkiyle kısılan sesiyle. Donna’dan beklediği soru gelmeyince devam etti.
Şu an veri ünitelerinin bulunduğu odadayız, dedi sanki birinin onları duymasından korkar gibi kısık bir sesle. Işıkların olduğu duvara yaklaştı ve kapı çalar gibi hafifçe üstlerine vurdu. Donna hafifçe doğruldu ve ilk defa Tardis’in içindeymiş gibi sağa sola şaşkınlıkla bakındı. Doktor Donna’ya dönerek
Burada neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yok ve bu beni çıldırtıyor. Tek bildiğim birileri Tardis’imin aklını kurcalıyor ve bunu kimin yaptığını bulursam…
Sanırım, diye Doktor’un sözünü kesti Donna.
Sanırım birileri Tardis’e bir virüs bulaştırmış. Yani, uzaylı işleri. Bilirsin. Onun gibi şeyler.
Acilen ana konsol odasını bulup bu olanlara bir son vermeliyim diyerek ilerisinde duran kapıya doğru yürüdü. Olduğu yerde durakladı ve “uzaylı işleri” diye tekrarladı.
Uzaylı meseleleri falan işte. Hep sen öyle demez misin? diye karşılık verdi. Bu sözler Doktor’u rahatlatmaktan çok tedirgin etmişti. Donna asla böyle cümleler kurmazdı. Bu ondan çok bir yabancının sözleri gibiydi. Kafasını hızla Donna’ya çevirdi ve ona temkinli adımlarla yaklaştı.
Neredeydin? diye sordu kaşlarını çatarak. Bir şey anlamayan Donna üstüne gelen Doktor’dan korkarak birkaç adım geriledi.
Seni aradığım zaman, neredeydin? Bunlar başladığı zaman ? diye yeniledi sorusunu.
Ben.. Ben sadece geziniyordum. diye kekeledi.
Nerede! diye hiddetle bağırdı Doktor. Donna gerçekten çok korkmuşa benziyordu. Tik tak sesleri giderek artıyor bu da Doktor’un sağlıklı düşünmesini engelliyordu. Anlaması gerekeni anlamıştı artık, sakinleşip kapıya doğru ilerledi. Doktor’a çok fazla uzun gelen bir süre sonra bir kahkaha sesi duymuştu. Bulundukları odaya gelene kadar 3 odadan geçmişlerdi ve birisi içerideki tüm oksijeni boşaltarak onları “yeniden” öldürmeye çalışmıştı. Ama son anda belli bir miktar oksijen geri gelmiş ve bu sürede kapıyı açıp kurtulmuşlardı. Sanki birileri aynı zamanda onları hayatta tutmaya çalışıyordu. Kahkaha sesi tekrar gelince Doktor’un sinirleri iyice bozulmuştu.
Gülünecek ne var ,diye çıkıştı Donna’ya.
Hiçbir şey. Gülünecek bir şey yok , diye aksi bir şekilde cevap verdi. Kapı açılmış ve Doktor’un tahminine göre 2 oda sonra ana konsol odasına çıkacaklardı. Tik tak sesleri giderek güçleniyor, beynini kilitliyordu adeta. Sessizliği Donna bozdu,
Doktor… Şu oda da yaptığın şey. Kapı kilitlendiğinde yaptığın. O da neydi öyle.
Tardis için geliştirdiğim bir kodlama sistemi acil durumlarda kullanabilmek için, diye hızlıca açıkladı. Zaman kaybetmek istemiyor ve artık neler oluyorsa öğrenmek istiyordu
Peki bu kodları hatırlamak zor olmuyor mu, bir yere yazmış ya da bir yeden öğremiş olmalısın , dedi umursamaz bir şekilde. Doktor tek kaşını hava kaldırmıştı. Duydukları, düşündüğü şeyi fazlasıyla destekliyordu.
Şu sesi duyuyor musun? dedi alakasız bir şekilde. Donna ne cevap vereceğini bilemedi.
Ne sesi? diye sordu.
Şu ses… Tik taklar. Giderek güçleniyor.
Ben bir şey duymuyorum.
Dinle, dedi. Sessizliği dinle diye ekledi. İkiside susup bir süre etrafı dinlediler. Donna bir cevap vermektense kaçamak bir bakış atıp çok yorulduğunu söyleyerek bir köşede dinlenmeye koyuldu. Doktor konuşmaya devam etti
Canciri e ‘yi gezdiğimiz zamanı hatırlıyor musun? 1600 derecede elmaslar üzerinde yürüyüp, muhteşem kanokaisler yemiştik. Tadı damağımdan hala gitmiyor.
Evet, şu elmas gezegen. Gerçektende çok güzeldi, dedi gözlerini kaçırarak.
Doktor sonik tornavidasını hava kaldırıp inceledi. Yüzünde ufak bir tebessüm olduğu bile söylenebilirdi. Aniden tornavidayı Donna’ya doğrulttu.
Sen berbat bir kopyasın, ah gerçektende artık tahammül edemiyorum, dedi hızlı bir şekilde. Donna’nın yüz ifadesi aniden değişti.
Donna ve ben orayı hiç ziyaret etmedik. Az önce söylediklerimi doğrulayarak minik testimden de kalmış oldun. Ve benim tanıdığım Donna asla o odada yavru bir kedi gibi bir kenara sıkışmaz, asla öyle cevaplar vermez, asla Tardis’le ilgili özel şeyleri deşmeye çalışmazdı. Ve asla ama asla bu kadar uzun süre susmazdı. Ama neler olduğu hakkında bana bir fikir verdiğin için teşekkürler. Kendin çok kolay ele verdin, bir Zygon’dan daha iyisini beklerd.. Doktor lafını tamamlayamadan Donna – ya da ona benzeyen yaratık – gözlerinin önünde sıvılaşarak altlarındaki ızgaradan akıp gitti.Doktor neler olduğunu kestiremeden odaya pembe bir duman hakim oldu ve birkaç saniye içinde kendini uykunun tatlı kollarına bıraktı.
Tik tak tik tak tik tak tik tak
Doktor huzursuz bir şekilde kıpırdanarak kendine geldi. Kafasının arkasında müthiş bir acı vardı. Eliyle kafasını yoklamak istediği sırada iki elinin de arkadan bağlı olduğunu fark etti. Tik tak sesleri kafasının içinde öyle bir yankılanıyordu ki bir şey düşünmesi neredeyse imkansız hale gelmişti. Olaylar kafasında yavaş yavaş şekilleniyordu. Birisi Tardis’e sızmış, Donna’yı klonlayıp kaçırmış ve ondan bu yolluyla bilgi almaya çalışmış ama oyunları ortaya çıkınca onu da yakalamışlardı. Aklına ilk olarak Donna’nın şu an nerede olduğu geldi. Klonunun hareket edebilmesi Donna’nın hayatta olması gerekti. Bu durumda Donna hala ellerindeydi, en azından Doktor öyle umuyordu.Gözleri hala etrafı puslu olarak görüyor etrafındaki nesnelerin ne olduğunu fark edemiyordu. Neredeyse her saniye duyduğu tik tak seslerinin arasından birinin ona seslendiğini fark etti. Tik tak seslerinden daha fazla onu rahatsız eden, bir Dalek’in sesinden daha kulak tırmalayıcı ve duyunca kulak zarınızı yerinden söküp çıkarmak isteyeceğiniz tarzda bir sesti. Tekrar “Doktor” diye seslendi aynı ses, bu sefer adını uzatabildiği kadar uzatmıştı. Doktor bu sesi daha önce hiç duymamıştı ve buna da şükretmişti.
Beni hemen serbest bırak! diye bağırdı Doktor. Sesinin aslında korkunç ve tehdit edici çıkması gerekiyordu fakat ağzı kurumuş ve sesi çatallaşmıştı. Ne zamandır orada olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. İğrenç bir kahkaha sesi duyuldu, Doktor bunu bir yerleden hatırlıyor gibiydi.
Neredeysen çık ortaya seni korkak yaratık. Kiminle uğraştığını bilmiyorsun. Ben, Doktor’um. Bir Zaman Lorduyum. Kasterborous yıldız sistemindeki Gallifrey gezegenindenim. 904 yaşındayım.Tüm evrende adı korkuyla anılan tüm yaratıkların sonuyum. Yaklaşan Fırtına’yım. Karanlığı Getiren Adam. Her türden yaratık benim adımı duyduğun… Doktor’un sözü açılan kapının büyük gıcırtısıyla bölünmüştü. O gün çok sık yaşanan bir olay olmuştu artık bu. Görüşü yavaş yavaş düzelmişti, hızlıca etrafa göz attı. Tek fark edebildiği şey her yerin kapkara olduğu – bunun görüşü yüzünden olduğunu sanıyordu ama gerçektende her yer simsiyahı- ve her yerde duran düzensiz sütunlardı. Oda devasa boyuttaydı, görenler sınırlarını fark bile edemiyordu. Kocaman bir boşlukta gibiydiler. Bir anda etraf yine pembe bir dumanla dolmuş ve Doktor kapıdan gelenleri görememişti.
Doktor tekrar uyandığında aradan çok uzun bir süe geçmiş gibi hissetmişti. Kafasındaki ağrı artık orada yoktu ve ayakta bir direğe bağlanmıştı. Karşısındaiki kişi daha direklere bağlanmıştı ama kim olduklarını göremiyordu. Bu sefer ormanlık alan gibi bir yerdeydiler. Bulundukları alanın etrafı koyu renkli çalılarla kaplanmıştı. Görüşü yavaş yavaş düzeldiğinde gördüklerine inanamadı. Gözlerini defalarca sıkıca kapayıp açtı. Ama gerçekti. Sol taraftaki direkte Donna ayakLARI yere basılı halde direğe bağlanmıştı. Sağdaki direkte asılı olan ise…
Tik tak tik tak tik tak tik tak
Beyni çalışmıyordu adeta. Sarışın.. Sarı.. Beyni her an lapa haline gelip kulaklarından akacak gibi hissediyordu. Gözlerini bile açamıyordu. Sonra tanıdık bir ses ona seslendi:
Doktor! Aman Tanrım! Bu gerçektende sensin! , Doktor gözünü güç bela açtı. Bağırmak neler olduğunu çözmek istiyordu ama bu neredeyse imkansızdı. Sesler .. sesler o kadar şiddetliydi ki.
Rose? diye fısıldadı Doktor.
Olaylar yapboz parçaları gibi tam olarak oturuyordu artık beyninde. Gerçektende paralel evrene geçiş yapmışlardı Rose’u oradan alıp buraya gelmişlerdi. Ama neden Rose’du ve paralel evrene nasıl geçiş yapmışlardı. Doktor bile evrenler arası geçiş yapamazken “onların” bunu yapmasını gerçekten korkutucu bulmuştu. O arada Donna da kıpırdanmaya başladı.. Rose sadece ona donuk bir şekilde bakıyor, Donna kendine gelmeye çalışıyordu. Çalıların arasından çıtırtılar gelmeye başladı. Birileri onlara doğru yaklaşıyordu. Göster kendini diye bağırmak onları geldikleri yere geri göndermek istiyordu. Ama tek yapabildiği sessiz çığlıklar atmaktı. Sesler onu mahvediyor, canını yakıyordu. Onları kaçıran yaratık tok bir sesle konuşmaya başladı. O konuştukça Doktor daha da kötü bir hale giriyordu.
Buna son vermek senin elinde, dedi. Doktor cevap veremeyince devam etti.
Senden istediğim tek şey TARDIS. Aslında tam olarak TARDIS de değil. O mavi koca kutu zaten bizim elimizde ama senin beyin dalgalarınla özdeşleşmiş ve istediğimiz komutları ona veremiyoruz. Ona hükmedebiliyoruz ama her şekilde değil.Tutmamız gereken bir söz var. Bize onu yönetebileceğimiz kodları ver Doktor, sonra bunların hepsi bir son bulsun , dedi neredeyse kahkaha denebilecek bir homurtuyla. Doktor bu homurtuya benzeyen sesi daha önce duyduğuna yemin edebilirdi ama kimin,neyin olduğunu bir türlü hatırlayamıyordu. Beynindeki bu kadar gürültü arasında her hangi bir şeyler hatırlaması imkansızdı zaten. Madem istediği şeyler kodlardı neden Donna ve Rose’u tutsak olarak almışlardı.
Doktor son gücüyle “ÇIK ORTAYA” diye bağırdı. Doktor Yaratık sanki Doktor’un ne demek “Gerçekten beni görmek istediğine emin misin?” dedi alaycı bir şekilde. Tik tak sesleri daha da arttı. Yaratık çalıların arasından göründü. Doktor olduğu yerde kalakaldı. O an sesler bile onu rahatsız etmeyi bıraktı. Sanki zamandaki her şey o an durmuştu. Karşısında bugüne kadar gördüğü en korkunç yaratık durmaktaydı. Boyu Doktor’un en az 2 katıydı, vücudu gece kadar karanlık ve mat bir siyahtı. Gözlerine bakmak cesaret ötesi bir güç gerektirirdi. Kan kırmızısı o gözler gelmiş geçmiş yaşayan herkesin ölümünü görmüş gibiydi. Kolları bedenine göre fazla uzundu. Kolunun yarısı kadar olan uzun pençeleri ise başkasının kanına bulanmış ve yerde sürünüyordu. Üstünde bir çok derinin birleşmesinden olan parçalar sayılamayacak kadar çok tür kemikle kaplıydı. Doktor’un kalpleri bir saniyeliğine tekledi. Bu görüntüyü bir yerden hatırlıyordu. Yaratık konuşmaya devam etti:
Kodları verirsen, üçünüzde sağ çıkabilirsiniz ve gitmenize izin verebilirim. Ama vermezsen arkadaşlarından başlar hepinizi tek tek öldürürüm. Ve öyle bir ölüm olur ki kafanızı koparmam için yalvarırsınız. Kodlara karşı üçünüzün hayatı Doktor, dedi her sözünden tek tek zevk alarak.
Doktor şimdi anlıyordu, Donna ve Rose onların silahıydı. Ve gerçeği söylemek gerekirse gerçekten güçlü bir silahtı. Doktor’u en zayıf yerinden vurmuşlardı. Doktor kodları verip oradan kaçmak istiyordu. Düşünmeye çalıştı. Kimdi bunlar?
Peki neden? Neden TARDIS i istiyorsunuz? diye sordu güçlükle Doktor.Onun konuşmasından iğrenmiş gibi gözlerini kıstı.
Tutmamız gereken bir söz var, diye yeniledi.
Vaat edilen topraklar mı niyetiniz, diye onları oyalamaya çalıştı. Dilinin ucundaydı sanki. Ama sesler onun hatırlamasına engel oluyordu.
Kodları verdiğimde bunların biteceğine söz veriyor musun? diye sordu Rose arkadan. Doktor buna şaşırmıştı.
Biz sözlerimize sağdığızdır, dedi yaratık kendiyle övünerek.Rose Doktor’a döndü ve çaresiz gözlerle ona baktı.
Lütfen Doktor, dedi ağlamaklı bir sesle. Sonu böyle olmamalı, böyle bitmemeli. Beraber kaç hayat kurtardık, lütfen. Sıra bizde. Kurtar bizi.
Rose, biliyorsun bunu yapamam
Bir kardeşim oldu Doktor, daha çok küçük, onu görmen lazım. Hayatımda gördüğüm en tatlı bebek. Sürekli ona senin kahramanlıklarını anlatıyoruz, ne kadar cesur olduğunu, her sorunu çözdüğünü. Her zaman yaptığını yap ve çöz şu sorunu. Şu lanet kodları ver ve bitsin her şey.
Doktor yaratığa döndü ve çaresizce.
Ana konsolun altında sarı bir kol var. Onu çekin. İstenilen kodlar o z…
Acil Durum Protokoli 008’i çalıştırır. Sen kimi kandırdığına sanıyorsun Doktor? Görmeyeli ırkınızın zekasından şüphe edilir olmuş.
Görmeyeli, diye düşündü Doktor. Onları bir yerden tanıdığını biliyordu. Daha önceden görmüş hatta etkileşime geçmiş olmalıydılar. Yaratık sağ elini kaldırıp yumruk şekline getirdi. Bu bir anlama geliyor olmalıydı ki arkasındaki diğer iki yaratık harekete geçti. Ellerinde mavi bir şey vardı. Donna ve Rose’un bağlı olduğu yere doğru yaklaştılar. Doktor’un olacakları anlaması için pek fazla düşünmesine gerek yoktu. Birden ikisininde bağlı olduğu tahtalar alev almaya başladı. Yaratık yine aynı homurtuyla :
Büyük bir hata yaptın ve bunun karşılıksız olacağını mı sanıyorsun? Şimdi birini seç. İkisinden birini alevler arasından çekip alabilirsin. Bir Sepherin’i asla kandıramazsın.
TİK TAK TİK TAK TİK TAK
Sepherine
Tik tak tik tak
Bunu bir yerlerden biliyordu Doktor
Tik tak tik tak
Kan kırmızısı gözler
Tik tak tik tak
Gülünecek ne var ?
Hiçbir şey yok.
Tik tak tik tak
Biz Sepherine’lar verdiğimiz sözde dururuz.
Tik tak tik tak
Saat sesi!
Tik tak tik tak
DONNA. diye bağırdı. Artık her şeyi anlamıştı. Yaratık şaşırmış gibi ona baktı.
Donna’yı kurtarmak istiyorum, diye bağırarak tekrarladı. Üçününde bağlandığında kilitler birden yok oldu ve Doktor koşarak Donna’yı oradan çekti. Rose ise yanan alevlerin arasına düştü. Donna dehşete düşmüş bir şekilde geri geri yürümeye başladı ve arkasındaki yaratığa – Sepherine- çarptı. Rose gözlerinin önünde cayır cayır yanarken Doktor’un ağzından daha önce söylemesi gereken birkaç sözcük döküldü.
Rose Tyler… Elveda…
Doktor soğukkanlılıkla yaratığa konuşmak için dönerken Donna ağzını kapatmış hiç durmadan “Aman Tanrım” diyerek ağlıyordu. Az önce gördükleri onu gerçek bir dehşete düşürmüştü.
Ve siz Serpherineler … Hayatınızda asla unutamayacağınız bir ders alacaksınız. “Doktor’u asla kızdırmamalısınız” . diyerek sonik tornavidasını cebinden çevik bir hareketle alıp ona doğru tuttu. “Ve evet, bir de asla serbest bırakma” diye ekleyip sonik tornavidasının düğmesine bastı. O andan sonra olaylar çok ani gelişti. Serpherineler’in başı büyük bir patlama sesiyle yere devrildi. Göğsünün ortasında kocaman bir boşluk vardı ve oradan hiç durmaksızın siyah bir sıvı akıyordu. Her saniye artık 2-3 tik tak sesi geliyor. Bu Doktor’u etkilemek yerine daha da güçlendiriyor gibi duruyordu. O arada Donna’nın arkasındaki Serpherine onu boğazından yakalayıp havaya kaldırdı ve pençeleri tam boğazını parçalayacakken aynı patlama sesiyle yere yığıldı. Donna yere düşerken diğer Sepherine onların üstüne yürürken Doktor’un soniği çalıştırmasıyla son Sepherine de yere yığıldı. O anda tüm tik tak sesleri durdu. Bastıkları toprak birden renk değiştirmeye, ağaçlar yok olmaya başladı. Bozuk bir ekran gibi görüntü gidip geliyordu. Donna’nın bayılmadan önce son gördüğü şey Doktor’un yanan kızın külleri arasında oturduğuydu.
Donna kendine geldiğinde yaşanılan olayları hiç hatırlamamış olmayı , hepsinin bir rüya olmasını diledi. Ama öyle değildi. Doktor her zamanki gibi TARDIS konsolunun başında parçaları okşuyor ve kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Donna’nın kendine geldiğini dönünce ona doğru döndü ve “Nasılsın diye sordu?”.
Sen kimsin ve benim Doktoruma ne yaptın! diye bağırdı Donna yine hıçkırıka hıçkıra ağlamaya başlamıştı.
Benim Donna, dedi Doktor.
Sen Doktor olamazsın! Benim tanıdığım Doktor bu değil! Benim tanıdığım Doktor her şeyi kabullenip kızın yanmasına göz yummaz, o yaratıkları tuzla buz eder ve günü kurtarırdı. DOKTOR KİMSEYİ ÖLDÜRMEZDİ. diye bağırdı. Doktor sabırsızca Donna’ya doğru yaklaştı. Donna oturduğu yerden geriledi ve Tardis’in yuvarlak desenlerinin birine yasladı sırtını.
Ben Doktor’um Donna, güven bana, dedi Doktor.
Sadece açıklamama izin ver. Evet orada biri öldü ama bu ne Rose’du ne de masum bir insan. Hatta biz o ormanda bile değildik. Alevler gerçek değildi ya da bağlı olduğumuz tahtalar. Hatta hiç bağlanmamıştık. Sadece öyle sandık.
Ne saçmalıyorsun sen! diye bağırdı tekrar.
Sepherineler… Onların gerçek olduğunu bile bilmiyordum. Saat sesinden anlamalıydım aslında ama o kadar kuvvetliydi ki bir şey düşünemez olmuştum. Sepherineler , Zaman Lordları’nın korku dolu hikayelerinde yer alan korkunç yaratıklardır. İnsanların çocukları korkuttuğu “öcü” hikayeleri gibi, çocukken bize de sürekli anlatılan yaratıklar onlardı. Ve bilir misin, dedi ve gülümsedi. Küçükken onlardan çok korkardım. Ama dediğim gibi, dedi ve konsolun başına hızlıca döndü. Onların sadece masallarda olduğunu sanırdım. Bu yüzden onların olduğunu tahmin etmeliydim. Bize anlatılanların aynısıydı aslında, bu yaratıklar insanlara telepatik yollarla ulaşır ve halisünasyonlar görmelerini sağlar. Böylece hiç duymadığın sesleri duyar, aslında hiç olmayan şeyleri görürsün. Tardis’i de bu yolla almak istediler. Ve hikayenin sonunda Zaman Lordları onlarn ırklarına son verir ve gezegeni kurtarır. Demek ki son birkaç tane kalmış… Ölmeden önce Zaman Lordları’nı bulup her birini tek tek öldüreceklerine yemin etmişler. TARDIS’i bu yüzden istiyorlardı. Gallifrey’e geri dönüp mağlubiyetlerini galibiyete çevirip her bir Zaman Lordu’nu yok etmek… Ama bilmediği bir şey var. Ben bunu daha önce yaptım ve bir daha olmasına asla izin vermem.
O kız neden oradaydı peki? Onun gerçek olmadığına nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Ya o da hayal değilde gerçekse?
Paralel evrene geçip onu almış gibi bir izlenim yaratarak, Tardis’in kodlarını almak için bana karşı kullanmak istediler. Ve Tardis’in içine gerçektende sızmışlar, bu yüzden Tardis bize karşı bu kadar kötü davranmış. Ah ama doğru o arada sen yoktun, kopyan yanımdaydı. Bu yaratıkların kendini bölüp istediği şekle girebilme özelliğini atlamak istemem. İstediği zaman böldüğü parçası kendi kendini yok edebiliyor ayriyeten. Bu yüzden onu yakalayamadım. Ama şimdi kızım tertemiz ve her virüsten kurtulmuş halde. Eskisi gibi, muhteşem!
Hala sorumu yanıtlamadın. Ya o kız gerçekse Doktor?
Rose… , dedi ve durakladı.
O şey benim Rose’um değildi. Benim Rose’um milyon kere ölmeyi göze alır yinede benden TARDIS’in kodlarını vermemi istemezdi. Rose Tyler’ı tanıman lazımdı. Gerçekten çok …. iyi bir insandı. Ama paralel evrene sıkışıp kaldı. Ve onu ordan çekip çıkarmanın bir yolu yok. O mutlu ve bende… Buradayım.
Peki ya saat sesi? Tanrım kafayı yemek üzereydim!
Sende duyuyor muydun o sesleri? Ah , benim hayal ürünüm olduğunu sanmaya başlamıştım. Zaman Lordları’nın hikayede onları yok ettiğinden bahsetmiştim. Bir açıklarını bulmuşlardı. Bu yaratıklar, bir kalbe değil “saat” e sahipler. Evet bildiğimiz saat. Tüm yaşam süresi o saatte bellidir, saatleri dolunca ölürler. Her birini öldürdüğünde o saat geriye doğru gider ve yaşamları uzar. Üstündeki deri sayısından ne kadar uzun süredir yaşadıklarını tahmin etmişsindir. Ve tabii eğer bu saatlerini patlatırsan… Sonuçları açık. Sonik bir aletle bunu yapmak birkaç saniye alır sadece.Zaten bu yaratıkların Sepherine olduğunu anlamam da tik tak sesleri sayesindeydi. Ve şu gülüş. Kopya Donna’yla beraberken bu gülüşü duymuştum. Egosunu bastıramamış be gülüşünü duymamı istemişti. Ve bu onun sonunu getirdi.
Ortama ilk defa gerçek Donna’nın olmasına rağmen sessizlik hakim oldu. Bir ırkın daha kanını ellerinde görmek, Doktor’u çok yormuştu.