İspanyol edebiyatının en büyük yazarı Miguel de Cervantes’in romanı olan Don Kişot’un dünyanın ilk modern roman olduğunu biliyor muydunuz?
Genç bir yazar olarak, yaptığımız işin kökünü tanımak amacıyla Don Kişot’u okudum ve artık ben, eski ben değilim. Franz Kafka’nın unutulmaz sözü gibi: “Eğer okuduğumuz bir kitap bizi kafamıza vurulan bir darbe gibi sarsmıyorsa, niye okumaya zahmet edelim ki?” İşte Don Kişot tam da bu tanıma uyan bir eser.
Şimdiye dek bu kitabı hiç okumadıysanız, öncelikle size bağışlayabileceğim bir öğüt var. Don Kişot’u elinde gören üç arkadaşınızdan biri size şunu söyleyecek: “Aaa! Ama ben o kitabı çocukken okumuştum.” Bu ukalalığa sakın kanmayın. Çünkü 10 yaşındaki bir çocuk 500 sayfalık bir klasiği okuyamaz. Romanın 50 sayfalık hikâyeleştirilmiş halini ilkokulda okumuş olan arkadaşlarınıza katlanmak zorunda kalacaksınız. Siz yine mütevazı havanızı bozup, onları rencide etmeyin. “Ya işte benim yeni okumaya fırsatım oldu.” deyiverin, gitsin.
400 yıl önce yazılmış bir eser olan Don Kişot’ta dikkatimi çeken çok büyük unsurlar var. Son 30 yılın romancıları olarak illa ki bilimsel ve teknolojik öğelerden alabildiğince yararlanıyoruz. Büyük ihtimalle bu durum, bir 30 yıl sonra bugün yazdığımız romanların büyük bir çoğunluğunu gülünç duruma düşürecek, fakat Cervantes’in haliyle böyle bir endişesi olmamış. O dönemin yazarlarının bilimsel ve teknik bilgiden ziyade nasıl da insana odaklandığını gördüm Don Kişot’ta. İnsanlar arasındaki ilişkiler, köy hikâyeleri, kulaktan kulağa anlatılan olaylar bu kitapları beslemiş. Bu sebeple, Don Kişot gibi klasikler bir 400 yıl sonra da ölümsüz olacaktır.
Hiç kimsenin önerisini almadan Don Kişot’u okumaya başladığım günlerde, Cervantes’in kemiklerinin bulunması da ayrı bir rastlantı oldu benim için. 1616 yılında hayatını kaybeden Cervantes’in kemikleri tam 400 yıl aradan sonra tekrar gün ışığı gördü. (BBC Türkçe: Don Kişot’un yazarı Cervantes’in mezarı bulundu) Aslına bakarsanız, yazarlar hiç ölmez. Aynı tarihlerde Yaşar Kemal’in hayatını kaybetmiş olması da beni sarsmadı. Anlamlı bir hayat süren, yaşı kemale ermiş kişilerin ölüm haberi, rahat ve anlamlı bir hayat sürdürmüşlerse mutlu eder beni. Yazarlar kütüphanelere gömülür.
Cervantes’in İnebahtı Deniz Savaşı’nda sol elini kaybetmiş olduğunu biliyor muydunuz?
Seneler sonra Don Kişot’u yazınca bu durumu şöyle adlandıracaktı Cervantes: “Sağ elimin şanı için sol elimi feda ettim.”
Miguel de Cervantes bir edebiyata atılmadan yıllar önce orduya katılır ve 5 yıl süren askerlik hayatı 1575’te Cezayirli korsanların eline esir olarak düşmesiyle son bulur. 5 yıllık esaretin ardından ailesinin de yardımıyla Madrid’e kaçırılır. Akdeniz’de geçirdiği macera dolu yıllar gelecekteki kitaplarına en heyecanlı bölümleri katan hatıralar olacaktır.
Don Kişot’a bütünüyle baktığınızda ilk 300 sayfada tekrarlanan olaylar görebilirsiniz. Genel olarak Don Kişot ve meşhur seyisi Sanço Panço köy köy gezerler ve maceraperest karakterimiz her seferinde olmadık kahramanlıklara hevesle atılır. Başına daha büyük belalar açıp, olay yerinden sıvışmayı bilir. Sanırım Cervantes bölüm bölüm yayınladığı kitabındaki öyküsel tıkanıklığı fark edip, 300. ve 400. sayfalar arasında çevresindeki aşk hikâyelerine yönelmiş. Bu aşk hikâyelerinden biri ise bana oldukça tanıdık geldi. 1844’te yazılmış olan büyük eser Monte Cristo Kontu’na çok benzeyen bir öyküye rastladım. Evlenmek üzere olan genç ve varlıklı bir adamın nişanlısı güvendiği bir arkadaşı tarafından alıkoyulur. Genç aşık ise ızdırap dolu bir yolculuğa sürüklenir. Sonunda intikam arayışıyla eve geri döner ve sevdiği kıza kavuşur. Monte Cristo Kontu’nun kısa özeti bu olmalı. Bu hikâyeye bire bir uyan bir başka hikâye 250 yıl önce Don Kişot’a aktarılmış bile. Acaba Monte Cristo Kontu’nun yazarı Cervantes’ten mi etkilenmişti? Bu da bir başka tartışma konusu…
400. Sayfadan sonra, aşk ve intikam hikâyelerinden de sıkılan Cervantes son 100 sayfada korsanlarla geçirdiği maceraları anlatmış adeta. Bu bölümlerde sıkça Türklerden söz eden yazar, esaretten kaçan bir adamın hikâyesini okuyucuya aktarmış.
Peki, Cervantes Don Kişot’u neden yazmış?
Cervantes bu eseriyle İspanyol edebiyatında utanç dolu bir döneme son vermeyi amaçlamış ve de başarmış bir yazar. Don Kişot yayınlanasıya kadar geçen sürede İspanyol edebiyatı şövalye romanlarıyla doluydu ve bu kitaplar kendi deyimiyle ahmak toplum yığınları tarafından okunuyordu. İspanyol fedailerini abartılı derecede korkusuz, cengâver ve adil gösteren bu romanlar Cervantes’i ve diğer ahlaklı insanları çileden çıkartmaktaydı. Şövalyelerin yaptığı bunca tecavüzü, haksızlığı ve tecavüzü gözleriyle görmüştü. Buna rağmen, bu insanların saçma hikâyelerle hala övülüyor olmasına bir son vermek istedi ve gülünç bir duruma düşüren Don Kişot’u yazdı. Bu kitabın yayınlanmasıyla birlikte diğer tüm şövalye romanları tiye alındı ve hiçbir yazar bir daha bu türe yönelmeyi aklının ucundan bile geçirmedi.
Cervantes’in başarısına bir de kendi açımızdan bakmamız gerek. İspanyol edebiyatındaki gülünç şövalye romanları bana Cüneyt Arkın’ın Bizans filmlerini hatırlatıyor. Bu filmlerle kendi tarihimizi ve haksız adaletimizi göklere çıkarttık. Daha sonra, Kahpe Bizans filmiyle belki bir 10 yıl benzer çalışmalardan sinemamızı uzaklaştırmayı bildik, ama absürt Osmanlı dizilerine ve filmlerine tekrar döndük. Belki de bizim Don Kişot’umuzun da yazılma vakti çoktan geldi.
Sizleri, Don Kişot’tan alıntılanmış güzel sözlerle baş başa bırakıyorum ve içinizdeki çılgın şövalyenin azmine hiç gem vurmamanızı diliyorum…
“Kadın güzelliğinin her an değiştiği bilinen bir şeydir; en küçük bir şey bozabilir bir kadını ya da daha bir güzelleştirir. Kadının güzelliği iç dünyasının güzelliğine göre artar ya da eksilir. Hatta bazen bütünüyle yok olup gider. Bence hemen hemen doğal bir yasadır bu söylediğim.”
“Türklerde bir insana kusurundan ya da bir niteliğinden ötürü ad takmak adettir.”
“Kadın zekâsı iyilikte de kötülükte de bizimkinden daha hızlı çalışır.”
Sercan Leylek / Oslo
İletişim: facebook.com/PiriReisVeNostradamus