Dünya Taşınıyor I. Bölüm
Karanlık yeni çökmek üzereydi. Esen hafif rüzgar bir bahar havası kadar tatlıydı. Karanlığın misafirleri henüz ortaya çıkmamıştı.
Naci o gün işten eve erken gelmiş akşam yemeğini güneş batmadan yemişti. Heyecanlıydı. O yüzden işinden erken gelmişti. Çünkü garip bir ses bu vakitler ortaya çıkıyordu. Ses kuş sesine benziyordu. O sesi duyanlar hayvanın kuş olmadığında hem fikirdiler.
Naci iş yerinden bir de kamera getirmişti. Aylardır merak ettiği şeyin peşine düşecekti. Hayvanı görüntüleyebilirse müthiş olacaktı.
Naci fotoğraf dükkanında bir müşteriden duymuştu. Naci’nin tarif ettiği ses Çupakapra’ya aitti. Çupakapra keçi kanı emen demekti. Çupakapra güney Amerika da tıpkı koca ayak gibi efsanelere girmiş hayvanlardandı.Müşteri Naci’ye kamerasını alıp o hayvanı filme almasını tavsiye etmişti. Naci de öyle yapmıştı.
Henüz saat akşamın dokuzuydu. Naci balkona çıkmış tatlı esen rüzgarın serinliğinde dinleniyordu. O sesi bekliyordu. Yan komşusu Fikri bey de balkondaydı.
Fikri Naci’ye seslendi. Naci bey senin şu canavarın sesini ben de duydum.”
“Öyledir. Onun ne zaman ortaya çıkacağı belli olmaz.” Naci sonra ekledi. “ İş yerinden kamera getirdim Birde o hayvan Çupakapraymış.”
“Nedir o?”
“Amerika da efsanelere girmiş tıpkı koca ayak gibi.”
“Koca ayağı bilirim. Televizyonda belgesellerini izledim. Dev gibi bir adam Her tarafı kıllı.”
Naci araya girdi.. “O koca ayak dediğin canlının geçmişi insandan daha eski. Çünkü insan koca ayağı yaşadığı yerlerde bulamıyor. Bu demektir ki koca ayak gezegenin yerlisi. Saklanmasını ve kendince yaşamasını biliyor.”
“Dediğin doğru. Bence biz insanlar o koca ayaklardan daha yabaniyiz. Neden de. Çünkü koca ayak olsun , senin dediğin Çupakapra olsun hikayelerimizle onların yaşantılarının cılkını çıkarıyoruz.”
Fikri bey sana bir şey diyeyim. İnsan bilmedikçe azıtıyor. Ama emin ol bir gün insanoğlu cahilliğe dönüş yapacak. Çünkü cahilliğin keyfiyeti hiçbir yerde yok.”
“Çok doğru söylüyorsun.” Diye karşılık verdi.
Tam o sırada bir böğürtüye bir çığlık sesi duyuldu.
Naci “Fikri bey işte ses duyuldu. Gel beraber gidelim şu sesin yanına.”
Fikri daveti bekliyordu. “Tamam hemen geliyorum.” Dedi. Yerinden kalktı. Balkondan içeriye geçti.
Naci de yerinden kalkıp içeriye geçti. Masanın üzerinde duran kamerasını aldı. Hızla kapıya yöneldi. Ayakkabılarını aceleyle giydi. Dördüncü kattan aşağıya inmesi bir anlıktı. O an aşağı indiğinde karşısında Fikri beyi buldu. Beraberce yola çıktılar. Yolu atlayıp ormanın içine doğru ilerlediler.
Çupakapra denen hayvanın sesine gittikçe yaklaşıyorlardı. Naci’nin elinde pille çalışan lamba vardı. Gerisinde Fikri onu takip ediyordu. Ses gayet açıkça duyuluyordu. Çünkü etrafta hiç ne araba sesi vardı ne de başka bir şey. O an orman hayvanları sanki korkmuş ve inlerine sinivermişlerdi. Ses onlara yabancı olmalıydı. Belki hayvanlar ondan susmuştu. Çünkü her hayvan tehdit algıladığında kendi türü dışında ki hayvanları sesleri ile uyarırdı.
Naci bir an durdu. “Bak Fikri bey. Orada.” Dedi.
Fikri’nin gözleri fal taşı gibi açıldı. Çünkü birkaç Çupakapra bir arada ve önlerinde kuvvetli bir ışık kaynağının aydınlığında bir geyik ile besleniyorlardı.
Fikri sordu. “Bunlar uzaylı mı?”
“Çupakapralar uzaylı değil. Onlar daha çok boyutlar arası seyahat eden canlılar.”
O sıra Naci kamerasını açmış yaşananları filme alıyordu. Dehşetli sahneler görüyorlardı. Çünkü Çupakapralar acımasızca geyiği ısırıp kanını ememeye devam ediyorlardı. Bir süre sonra hayvanı bıraktılar. Önlerindeki ışık huzmesine yöneldiler. Ve ışığın içine girip gözden kayboldular. Ardından ışıkta beraberinde kayboldu.
Naci “Tamam. Baştan sona eksiksiz filme aldım. Gel Fikri bey. Kayboldukları yere bir bakalım.” Dedi.
İlerlediler. Nacxi ışığı yere tuttu. Her tarafı delik deşik olan geyiği gördü. Çupakapralar geyiği yememişti. Ama kan içtiklerinden geyiğin vücudunda ısırıktan benekler oluşturmuşlardı. Naci az ileri doru Çupakapraların kaybolduğu noktaya yöneldi. Siyah bir kutu gördü. Eğilip onu eline aldı. Lambasına tuttu. Baktı. Yassı, dikdörtgen, siyah, metalden kutunun bir yüzünde bir üçgen gördü.
“Bu ne ola ki?” diye söylendi.
Elini üçgene değdirdiğinde ortalığı birden ışık kapladı. O an siyah kutu Naci’nin elinden yere düştü.
Naci Fikri’ye “Fikri bey ne dersin. Onların yaptığı gibi biz de ışığın içine girelim mi?
“Deneyebiliriz.”
Naci önde Fikri gerisinde ışık huzmesinin içine girdi.
Aman Allah’ım. Neler görüyorlardı. Naci ve Fikri ışık geçidinden içeriye girdiklerinden beri gözlerini mimarisi piramit olan yapılardan alamadılar. Burada bambaşka uygarlıklar yaşıyordu. Havada daire şeklindeki araçlar hiç eksik değildi. Belki Naci yanlış düşünmüştü. Kendileri boyutlar arası değil yıldızlar arası bir yolculuk yapmıştı. Çünkü gök yüzü bambaşkaydı. İki tane güneş vardı. Ve irili ufaklı gezegenin bir sürü uyduları vardı. Naci tedbiri elden bırakmamak için geçit kapısı olan siyah kutuyu yanına aldı. Kamerası durmadan çalışıyordu.
Ağaçlar arasında ilerlediler. Naci piramit şehrine kamerasını zumladı. Hiç insan yoktu. Ama her tarafın Çupakapra kaynadığını görüyordu.
Fikri tedirgin olmuştu. “Bunlar bize zarar verir mi?” diye sordu.
Naci “Zannetmem. Çünkü bunlar dünya dalarken hiçbir insana zarar vermiyorlar.”
Hava aydınlıktı. Naci kamerası ile çekebildiği kadar görüntüyü çekmişti. Kaset dolunca kamerasının içinden çıkardı. Kamerayı yere bıraktı.
Fikri sordu. “Kamerayı niye bırakıp gidiyorsun?”
“Bunlar insana zarar vermez ama hangi sütten içtiklerini bilmiyoruz. Koşmamız gerekirse kamera ağırlık yapar. Ondan bıraktım.”
Ağaçlıklar bitmişti. Naci’yi ve Fikri’yi Çupakapraların görmesi an meselesiydi. Naci elindeki geçit cihazının nasıl çalıştığını bildiğine güveniyordu. Bu sayede Çupakapralara görünecek ve onların tepkisini öğrenecekti. Saldırırlarsa cihazı çalıştırıp hemen geçide girivereceklerdi.
Naci’nin beklediği gibi olmadı. Naci ve Fikri görününce Çupakapralar sağa sola kaçışmaya başladılar. Kısa süre sonra ortalıkta hiç biri kalmadı. Hepsi Piramitten inlerine girdiler. Gök yüzü den o an uçan daireler uzaklaşıp gittiler.
Naci içn bu yaşananlar bulunmaz bir fırsattı. Sağda solda gördüğü cihazlara bir süre ilgi ile baktı Kim bilir ne işe yarıyorlardı. Anlamak için uzun süreler gerekiyordu. Ama önce Çupakapraların kendilerinde neden kaçtığını bulmalıydı. Bu bir tehlike miydi yoksa gerçekten korkmuşlar mıydı.
Fikri Naci’ye o an sordu. “Çupakapralar bizden niye kaçtılar?”
“Bilmem. Açıkça söyleyeyim. Tedirgin oldum. Belki bu büyük bir saldırının sessizliğidir.”
Fikri “Saldırılacak sadece ikimiz varız. Bence onlar bir şeyler biliyor. Ve ondan dolayı kaçıyorlar.”
Naci “Ne acayip şehir burası. Her taraf piramit dolu. Dört duvar ev yapmak varken neden piramit yapmışlar ki.?”
Fikri “Piramit diye es geçme. Çünkü bir yerde duydum. Piramitler kozmik enerji kaynağıymış. Kozmik enerji maddelerin yaşlanmalarını geciktiriyormuş.
Naci” Bu nasıl oluyor?”
Fikri “Bana söyleyen kişi bir deneyden bahsetti. Telden piramit in içinin tam ortasına elma koymuşlar. Ve elma daha önceki gibi değil daha uzun sürede çürümüş.”
“İyi de dışarıdan müdahale olmadan elma nasıl kararmıyor?”
Fikri “Anladığım kadarıyla bu görünmez ve gizli olan kozmik enerjinin işi.”
O an Naci ve Fikri yürüyerek ilerliyorlardı. Bir piramit in önünde durdular. Piramitin boyu iki katlı bir ev kadardı. Kapısı ve pencereleri vardı. Ama pencerelerden içerisi görünmüyordu.
Naci “Ne dersin içeriye bir bakalım mı?”
Fikri “Bakamlım. Ama ya onlarla karşılaşırsak?”
“Önemli değil. Nasıl olsa huylarını öğrendik.”
Giriş kapısından içeriye girdiler. Burunlarına o ana ıslanmış ve küflenmiş bir ekmek kokusu geliyordu. Evin duvarlarında yaratıkların uygarlıklarına ait yazılar vardı. Ve Piramit in koridorlarında sütun şeklindeki cihazlar dikkat çekiyordu.
Bir odaya girdiler. Oda tıpkı koridor gibi fosforumsu bir ışık yayıyordu. İçeride oturulacak ve yatılacak yerler vardı. Ama o yerler dikdörtgen şeklinde taştandılar.
Bir tane yarım küre şeklindeki cihazdan ışıklar çıkıyordu. Naci kürenin yanına yaklaştı. İncelemeye başladı. Eliyle küreye dokundu. Birden rotaya hareketli görüntüler çıktı. Naci o an film izliyor hissine kapıldı. Görüntülerde piramitler vardı. Ve her bir piramit in etrafına halka olmuş Çupakapralar piramit e sürekli secde ediyorlardı. Naci küreyi ellemeye devam etti. Yuvarlak bir çıkıntının üzerine dokundu. O an müthiş güzel ve heyecan verici bir müzik sesi duymaya başladılar.
Naci “Bu da onların radyosu galiba.” Diye söylendi.
Naci ve Fikri kendilerini müziğe bilinmez bir şekilde kaptırıverdiler. Yere oturdular. Ardından sırt üstü yatıp uykuya daldılar. Ses onların zihinlerine girerek cennetsi hayaller yaşatmış ve iki insanı bu sayede bilinmez bir şekilde uyumalarını sağlamıştı.
Naci ve Fikri uyandıklarında artık eskisi gibi iki insan değillerdi. Vücut şekilleri değişmiş ve Çupakapra olmuşlardı. Onları bu hale getiren diğer Çupakapralardı. Naci kendindeki ruha çok kolay alışmıştı. Fikri de öyleydi. Artık onlar keçi kanı emen kişilerdi.
Radyo sinyali kısık ama tizdi. Tıpkı bir çekirgenin gece ötüşü gibi insan beyninin içine nüfuz ediyordu. Bilgisayar uzmanı Selami ses kayıt cihazını çalıştırdı.
Henüz geceydi. Ama Az sonra gün ışıyacaktı. Selami’nin karısı sese uyanmıştı. Yerinden kalktı. Sesin geldiği odaya doğru ilerledi.
Selami’yi oturmuş çalışır vaziyette görünce “Ayol derdine ne oldu. Bu saate kadar çalışıyorsun. Hiç mi uyumadın?” dedi.
Selami “Gönül şu sesi işitiyor musun?”
Gönül elini gözlerine götürerek esnedi. “Ne sesi bu?”
“Bu duyduğun ses radyo dalgası. Bu sesin bizim evin hemen ilerisinden geldiğini keşfettim.”
Gönül “İyi ne olmuş?”
Selami “Ne olmuşu var mı. Sesin kaynağında görünür hiçbir şey yok. Ama cihazım öyle demiyor. Cihazım bana az ileride esrarengiz bir şeyin olduğunu söylüyor.” Dedi.
“Bırak şu çalışmanı da gel biraz uyu.”
Selami “Tamam dedi. Yalnız sabah kalktığında cihazla sakın oynama. Çünkü cihaz sesi kayıt altına alıyor.” Selami oturduğu yerden kalktı. Karısı Gönül ile yatak odalarına geçtiler.
Öğleye doğruydu. Gönül uykusundan az önce uyanmıştı. Hala susmayan sesi merak edip Selami’nin çalışma odasına girdi. “Aman Allah’ım ne rahatsız edici bir ses.” Diye söylendi. Sesten dolayı beyni sanki hareket ediyor gibiydi. Ses birden kesildi. Gönül korktu.
“Cihazı ellemedim. Niye sustu ki.” Cihaz yeniden tiz sesi çıkarmaya başladı. Gönül sese alışmıştı. Ses bu sefer kulağına daha hoş geliyordu. Ses karışık ama ritimliydi. Belli bir temposu vardı. Sesteki esrarengiz tempo onun ilgisini daha çok çekiyordu. Ses birden kesildi.
Gönül “Hay Allah ne güzel dinliyordum.” Diye söylendi.
Kısa bir beklemeden sonra cihazdan bir kişi konuşuyormuş gibi sesler geldi. Gönül sesin tuhaflığını duyarken tüyleri diken diken oldu. Sanki cihazdaki sesin sahibi onu görüyor gibi hissediyordu. Korktu. Hemen odayı terk etti. Acele ile Selami’nin odasına geçti. Selami’yi uyandırmaya çalıştı.
“Selami kalk kalk çabuk.”
Selami gözlerini açtı. “Ne var Gönül?” diye söylendi.
“Senin cihazdan insan sesi gibi sesler gelmeye başladı. Korktum yanına geldim.”
Selami hızla yerinden kalkıp odasına geçti. Sesi şimdi o da duyuyordu.
“Tahmin ettiğim gibi.” Diye konuştu.
Gönül “Neyi tahmin ettin?” diye sordu.
Selami “Bu sesin kaynağını mutlaka görmeliyim.”
Gönül “Ne sesi bu Selami. Söylemedin bana.”
“Sana şunu söyleyeyim. Bu ses dünyaya ait değil.”
Gönül “Ne yapmayı düşünüyorsun?”
“Şimdi üzerimi giyip ses dedektörümü alacağım. Sonra dışarıya çıkıp araştırma yapacağım.”
Gönül “Ne olur ne olmaz. Bakarsın bulacağın şey seni yutuverir. Aman dikkat et.”
“Tamam dikkat ederim.”
Selami üzerini giydi. Ses dedektörünü aldı. Evden çıktı.
Ağaçlarla dolu güzergah huzur vericiydi. Selami ormanın ıssızlığı onu biraz ürpertiyordu. Ama elinde ses dedektörü ile esrarengiz sesin kaynağına yaklaştığını bildikçe korku duyuyordu. Sese iyice yaklaştı. Dedektör sesin odağına yaklaştıkça daha çok ötmeye başladı. Selami küçük bir kayalığın önünde durdu. Sesin kaynağı burasıydı. Eğilip kayalığın kenarlarını yokladı. Eline kaygan bir nesne değdi. Onu hemen eline aldı. Gözünün önüne getirdi.
Bu tuhaf bir nesneydi. Kaynağı olmadığı halde her tarafı ışık kaplıydı. Selami esrarengiz nesneyi çantasına koyup evine doğru yol aldı.
Bulduğu cihazın ne işe yaradığına dair bir fikri yoktu. Gönül yanındaydı. Selami ona sordu.
“Gönül sence bu nesne ne işe yarıyor?”
Gönül “Bilmem” dedi. Sonra tedirginlikle konuştu. “ Bu şey radyasyon yaymasın.”
Selami “Bu el kadar bir cihaz. Zannetmem.”
Ama o el kadarlık esrarengiz cihazın ışığı artmaya başladı. Az sonra cihazın ışığı bütün odayı doldurdu. Cihazın durduğu yerde büyükçe, daire şeklinde, şeffaf bir yapı meydana geldi.
Selami hiç beklemeden açılan şeffaf boyut kapısına doğru ilerledi. Gönül onu izliyordu. Telaşla konuşmaya başladı.
“Aman Selami. Sakın o şeye yaklaşma.”
Selami “Bir şey olmaz. Yaklaşmadan bu şeyin ne olduğunu öğrenemem.”
O an elini boyut kapısına uzattı. Eli şeffaf dairenin içine girdi. Sonra başını geçidin arkasına uzattı. Elinin uzandığı mesafe boyut kapısının arkasından gözükmedi. Sonra boyut kapısından içeriye girdi. Gözden kayboldu.
Selami kendini ormanın içinde buldu. Mekan değişmişti. Soluduğu hava kükürt kokuyordu. Gördüğü ağaçlar devasaydı. Ormanın içinde ilerledi.
Selami ormanın içinde ilerledikçe gördüğü şeyler onu şaşkına çevirdi. Bir meyve ağacının önünde durdu. Meyveler öyle devasa şeylerdi ki her biri bir metre boyundaydı. Meyveler yerdeydi. Ağaca sadece uçlarındaki dallarla bağlıydı.
Selami meyvenin tadına bakmak istedi. Birine yaklaştı. Bir lokma ısırdı. Lezzetliydi. Tadı armuda benziyordu. Sonra meyveden bir lokma daha ısırıp örnek olsun diye çantasına koydu. Ormanda tekrar ilerlemeye başladı.
Çalılık bir alana geldi. Yine şaşkınlık içine girdi. Önünde bir metre boyunda domatesler duruyordu. Birinin yanına geldi. Tadına baktı. Tıpkı domates tadı. Tekarar ilerlemeye başladı.
Ormandan çıktı bir tepeyi aştı. Bir alanda sekiz on piramit gördü. Dikkat kesildi. Piramitlerin arasında gezinen tuhaf yaratıkları bakıyordu. Bunlarda ne olabilirdi. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyordu. Selami yaratıklara yaklaşmayı dendi. İlerledi.
Küçük kayalıklar vardı. Onların arkasına gizlenerek ilerledi. Piramitlere iyice yaklaşmıştı. Son bir kayalığın arkasına gizlenerek ilerlemesini durdurdu. Şimdi yaratıkları daha iyi gözlüyordu.
Kıllı olan yaratıkların bacakları geyik bacağına benziyordu. Kafaları yarı insan yarı hayvansıydı. Tuhaf sesler çıkarıyorlardı. Tıpkı bir geyik gibi. “Govk. Govk. Govk…”
Selami bir süre sonra yaratıkları zararsız olduğuna inandı. Çünkü onlar yarı insandı. Ayrıca zeka taşıyorlardı. Değilse o piramitleri nasıl yaparlardı.
Kendini onlara gösterecekti. Gizlendiği kayalığın arkasından çıktı. Yaratıkların duyacağı şekilde “Hey bana yardım eder misiniz?” diye seslendi.
O an yüzlerce Çupakapra başlarını sesin geldiği yöne çevirdi. Ardından bir kargaşa başladı. Yüzlerce Çupakapra sağa sola kaçışarak piramitlerine girdi.
Selami şaşkınlık içindeydi. “Bunlara ne oluyordu böyle.” Diye söylendi. Selami o an ortalıkta hiçbir yaratığın gezinmediğini görünce keşif duygusu ile alanın ortalarına doğru ilerledi.
Taştan piramitlerin üzerinde yazılar vardı. Ama bunlar hiyeroglif yazılardı. Hepsi birer sembol şeklindeydi. Selami ilerlerken üzerinde yürüdüğü zemin dikkatini çekti. Yer toprak rengindeydi. Biraz daha dikkatli bakınca zemini kaplayan ışığı fark edebildi. Zemine rengi ışık veriyordu. Ama ışığın kaynağı yoktu. Zeminin aydınlığı kendiliğinden gibiydi. Tuhaf zemin piramitlerin kapladığı alan ile sınırlıydı.
Selami bir piramidin önüne geldi. Tam o sırada sırtına biri dokundu. Selami korkuyla “Kim o?” diye arkasına baktı. İki Çupakaprayı gördü.Dehşetle irkildi. Çupakapralardan biri önündeki piramiti işaret ediyordu. Sonra diğer Çupakapra da aynı hareketi yaptı. Ardından iki Çupakapra piramitin içine girdi.
Selami “Galiba bana bir şeyler göstermek istiyorlar.” Düşüncesine girdi. O da iki yaratığın ardından piramite girdi.
Piramidin içindeki koridor duvarlarının kaplaması tıpkı bir taşıtın iç kaplaması gibiydi. Duvarlardan sızan ışık koridorları aydınlatıyordu. Bazı koridor köşelerinde dijital ekranlar vardı. Ekranlarda tuhaf şekiller oynuyordu. Ekranların her birinin altında geometrik şekillerden oluşan tuşlar vardı.
Selami önünde ilerleyen iki yaratığın bir odaya girdiğini gördü. Ardından Selami de odaya girdi.
İki Çupakapra yerde dikdörtgen zemin üzerine yatmış tuhaf sesler çıkarmaya başladılar. “Govk. Govk. Govk…” Sanki İki Çupakapra baş uçlarındaki geometrik şeklindeki tuşlara bas der gibiydiler.
Selami “Benden yardım mı istiyorsunuz?” diye konuştu. Yaratıklar “Govk Govk. Govk…” Demeye başladı. Selami zemindeki geometrik tuşlardan birine bastı. O an yerde yatan iki Çupakapranın üzerini yoğun bir şekilde beyaz renkte ışık huzmesi kapladı.
Işıktan Selami’nin gözleri kamaştı. Ama az sonra şaşırtıcı bir gelişme oldu.
Naci ile Fikri’nin insan vücudu ışık huzmesi dağılınca ortaya çıktı. Doğruldular.
Naci “Tanrıya şükürler olsun. Nihayet.” Diye konuştu.
Selami sordu “Siz kimsiniz?”
Naci ve Fikri isimlerini söyledi. Sonra Naci
“Acilen buradan gitmeliyiz.” Dedi.
Selami “Nasıl olacak bu?”
Naci “Biz burada bir hayli şey öğrendik. Şimdi şu kabini açarak içindekileri giyeceğiz. Sonrası daha eğlenceli.” Dedi.
Üç insan odanın içindeki kabini açtılar. Astronot kıyafetlerini giydiler.
Naci “Selami sen yenisin. Fikri’ye yardımcı ol. Şimdi içinde bulunduğumuz piramit havalanacak. Sonra uzaya çıkacağız. Ondan sonra gezegeni terk edeceğiz.” Dedi
Piramit bir elektrik akımının çıkardığı vınlamaya benzeyen ses ile havalandı. Gök yüzüne doğru ani bir hareket ile gözden kayboldu.
Yıldızlar daha net görünüyordu. Piramitin altındaki gezegen uzayın esrarengizliği ile boşlukta duruyordu. Piramitten aşağıdaki gezegenin kıtaları ve denizleri görünüyordu. Beyaz bulutlar leke gibi gezegenin üzerindeydi. Ama uzay boşluğunda ilerleyen piramit çok hızlı yol alıyordu. Aşağıdaki gezegenin kıtaları kısa sürede piramitin önünden geçiyorlardı. Bunu fark etmek için aşağıya dikkatle bakmak yeterliydi.
Gezegenin üç güneşi vardı. İkisi uzakta biri yakındaydı. Gezegenin bir yaşama kavuşması elbet bir müdahale ile olmuştu. Şimdi Selami bunları öğrenmekle meşguldü. Fikri ise biraz sonra hareket edecekleri güzergahı bulmakla meşguldü.
Naci piramiti otomatik kontrole aldı. Yerinden kalktı. Selami’nin yanına geldi.
“Sormayı unuttum Senin adın neydi?” dedi
“Adım Selami. Sonra Selami devam etti. Piramitin bilgi bankasında ne ilginç şeyler var.”
Naci “Ne gibi?”
“Gezegene yaşamı Sionslular getirmiş. Gezegenin ismi Sionsmuş.Yazılar öyle diyor.”
Naci “İlginç bir şey bulursan söyle.” Dedi. İlerledi. Fikri’nin yanına geldi.
Fikri konuşmaya başladı. “Allah’tan çupakapralar piramitin bilgi bankasına anladığımız dili de koymuşlar. Değilse işimiz çok zordu.”
Naci “Bir şeyler yapabildin mi. Çünkü senin ayarlayıp kaydedeceğin rotaya benim bir düğmeye basmamla hareket edeceğiz.”
Fikri” İşim beş on dakikaya biter. Burada her şey kayıtlı. Rotamızdaki bazı gezegenlerde hayat var. Bazılarında yok. İçlerinde yaşayan insansı yaşamları bir bir kontrol ediyorum.”
“Naci sordu. “Şimdiki gezegenin ismi ne?”
“Aldaberan gezegeni.”
“Kaç ışık hızı ötede?”
Fikri “Işık hızı ile gidersek iki aylık bir mesafede. Eğer tycson hızı ile gidersek iki saniye demeden oradayız.”
Naci “peki o kadar hız piramite zarar verir mi?”
“Piaramitin ayarlarını iyi yaparsam hiçbir zarara uğramayız.”
O an yanlarına Selami geldi. Naci ona sordu.
“Önemli bir şey bulabildin mi?”
“Çok ilginç şeyler var.”
Naci “Ne gibi?”
“Biz çupakapraların gezegeninde yaşasaydık dünyaya geri dönme şansımız olmayacaktı. Ama bulunduğumuz yer Samanyolu galaksisinden çok uzak bir galaksi.”
Naci “Yani.”
“Dünyaya uzaydan gidebiliriz ama bu çok uzun bir zaman ister.”
Naci Fikri’ye “Samanyolu nu araştırsana.” Dedi.
Fikri “Araştırma biraz zorlaşacak. Çünkü piramitin bilgi bankasında sadece bulunduğumuz galaksinin koordinatları var.” Diye konuştu.
Naci “Bu işi ancak teknolojileri gelişmiş insansı yaşam olan bir gezegende halledebiliriz.”
Fikri “Aldaberan tam buna uygun.”
Naci “İyi o zaman.” Dedi. Sonra Selami’ye sordu. “O çupakapraların gezegeninden niye dünyaya dönemiyoruz. Bilgi bankası bir şey diyor mu?
Selami “Siz de biliyorsunuz. O boyutkapısı açan cihaz çok esrarengiz. Piramitin bilgi bankasında cihaz hakkında çok karmaşık bilgiler var. Boyut kapısı açmak için yalnızca bir çupakapra DNA sına ihtiyaç var. Bir tür tetikleme.”
Naci “Bu doğru. Çünkü İnsan vücuduna dönüşümüzde böyle oldu. Ama bu iş tehlikeli dedi. Devam etti. Artık yerlerimize geçip hareket için hazır olalım.”
Naci pilot koltuğuna oturdu. Fikri Naci’nin sağına Selami soluna oturdu. Geri sayım başladığında herkes heyecan içindeydi. Kontrol panelinden geri sayım ses geliyordu. “Dört, üç, iki, bir, ” Piramit uzayda iken birden kayboldu.”
Aldaberan yaşamın en eski gezegeniydi. Gezegene yaşamı Samu uygarlığı getirmişti. Samu uygarlığından önce ise henüz evren yaratılmamıştı. Samu uyğarlığı meleklerden oluşuyordu. Dilmun gezegeninde yaşıyorlardı. Onlar tanrıdan aldığı emir ile gezegenlerinin bir çok yerine libnit cihazı yerleştirmişlerdi. Melekler her bir libnitin içindeki elektronları yakalıyorlardı. Elektrona çektikleri bir hat partükülü daire şeklinde açıyordu. Oraya uzanan melek eli ile dua ediyor yakalanan elektronun içine giriyordu.
Elektornun içinde süper novalar vardı. Orada galaksiler vardı. Galaksilerin içinde gezegenler vardı. İşte Samu uygarlığı önce gezegenlere yaşam veriyorlar sonra oraya hayvanları yerleştiriyorlardı. Ardından Tanrıdan alınan Emir gereği yaratıcının misalini ortaya çıkarıyorlardı. Ortaya çıkan zeka taşıyan tenler yaşamaya başlıyordu.
Selami bunları ekrandan tek tek okudu. Konrol panelindeki Naci’ye seslendi.
“Naci Aldaberan gezegenine yaşamı melekler getirmiş. İlgini çekti mi?”
Naci “Kimmiş o melekler?”
“Samu uygarlığıymış.”
Naci Fikri’ye sordu. “Fikri piramidin zarar kontrolü bitti mi?”
“Bitmek üzere. Yalnız enerjimiz hiç kalmadı.”
Naci “Niye kalmadı?”
“Rotamızda yaptığımız tycson hızı enerjimizi bitirdi. Reaktör neredeyse piramiti de enerji olarak harcayacaktı.”
Naci “Enerji bulma imkanımız yok mu?”
Fikri “Var ama o enerji dışarıda olduğu müddetçe bir şey yapamayız. Oturup beklemeliyiz.”
Naci “Neyi bekleyeceğiz fikri. Aldaberanlıları mı?”
“Zannedersem onlardan başka çevrede uygarlık yok.”
Selami Fikri’ye doru “Fikri Aldaberanlılar bize nasıl yardım edecek?” diye konuştu.
Fikri “Gezegene ışık hızı ile üç günlük uzaktayız. Zannedersem biz tycson hızından çıktığımız andan itibaren bizi fark etmişlerdir. Bizi bulmaları an meslesi.” Dedi
Naci yerinden kalktı. “Ben çok açım dedi. Sizde açsınız herhalde. Gelin piramiti arayalım. Yiyecek bir şeyler bulalım.”
Naci ilerledi. Fikri Ve Selami de kontrol panellerini bırakıp Naci’nin peşinden gitti.
Piramidin arka odalarındaydılar. Birine girdiler. Odaya girdikleri an şaşırdılar. Odada yedi adet kabinde uyku halinde çupakapralar yatıyordu. Ne yapacaklarını bilemediler. Çupakapraların uyanması piramitteki üç insan için tehlikeliydi. Gerçi çupakapralar insana saldırmıyordu. Üç insanın ancak vücutlarına el koyabilirlerdi. Bu da olmasa piramitte çupakapraların ortalıkta dolaşmalarını bilinmesi üç insanı gererdi.
Naci “Fikri sen bu tür uygulamalara meyillisin. Çupakapraları uyandırmadan cihazlarından programlarına bak. Uyanmaları yakınsa elinden geldiğince uykularını uzat.” Dedi.
“Tamam.”
Fikri çupakapraların odasında kaldı. Naci ve Selami yiyecek bulmak için odadan çıktı.
Selami ve Naci kısa süre içinde piramidin yiyecek deposunu buldu.Yiyecekleri teker teker tatmaya başladılar. Yiyeceklerin tatları çok tuhaftı.
Naci “Bu yiyecekler çupakapralara özgü. Ama bunlar nihayetinde gıda. Seçici olmamalıyız.” Diye konuştu.
Selami elindekini Naci’ye uzattı. Naci eline aldığı konserve kutusu gibi şeyin içine parmağını daldırdı. Ağzına götürdü.
“Nedense bunun tadı aklıma çupakapraları getiriyor.” Diye konuştu.
Selami “Yiyecekler öyledir. İnsanın şekli yiyeceklerden gelir. O yiyeceklerin tadı ise yiyendeki hislerin aslıdır.”
“Anladım. Yani biz bundan uzun süre yersek çupakapraya dönüşeceğiz öyle mi?”
“Dönüşmeyeceğiz. Ama onların yiyeceğinden tattığımız için düşünce şeklimiz onlar gibi olacak.”
Naci “Şimdi ise anlamadım. Nasıl oluyor bu?”
Selami “Bizim zekamız yedilerimiz ile besleniyor. Mesela yoğur yersek uykumuz geliyor. Çay içersek zihnimiz açılıyor. Yiyeceklerin bunca etki edebildiklerine göre eğer, elimizdekilerden uzun süre yersek çupakapralar gibi ufak bir tehdit karşısında kaçacak delik ararız.”
“Yani yediğimiz şeyler bizim pisikolojimizi belirliyor. Seninde bildiğine göre çupakapralar bizde bu yedikleri şeyler yüzünden mi kaçtı?”
“Galiba öyle. Bu yiyecekler çupakapraların metabolizmalarına uygun geliyor ki ondan bu yiyecekleri tercih ediyorlar.”
Selami ve Naci elinde bir düzine yiyecek kutuları ile kontrol odasına geldiler. Fikri’yi beklemeden kutulardakini yemeye koyuldular.
Fikri çupakapraların uyuduğu odada kabinleri kontrol eden programa bakmış, çupakapraların yakın olan uyanma zamanlarını çok ileri bir zamana taşımıştı. Fikri odayı terk ederken odanın kapısını açılamayacak şekilde şifreledi. Ardından kontrol odasona doğru ilerledi.
Selami ve Naci yedikleri ile keyif içinde uyku zeminine uzanıp dinleniyorlardı. Fikri onları görünce
“Bana yiyecek bir şeyler kaldı mı?” diye konuştu.
Naci “Kaldı. Yalnız onlardan yerken iyi düşün.”
Fikri “Niye?”
Naci “Çünkü bunlar çupakapraların yiyecekleri. Sorun yaşarsak sonucuna katlanmalıyız.”
Fikri “Yiyecek başka bir şey yok ki. Rejim de yapamam. Zaten çok zayıfım.” Dedi.
Naci “Afiyet olsun.”
Fikri konserve kutularından birini açarak atıştırmaya başladı. O ara konserve kutusunun üzerindeki yazılar dikkatini çekti. İngilizce yazıyordu. Kutunun kapağına baktı. Üretim tarihini ve son kullanma tarihini okudu. Naci’ye seslendi. “Naci şu kısık ışıkta bile ne yediğimizi fark etmek ne güzel.”
Naci “Ne oldu ki?”
“Bu yediklerimiz Amerikan malıymış.”
Naci “Hadi ya?” diyerek yerinden doğruldu. Arkasından Selami de uzandığı yerden kalktı.
Konserve kutularında Made In USA yazıyordu. Konservenin ismi ise Goverment yani “Yabancı memleket” idi.
Naci “Kullanma tarihi de geçmemiş.” Diye konuştu.
Selami “Son kullanma tarihi kaç okusana.”
Naci “22-8-2150” diye rakamları okudu.
Selami “Son kullanıma iki daha var.” Diye konuştu.
Kontrol panelindeki manubleden sesler gelmeye başladı. “Dı dıd dııd dı dı dıı.” Naci hemen kontrol paneline yöneldi. Ekranda sesin periotunu görmek için düğmeye bastı. Ses periotu geniş aralıklıydı. Periotu dijital haritaya entegre etti. Ses uzaktan değil piramitin içinden geliyordu.
Naci analiz düğmesine bastı. Sesin kaynağını hemen yakaladı. Şaşırdı. Ses bulundukları kontrol odasından geliyordu.
Naci söylendi. “Bu ses çok tuhaf. Ses bu odanın içinden geliyor ama görünürde hiçbir şey yok.”
Fikri merakla sordu. “Sesin kaynağını görüntüleyebildin mi?”
Naci Onun üzerinde çalışıyorum. Ama faydası yok. Görünmüyorlar.”
Fikri “Görünmezlik sensörlerini aç.” Diye konuştu.
Naci “Bu ne işe yarayacak?”
“Bir tahminim var. Piramitin bilgi bankasından okumuştum. Çok ileri bir uygarlıktan söz ediliyor. Onlar ölümsü yaşamı başarmış bir uygarlıkmış.”
Naci sordu. “Ölümsü yaşamda ne demek?”
“Bedeni yaşıyor vaziyette bırakıp ruhun bedenini terk edip gezmeye, dolaşmaya çıkması.”
Naci “Bu mümkün mü?”
“Mümkün. Bilgi bankasında bunu başaranların Orimana uygarlığı olduğu yazıyor.”
Naci beklemeden görünmezlik sensörünü açtı. O an ekranda kontrol odasının içinde dört ölümsü yaşamı gördü.
Naci Selami’ye seslendi. “Selami bak burada neler görüyorum. Ekranımda seninle beraber konservenden atıştıran dört tane ruh görüyorum.”
Selami “Hadi be” diye söylendi. Sonra sordu. “Konserveden sadece benim atıştırmamla eksilme oluyor. Peki onlar nereden atıştırıyor?”
Naci “Şu an görüyorum. Elin kutudan çıkınca onların parmakları kutuya dalıyor.”
Fikri yerinden kalktı. Kontrol paneline yöneldi. Selami doymuştu. O da yerinde kalkıp kontrol paneline yöneldi. Ekranda dört ruhu da görüyorlardı.
Naci “Vücutları olmadığı halde bunlar neyin gıdasına ihtiyaç duyuyorlar?” diye söylendi.
Selami “Onlarla iletişim kurmayı dene.” Diye konuştu.
Naci “Bakalım.” Dedi.
Önündeki sensörün düğmesine bastı. Sonra ses aktaran cihazın sesini açtı.
Sesler geliyordu. Biri “Bizi tespit ettiler.” Dedi.
Diğeri “Piramidi keşfedeceğiz. Aldığımız emir böyle.” Dedi.
Öbürü “İzimizi bırakmadan buradan gitmeyeceğiz değil mi?”dedi.
Cevap geldi. “İşimiz sadece bilgi bankasındakileri taşıyıcı ruhumuza kopyalamak. İz bırakmaya gelince piramidin reaktörünü bozmak en iyisi. Çünkü burada enerji var. Enerji üreten madde bu sayede reset edecek. Ve bizim başlattığımız hat süreklilik kazanıp eğirmeye başlayacak.”
Dört ruh kalktı. piramidin bilgi bankasının yanına geldi. Bilgi bankası birden çalıştı. Ekranda bir iki dakika yoğun beyaz ışık belirdi. Sonra ekran kapandı. Dört ölümsü yaşam bu sefer kontrol odasından çıktı. Bir alt kısım olan kata indiler. Naci bütün olanları görüyordu.
“Bunlar bizim reaktörümüzü bozarlarsa daha da zor duruma düşeriz. Reaktör dışında yedek bir saatlik enerji ile ortada kala kalırız.” Dedi.
Selami “Aldaberan gezegenine varabilseydik işimiz kolaylaşacaktı.” Dedi.
Fikri sordu. “Aklından neler geçiyor Selami?”
“Aldaberan gezegeninden yardım bulamasak gezegenin yörüngesindeki çöplükten enerjisi tam bitmemiş uydular bulabiliriz.”
Naci “Selami’nin fikri çok yerinde. Hem Aldaberan gezegeni bizler için yabancı bir yer. Orada ne kadar insansı yaşam da olsa onların eline düşüp denek olmak istemeyiz değil mi? İki gün daha bekleyeceğiz. Piramitteki kalan yedek enerjiyi de çöplükte arama yapmak için kullanacağız.”
Tam o sırada piramidin bütün enerjisi söndü. Her taraf karanlığa büründü.
Fikri “Yedek enerjimizi kullanmamız gerekiyor. Piramitteki oksijen sirkilasyonu için makineleri çalıştırmalıyız.” Diye konuştu.
Naci Aldaberana varış zamanı üzerinde hesaplamalar yaptı. Sirkilasyon makinelerinin ne kadar enerji harcayacağını buldu.
“Enerjimizin yarısı gidecek diye konuştu. Devam etti. Geriye tek mesele kalıyor. O da dört ölümsü yaşamın piramitten gitmesini beklemek.”
O an ekrandan uyarı sesi geldi. Çupakapraların odasında hareketlenmeler vardı. Uyanmışlardı. Odadan çıkmak için sağa sola koşuşturuyorlardı. Ne var ki onların hapisliği kısa sürecekti. Kapıları şifreden ve engelleyicilerden kurtuldu. Çupakapralar dışarıya çıktı.
Naci o an kontrol odasının kapısını kapattı ve şifreledi. Sonra engelleyicileri devreye soktu. Artık güvendeydiler.
Fikri “İki gün boyunca oruç tutabiliriz. Belki biraz daha fazla. Ama sonrası ne olacak. Yiyecek depomuz çupakapraların tarafında.”
Naci “Yapacağımız şey şu. Aldaberan gezegenine varınca piramide enerji depolayabilirsek depolayacağız. O olamazsa yedek enerjimizden feragat ederek çupakapraları uyuşturacak olan gaz panellerini çalıştıracağız. Sonrası yine onları hapsedeceğiz. Böylelikle yiyecek depomuzu ele geçirmiş olacağız.”
Selami sordu. “Aldaberan gezegenine sinyal gönderemez miyiz?”
Naci “Göndeririz fakat gezegendekilerden çekiniyorum. Onlara bulaşmadan işimizi halletmek en iyisi. Gezegenin çöplüğünde enerji bulamazsak beyaz teslim bayrağı çekeriz.”
O an ekranda dört ölümsü yaşamın piramitten ışınlandığı görüldü. Naci onların gittiği rotaya baktı. Ama tuhaftır ki o dört ölümsü hemen piramitin dışına çıkmışlardı.
Naci “Çocuklar hemen dışarımızda bir uzay gemisi var.” Diye konuştu.
Naci konuşmasını bitirmişti ki piramitin reaktörü tam kapasite ile çalışmaya başladı.
Piramit hızla Aldaberan gezegenine doğru harekete geçti. Naci telaş ile “ Kontrol elimizden çıktı.” Diye seslendi
Fikri onun yanına geldi. “Göstergeler ne diyor?” diye konuştu.
Naci “Bilinmez bir şekilde ana kontrol sistemine müdahale var” dedi. Ardından ekledi. “Güvenliğimiz tehlikede değil ama piramit kontrolümüzün dışında hareket ediyor.”
Fikri kontrol panelindeki göstergeleri bir bir kontrol etti. Piramide verilen hız dengeliydi. Hız ivmesi yirmi saniyelik bir ilerlemeden sonra itici birimler durdurulmuştu. Piramit uzayın oluşturduğu bir devinim ile ilerliyordu.
Fikri “Tehlikeli bir durum yok.” Dedi.
Selami yanlarına geldi. “Müdahale o ölümsü yaşamlardan veya gezegenden olmalı.” Dedi.
“Öyle olmalı dedi Naci. Zaten bunla boşu boşuna reaktörümüzü yenilemediler.”
Fikri “İyi de bunlar neden bizimle iletişime geçmiyor?”
Naci “Çünkü iletişim tuzağı olan bir yöntem.”
Fikri “Ne demek istiyorsun?” diye sordu.
“Onlar bizimle iletişime geçmekle belki bizim onları kullanabileceğimiz bir cihazımızın olduğunu düşünüyorlar.”
Selami “nasıl yani?” diye sordu.
Naci “Günümüzde soyut varlıklara müdahale etmek mümkün. Belki bizim onların iradelerini ele geçirip serbest kalacağımızdan korktular. Bir çeşit karşılıklı diyalogdan gelen zihin kontrolü.”
Piramit kısa bir süre sonra gezegenin yörüngesine girdi. Naci o an panelden gezegenin atmosferini taramasını yaptı. Atmosfer yedi kattan oluşuyordu. Nefes alabilecekleri hava normaldi.
Naci gezegeni tekrar taramaya başladı. Gezegenin dörtte üçü su geri kalanı karaydı. Her yerde ağaç vardı. Naci uzun sensörleri devreye soktu. Yer küreyi inceden inceye araştırmaya başladı.Yer kürede ağaçların arasında kapısı olmayan, taştan yapılmış büyüklü küçüklü kulübeler gördü.
Piramit o an gezegenin atmosferine girmiş hızla yere iniyordu. Yarım saat sonra yere iniş gerçekleşti.
İniş yerini büyük bir toz bulutu kapladı. Zemin oldukça geniş daire biçiminde ağaçsız bir yerdi. Alanın çevresinden itibaren orman başlıyordu.
Naci “Artık süprizleri bekleme zamanı.” Diye konuştu.
Selami araya girdi. “Piramitten dışarıya tek bir çıkış kapısı var. Kapıyı açarsak çupakapralar dışarıya çıkacak. Sonra biz.”
Naci “Çıksınlar. Bu gezegende yaşayanların sorunu. Çupakapralar onlar için tehlikeli ise belki onları kafese kapatırlar.” Dedi.
Fikri “ Çupakapraların tek tehlikesi var. Ellerindeki cihaz ile gezegendekilerin hepsini kendilerine benzetmeleri.”
Naci kontrol paneline yöneldi. “Çocuklar kapıyı açıyorum.” Dedi. Paneldeki düğmeye basarak piramidin çıkış kapısını açtı.
Naci ve iki arkadaşı ekrandan izliyorlardı. Çupakapralar dışarıya çıkınca önce kısa bir an etraflarına baktılar. Ardından dört bir yana hızla ormanın içine daldılar.
Naci “Bizde çıkıp keşif yapalım. Önce yönümüzü bulmak için pusulalarımızı alalım.” Dedi.
Dışarıya çıktıklarında onlarda etraflarına baktılar. Ardından belirsiz bir yöne doğru ormanın içine daldılar.
Naci ve iki arkadaşı aç kalmayacaklardı. Çünkü ormandaki ağaçlarda çeşit çeşit yenebilecek meyveler vardı. Bir iki ağaçtan meyve koparıp yediler. Ormanda formu değişik hiç görmedikleri hayvanlarla karşılaştılar. Onlar sanki dinozorlara benziyordu. Ama gördükleri hayvanların hiç biri devasa değildi.
Naci “Sinyal geliyor.” Diye telaşla konuştu.
Fikri “Ne sinyali?”
“Piramit hareket ediyor.”
Fikri “Nereye doğru gidiyor?”
“Gezegeni terk ediyor.”
O an önlerinde ışık huzmesi belirdi. Ormanda yürüyen üç kişiyi birden yuttu.
Geceydi. Işıktan çıktıklarında kendilerini ormanlık bir alanın içende buldular.
Naci sevinç içinde “Yaşasın dünyaya döndük. İyi ki bize yardım ettiler.” Diye konuştu.
Fikri “Yabancılarda olsak onlarla kullandığımız şey ortak. O da akıl. Bu yüzden bize yardım ettiler.”
Selami “Arkadaşlar dünyada olduğumuza emin olalım” dedi.
Ormanı kısa sürede çıktılar. Her şeyi gördüler. Burası dünyaydı.
Fikri “Gün benim günüm. Gelin benim eve. Bir şeyler içelim öyle evlerinize gidersiniz. “ Dedi. Beraberce sokak lambalarının ışığında ilerlediler.
Selami evine gelince karısı Gönül onu sevinç içinde karşıladı.
Sordu. “Birden bire nereye kayboldun?”
Selami “Gittiğim yer gezegen. Çupakapralarla dolu.” Sonra karşılaştığı iki kişiyi ve yaşadıklarını bir bir anlattı. Devam etti. “Ama piramitin bilgi bankasından çok gizli bir şey öğrendim.”
Gönül “Nedir o?”
Selami “Fornox galaksisini bilirsin. Saman yoluna en yakın ikinci galaksi. Galaksinin yıldızlarında hayat taşıyan üçyüz seksen yedi gezegen var. İşin ilginci o gezegenlerden biri de şu gittiğimiz Çupakapraların gezegeni. Onları öğrendim.”
Gönül “Neden devletimiz bu tür şeyleri insanlarından gizliyor?”
Selami “Bu tür şeyler insanların eline geçerse herkesin dünyayı terk etmesinden korkuyorlar. Bunun için o tür bilgilere ulaşımı sansürlüyorlar dedi. Devam etti.Gezegenlerin bir kaçında insan ırkı yaşıyor. Düşünsene geçit kapısını açan Karitol cihazı elimizde. Ve o hayat olan gezegenlerin bir çoğunda geçit için merindek hatlar var.”
Gönül Nedir merindek?”
Selami “Elimizdeki karitol cihazının kolaylıkla bağlanabileceği geçişi sağlayan görünmez ve gizli bir gerilim hattı.”
Gönül “Orada ne yer ne içeriz?”
Selami “Cihaz elimizde. İşlerimiz ters giderse sessizce geri döneriz.”
Selami sabaha doğru uyandığında hemen hazırlandı. Ayak üstü mutfaktaki buzdolabından bir şeyler atıştırdı. Karnını doyurdu. Karısı uyuyordu. Sessizce evden çıktı.
Şehir her zamanki gibi sakindi. Gök yüzünde uçuşan reklam taşıtlarına baktı. Kimi gıda firmalarına ait, kimi teknoloji firmaları. Çeşit çeşit reklam taşıtları.
Kalabalık caddede robotlar insanlara hizmet ediyordu. Kimi robotlar kafe önündeki müşterilere şiparişlerini getiriyor, kimi robotlar şehrin temizliği ile meşguldü. Yerleri süpürme, çöpleri toplama vs. Bazen Selami’nin karşısına Android hayat kadınları çıkıyordu. Ne kadar çıtır şeylerdi. Kendi karısıda androitti. Zamanında Gönül’e kıskanmamayı öğretmiş ve eve bazen android kadınlarını getiriyor onlarla ilişkiye giriyor ve Gönül’le hiçbir sorun yaşamıyordu.
Az ilerideki birkaç köpek dikkatini çekti. Bilim adamları hayvanların DNA sını değiştirmişti. Değişen DNA lar sayesinde Mollier’in konuşan hayvanları artık düş olmaktan çıkmıştı. Şimdide ilerideki birkaç köpek kafa kafaya vermiş sohbet ediyorlardı.
Selami köpeklere yaklaştı. “Selam kuçu kuçular.” Dedi.
İçlerinden biri “Abi bize et al haydi.” Dedi
Diğeri “Haydi abi ne olursun açız.”
Yanındaki “Abi bize et alırsan senin için birkaç yere işerim.”
Selami “İşemenizin bana ne faydası olacak?”
Aynı köpek “Olur mu abi, bazı bölgelere insanlar giremiyor. Köpekler onlara saldırıyor. O bölgelere girenler ise bölge köpeklerinin tanıdıkları dedi. Yeniden ısrar etti. Haydi bize et al ne olursun.”
Köpekler yalakalık yapmaya başladılar. Selami’nin üzerine çıkmaya çalışıyorlar sağına soluna zıplamaya başladılar.
Selami “Tamam kuçu kuçular Et alacağım.”
Selami önde köpekler arkasında ilerledi. Bir kasabın önünde durdular. Selami içeriye girdi. Kasaba “Bana yarımşar kilo üç parça et ver.”Dedi.
Kasap “Abi bu köpekleri alıştırma. Her gördükleri yerde senden et isterler.”
Selami “Zabıta bunlara bir şey demiyor mu?”
Kasap “Zabıta yakaladıklarını köpek çiftliğine götürüyor. Bu ortalıkta dolananlar ise kimlik kartı olan köpekler. Sahipli. Zabıtalar onlara bir şey yapamıyor. Sadece kural ihlali yapan köpeklerin sahiplerine para cezası kesiyor.”
Kasap etleri hazırlamıştı. Etleri poşetler içinde Selami’ye verdi. Selami üzereti ödedi. Kasap dükkanından çıktı. Etleri köpeklerin önüne çıkardı. Ardından kalabalık insanların arasına katılarak caddedeki kaldırımda ilerledi.
İnsanlar neşeliydi. Devletin çıkardığı kanunla caddelerde artık ne araba vardı nede onların sesleri. İnsanlar ulaşım için uçan kaykaylar anti yer çekimli uçan taşıtlar kullanıyorlardı.
İnsan demokrasiyi yeni keşfetmişti. O demokraside Devlet insana özeldi. Artık tüm nsanlar devletin millet vekilleri olmuştu. Bir meclis vardı. Birde meclis komisyonu. Komisyondakiler bir bir kanunları okurlar millet vekillerinin onayına sunarlardı. Millet vekilleri onayı evlerinde bir cihaz ile meclise bildirirdi.
Selami düşüne düşüne düşüne ilerliyordu. Kendisi millet vekili değildi. Millet vekili olması için çalışması gerekiyordu. Selami çalışmıyordu ama devletten maaşını da alıyordu.
Selami bir işte çalışsa devletin millet vekilleri gibi çok üstün ayrıcalıklar elde edecekti. O sükun içinde yaşamayı seçmişti. ‘Niye karmaşanın içinde bacalayayım ki?” Diye düşünüyordu. Millet vekili olmayı hiç aklından geçirmiyordu.
Şehrin bilgi bankası olan binaya geldi. İçeriye girdi. Boş bir kabin bulup oturdu.
Bilgisayardan Fornox galaksisine bağlandı. Piramitten aldığı koordinatı bilgisayara yükledi. Düzene koydu. Ortaya çıkan yeni koordinatları karitola yükledi. Artık tek bir tuşla geçiti açabilirdi. Yerinden kalktı. Binayı terk etti. Kalabalık insanlara karışarak caddedeki kaldırımdan evine doğru yol aldı.
Selami evine geldiğinde hemen bilgisayarının başına oturdu. İnterneti açtı. Haber sitelerine baktı. Ülkesinin uzay araştırma merkezine girdi. Yeni gelişmeler klasörünü tıkladı. O an müjdeli haber gözüne ilişti. Gezegen taşınıyor haberi başlığını açtı. Okumaya başladı. Haber küresel ısınmadan dolayı ülkesine dünya devletlerince bir antlaşmayla ayrılan gezegenden bahsediyordu. İsmi Kulukse gezegeniydi. Devleti insanlarını kısa zamanda oraya taşıyacaktı. Selami sevinç çığlıkları attı. Demek beklenen şey nihayet gerçekleşiyordu.
Selami biraz dinlenmek için mutfaktan aldığı bir bardak çay ile balkona çıktı. Apartmanın altıncı katındaydı. Kuş bakışı şehri seyretmenin keyfini çıkarmaya başladı.
Manzara önündeydi. Az ileride ormanlık başlıyordu. Hemen beride yol vardı. Gerisinde konutlar.
Selami oturduğu yerden Naci ve Fikri’nin evlerini gördü. Evleri hemen hemen yan yanaydı. Aynı apartmandaydılar. Aralarında iki daire vardı. İkiside artık Selami’nin arkadaşıydı.
Fikri’nin balkon lambası yanıktı. Balkonda bir karaltı vardı. O Fikri’ydi. Selami ona telefon açmalı planını onunla paylaşmalıydı. Yerinden kalktı. Salona geçti. Sehpanın üzerindeki cihazı alarak Fikri’nin hattını çevirdi.
Selami “Alo Fikri ben Selami. Buraya gel de konuşalım.”
Fikri “Tamam hanımla geliyorum.” Dedi cihazı kapattı.
Fikri de bir android kız ile yaşıyordu. Yalnız O’nun android kızdan doğan bir çocuğu vardı. Az sonra onunla birlikte geldiler.
İki andoroid kız ve çocuk salonda kaldılar. Selami ve Fikri balkona geçtiler.
Fikri “Anlat bakalım. Neler yapıyorsun?”
Selami önce şehre gidip araştırmasından bahsetti. Sonra Merindek hattından bahsetti. O hattın ne işe yaradığını açıkladı.
Fikri sordu. “Fornox galaksisinin bilgileri hep saklandı durdu. Sen transfer koordinatlarını nasıl ele geçirdin?”
Selami “Lazım olur diye çupakabraların piramidinden aldım.”
Fikri “İyi ki aldın. Senin sayende gideceğimiz yerde Adem olacağız.”
Selami “Gideceğimiz gezegen ‘Soran P2’. Piramitte çupakapralar gezegenine böyle diyorlar. Sonra sordu. Naci de gelir mi ki?”
Fikri “Gelir gelir. O da benim gibi macera delisi.”
Selami tekrar konuya döndü. “Karar verelim. Önce büyük seyahat sonra gezegenimiz. Olur mu?
Fikri “Çok iyi olur. Bakarsın oradan gezegenimize malzeme araklarız.”
Selami “Bu iyi fikir.” Dedi
Fikri “Biliyorsun burada bu mümkün değil. Satın aldığın her şeyi takip edebiliyorlar. Yeni olan şeylerin zaafları çok olur. O yüzden büyük yolculuğa katılıp ardından büyük bir keşfe çıkmalıyız.”
Selami “Doğru. Keşfimizde boş alanları doldurmalıyız.”
Güldüler. Ardından çaylarını yudumladılar. Sonra neşe içinde sağdan soldan muhabbet etmeye başladılar.
Güneş kuru bir sıcaklık getiriyordu. Ağaçlarda ki meyveler bundan etkilenmiş, çoğunun içindeki sıvı buharlaşmış, çürümeye yüz tutmuştu.
Selami şemsiye olmasa dışarı bile çıkamazdı. Hava da öyle bir sıcaklık vardı ki bu her şeyi kurutuyordu. Selami kışın soğuğunu hissetmiş gibi birden titredi. Bu vücudunun anlık sıcaklık değişimi idi. Ardından hapşırdı. Elma ağacının yanındaydı. Dallarda sağlam kalmış birkaç elma arıyordu. Bir tane gördü. Elma ağacın en tepesindeydi. Oraya çıkamazdı. Kısa sürede olsa güneş ışığına maruz kalmak tehlikeli olurdu. Düşündü. Şemsiyesini kullanabilirdi. Şemsiyeyi kapattı. Bir sopa gibi yaptı. Bir iki zıplamadan sonra dalda gördüğü elmayı yere düşürdü. Şemsiyesini tekrar açtı. Yerdeki elmayı eğilip aldı. Ardından hızlı adımlarla evine girdi. Mutfağa geçti. Gönül her zamanki gibi uğraşacak bir şeyler bulmuş bu, sefer tahta dolap raflarına ıslanmasın diye koyduğu gazetelerin eskilerini kaldırıp yerlerine yenilerini koyuyordu.
Selami “Bak Gönül bahçedeki ağaçtan yere elma düşürdüm. Kolay oldu. Ama kafama biraz güneş sıcaklığı geçti.” Diye konuştu.
Gönül “Dışarıya çıkılmayacağını sende biliyorsun.” Diye karşılık verdi.
Selami “ Kışa kadar bu elmalardan tadamam. Devletin seraları beni tatmin etmiyor. Verdikleri yemeklik sebzeler. Meyveyi çok az veriyorlar.” Dedi.
Gönül cevap vermedi. İşi ile meşgul olmaya devam etti.
Selami keyif içinde odasına girdi. On senedir elma yiyememişti. Şimdi onu afiyetle midesine indirecekti. Masa üzerinde ki gazeteyi eline aldı. Koltuğuna oturdu. Bir taraftan elmasını yedi diğer taraftan gazetesini okudu. İlginç bir haber gözüne ilişti. Haber “Ülkemiz taşınıyor. Yeni bir gezegen bulundu. Uzay gemileri bu iş için hazırlanıyor. Yolcular için çağrılar yapılıyor.” Diyordu.
Selami karşısında oturan gönül’e “Gönül al gazetede ki haberi oku. Yeni bir gezegen bulmuşlar. Yolculara çağrı yapıyorlar. Nasıl olsa bir gün bütün insanlar bu gezegeni terk edecek. Karar verdim birlikte oraya gideceğiz.” dedi.
Gönül o an “Yaşasın” diye sevincini dile getirdi.
Herkes odasında mutlu idi. Selami ve Gönül odalarında gidecekleri gezegeni monitörden izliyordu. Öyle harika yerler vardı ki ağaçların çokluğu onları coşturmuştu. Gezegen yırtıcı hayvanlardan bilim adamlarınca temizlenmiş, yaşanılır hale getirilmişti
Selami önündeki cihazdan uzay gemisinin bilgi merkezine girdi. Oradan gemide altı milyar insanın olduğunu öğrendi. Bu dünyanın dörtte bir sayısı idi.
Selami Gönül’e yöneldi. “Gönül bak dünyayı artık tamamen terk ediyoruz.” Dedi.
Selami bilgi merkezinden uzay gemisinin hızını da öğrendi. İnsanlar gezegene ancak on yılda ulaşabileceklerdi. Bu Selami için gemiyi gezmek ve yeni şeyler öğrenmek demekti. Önce makineden çıkan, kremsi, beyaz biyolojik yiyeceğini tadacaktı. Çünkü mutluluk karın tokluğunda yatıyordu.
Selami için her şey yeni başlamıştı. Gönül’ün kaldığı odanın koordinatlarını cihazına kayıt etti. Sonra oradan ayrıldı. Açık alan denilen yere doğru hareket etti.Orası gezmek ve eğlenmek için tasarlanmıştı. O yer öyle büyüktü ki tepede asılı duran yapay güneş bu büyüklüğü ortaya çıkarıyordu. Selami yapay güneşin çapını biliyordu. Bu ayın onda biri büyüklüğüydü. Ve ondan defalarca büyük gezi ve eğlenme alanı sanki yapay güneşi yutmuştu.
Kendisi gibi gençleri toplandığı ve eğlendiği bir bar buldu. Yüksek seste müzik çalıyordu. Selami “Ne güzel bir ses.” Diye düşündü. Dinlediği şey şu an ona tarifi gizli duygular yaşatıyordu. Bir süre kendini melodinin sarhoşluğu içine bıraktı.
İradesini kullanmazsa kendini müzikten kurtaramayacağını gördü. Melodiden hipnoz olmak üzereydi. Müziğin durduğu bir anda hemen bardan dışarı çıktı. Kurtulmuştu. Ama yaşadığına değmişti. Refref parkına doğru yol aldı.Oraya varınca kendine bir refref seçti. Bindi. Uzay gemisinin sancak tarafına doğru havadan hızla yol adı. İnsanların boş uzaya baktığı yerde durdu. Oturabileceği bir yere geçti. Her kes gibi o da boş uzaya bakarak dünyanın taşındığına şahit olmaya başladı.Uzay gemisinin derinlere doğru ilerlediklerini gördükçe yeni gezegenin heyecanı içinde coştu durdu. Diğer taraftan milyonlarca yıl yaşanmış bir gezegeni terk etmek ve bunun acısını silmek zor olacaktı.
Selami uzay gemisinin ihtişamının yeni yeni farkına varıyordu. Oturduğu yerden diğer insanlar gibi karanlıkta ki yolculuğu değil az önce refrefi ile üzerinden geçtiği o yarım küre şeklinde ki dev yapıya odaklanmıştı. Işıklar saçan yer hemen güvertenin önüydü. Selami’nin oraya gitmesi dakikalar alacaktı. Yapı yakın gibi görünüyor ama bu onu yerinde simetrik olarak duruşuydu. Bir süre sonra başını derin karanlığa çevirdi.
O nereye baksa hep inanılmaz görüntüler ile karşılaşıyordu. Şimdi ise önünden devasa bir yıldız geçiyordu. Bu Selami’yi yerinde biraz daha tuttu. Alevler açık seçik görülüyordu. Uzay gemisi yıldıza uzaktı. Fakat yıldızın sıcaklığını az da olsa hissedebiliyordu. O an güverte insanlarla dolmaya başladı. Yıldızın ateşi ile ihtişamlı görünüşü herkesi buraya çekmişti. Yer müsaitti. İnsanlar seyre oturduklarında hala boş yerler vardı. Selami bunu kendi koltuğundaki cihazdan görebiliyordu. Cihazı biraz kullanınca öğreneceği çok şeyin olduğunu tekrar gördü.
O yarım kürenin ne olduğunu bulmak zor olmadı. Bilgileri bulunca tüyleri diken diken oldu. Yapının ışık saçması görünmez ve gizli hatların gerilimiydi. Yarım küre pi/iki derinliğindeki atom altı boyutlara kapı açıyordu. Selamibunu bir yerde duymuştu. Evren atom altı quarklarda gizliydi. İnsan boş uzayı çıkacak olsa sadece bir atomun dışına doğru giderdi. Ve kendini yine geldiği yer gibi bir uzayda bulurdu. Makro derinlikler ve mikro derinlikler sonsuzdu.
Selami şu an ki yaşadığı evrenin libnit adlı kürede ki herhan gibi bir quarkın içinde olduğunu biliyordu. Bunları düşününce daha da heyecanlandı. Demek insan oğlu evreni vücuda getirebilmişti. Yarım kürenin niçin yapıldığını öğrendiğinde biraz endişelendi. Çünkü uzay gemisi kaza geçirdiğinde ölen insanların ışık zerrecikleri olan öz ruhları libnit, cihazına çekilecek ve önceden belirlenmiş olan atom altı evrenin bir köşesine götürülecekti.
Selami koltuğunda ki cihazdan bu yeri de öğrendi. Önce bir gezegeni gördü. Ve bir bina ile karşılaştı. Burada ramea isimli ileri teknoloji içeren bir kutu vardı. Işık zerrecikleri olan öz ruhlar ramea kutusunun içine çekiliyor ardından onlara beden giydiriliyordu. Tuhaflıklar bununla da bitmiyordu. O atom altı gezegende insanların yaşadığını gördü. Belli bir yerde onun üzerinde piramit dizili ve onların çevresindeki halka olmuş insanlar secde eder gibi başlarını piramide doğru eğip kaldırıyorlardı.
Allah’ı düşündü. “Peki Allah bunun neresinde.” Dedi içinden. Elbet Allah’ı kimse geçemezdi. Onun geçilmezliği kutsal ışığında yatıyordu. İnsan bir evren meydana getirse de bilgi de Allah’ı geçemezdi.Selami her şeye sahip olup gayenin de var olduğu bir hissin her zaman bir umuda ihtiyaç olduğunu biliyordu. Ona madde veya bilgi bir şey veremezdi. Mehmet’in istediği bekleyişti. Bu bekleyişte Allah onu kabz eder ve korurdu. İşte insan böyle kendini güvende hissederdi. Buna rabıta deniyordu.
Uzay gemisi devasa büyüklükteki yıldızı on dakika içinde geçti. Seyir için bekleyen insanlar güverteyi boşaltmaya başladı. Selami keşfetmenin heyecanı içinde koltuğundan kalktı. Refrefine bindi. Havalandı. Yarım küreye doğru yol aldı.
Giderken aşağıya bakmayı da ihmal etmiyordu. Keşfedilecek çok şeyin olması milattan sonra üç binli yılların bir güzelliğiydi. O an coşkusu doğum günü olduğu için daha da arttı. Üç bin elli dokuz yılına dört yüzüncü yaşı ile girmişti. Karşısında gördüğü libnit adlı küre bu gün için kendine verdiği güzel bir ödül olacaktı.
Küreye yaklaşmıştı. Şimdi ışıklar daha da parlak görünüyordu. Selami küreye gelince refrefini koyacağı yere doğru alçaldı. Durdu. Refrefinden indi. Yapıya baktı. Som altındandı. Başka şey de beklenemezdi. Çünkü altın ancak milyonlarca yıl sonra yok oluyordu. Bir koridordan geçti. Kendisi gibi keşif için gelenleri gördü. Hepsi bir top büyüklüğünde ki küreye bakıyordu.
Küre altından bir sütunun üzerinde duruyor, sütun da küçük bir piramidin tepesindeydi. Görüntü muhteşemdi. Bir bilim adamı anlatıp duruyordu. Libnitin keşfini konuşuyordu. Bu bilgiye dünyada arkeolojik kazılar ile ulaşılmıştı. Bulunan şey Mısır’daki Gize kumlarının derinliğinden çıkan İsis’in kütüphanesiydi. Bir uzay kayığı bulunmuş ve içinde ki kitapların da sırlar barındırdığı öğrenilmişti. Libnit cihazı da bu bilgilerden biriydi.
Şimdi bilim adamı “gezimize katılmak isteyen varsa ellerine ki şu gördüğünüz Karilottan alsın.” Dedi.
Selami bir tane aldı. İnceledi. Üzerinde üçgenler vardı. Kombinezonları esrarlı bir his veriyordu. Orada bulunan yirmi kişi Karilot den birer tane aldı. Bilim adamı tekrar talimat verdi.”Hazır dediğimde üçgenlerin hepsine basacaksınız.” Dedi. Ardından libnitin yanına gitti. Küreye akım verdi. “Hazır, başlayın.” Dedi. Yirmi kişi birden şeffaf bir görüntüye büründü. Sonra kayboldular.
Selami bir an için sağına ve soluna baktı. Herkes oradaydı. Amma zaman ve mekan değişmişti.
Bilim adamı. Işınlanılan yerin odak cihazına giden akımı kapattı. Mahiyetindeki yirmi kişiye malumat vermeye başladı. “Şu an Labion piramidindeyiz. Yapı som altındandır. Duvarlarda gördüğünüz hiyeroglifler büyük esrarın kayıtlarıdır. Hitit çivi yazısı ile yazılmıştır. Çözümlemeyi bilen varsa gezi sonunda okuyabilirler. Şimdi sizi bu piramide isim veren labion cihazına götüreceğim.” Dedi
Odanın içi aydınlıktı. Ama görünürlerde hiç ışık kaynağı yoktu. Mehmet kendini ilk defa bir firavunun hissettiği duygulara kaptırdı. Onlar hep saraylarında gizemlerle dolu odalarından hiç dışarıya çıkmazlar ve evrenin gizli bilgileri ile meşgul olurlardı.
Selami “Acaba bilmek derinlere dalabileceğimiz esrarı gizlemek mi. Eğer öyleyse kimse bir şey bilemez.” Dedi içinden. Diğer taraftan herkes tarafından bilinen şey bilgi değil bir araçtı. Bil bulmak demekti. B ve L harfleriydi. Az önce bilim adamı duvarlardaki büyük esrar kayıtlarından bahsetmişti. Üstelik yazıların hiyeroglif olması bilinmeye bir engeldi. Mehmet “faydası dokunmaz.” Diye düşündü. Ama onun için yazı bir avcı bilgi de avdı. Cennetsi hislerin beslendiği yegane kaynak ise gizlenen esrarlardan gelirdi. Şimdi daha iyi anlıyordu. Kendini bir firavun hissetmenin tek yolu salt gerçeğin gizli olması ve onu bir miktar çevreye hissettirebilmekti.
Yirmi kişilik grup koridordan geçerken duvarlardaki kabartmalara göz gezdiriyordu. Bilim adamı bunlardan birinin önünde durdu. “Bu gördüğünüz kabartma Aldaberan yıldız sistemi. Burada on tane gezegen var. Şu gördüğünüz üçüncü gezegen Sions gezegeni. Yani buraya gelirken kullandığımız libnit cihazının geldiği yer. Bu gezegenden gelenler arkaik dönem öncesi dünyaya gelip yerleştiler. Onlar matematikte çok ileriydi. Onlar Külik ve igmir matematiğini kullanıyorlardı. Bu matematik türlerini henüz insan oğlu keşfedebilmiş değil. İşte onlar Atlantis ve Mu kıtası uygarlıklarını kuran, insan olmayan ama ondan daha zeki varlıklardır.” Dedi. Sonra yürümeye başladı. Ardından diğerleri.
Bir kapının önüne gelindi. Bilim adamı önündeki kolu çevirdi. Kapı açıldı. İçeride kare şeklindeki bir taşın üzerinde duran küre gözüktü. Yeşilimsi ışıklar saçıyordu. Odağına doğru ışık sönüktü. Bilim adamı anlatmaya başladı
“Bu gördüğünüz labion Hiyapin evrenindeki düşünen varlıkların yazdıkları yazıdan kendine görünmez ve gizli bir hat çeker ve kutsal ışık akışını sağlar. Bununla varlıklar düzene girer. Kısaca şöyle. Yaratıcımız bizim kaderlerimizi katında bulunan levhadaki yazılar ile yönetiyor. Labion ise hiyapin evrenindeki metafiziği yönetiyor. Kendinize “biz nasıl düşünüyoruz?” sorun. labion cihazının ne demek olduğunu görün.”
Selami sevindi. Azda olsa düşündükleri bilim adamının söyledikleri ile çakışıyordu.
Bilim adamı “Şimdi piramitten dışarıya çıkacağız. Sakın şaşırmayın dedi. Arından Herkes Karilotlarının üzerindeki üçgenlere bassın.” Dedi.
Birden herkes şeffaf bir görüntüye büründü. Sonra kayboldu. Piramidin dışına ışınlanmışlardı. Manzara onları şaşkına çevirdi. Böyle bir şeyi daha önce hiç görmemişlerdi. Atmosfer ve yer arası öyle parlaktı ki insanın bundan hoşlanmaması mümkün değildi. Gök yüzünü aydınlatan yıldız yoktu. Grup havada uçan insanları fark edince ilgiyle bakmaya başladılar. Çünkü uçanlar bir cihaza veya alete ihtiyaç duymuyorlardı. Bilim adamı,
“bu gördüğünüz uçan insanlar teknolojiye ihtiyaç duymayan kişiler. Gezegende yaşayanlar bilgilerini bir kitaptan alırlar. O kitap ki yaratıcının sırlarını içerir. İşte bu insanlar bir söz ile veya bir düşünce ile hem uçarlar hem bir anda mekan atlarlar. Biz dünya insanoğlunun da böyle olmasını istedik ama uzay evreni yöneticileri buna izin vermedi. Biz de bunu libnitimizde denedik.” Diye konuştu.
Selami “Bir şey sorabilir miyim?” dedi.
Bilim adamı “tabi sor.” Dedi.
“Bu gezegenin ismini söylemediniz.”
“Haklısın. Söylemedim. Bu gezegenin ismi Mavi Ay. İçinde hayat olan aynı bölgede iki gezegen daha var. Sessiz Tepe ve Göbekli isimlerinde. Üç gezegenin de bir yıldızı yok. Çünkü hepsi yapay olduğu için her şey düşünülmüş.”
Mavi Ay gezegeni ağaçlar ile doluydu. Hepsi devasaydılar. Bilim adamı ve grubu bir ormana girdiler.Bir domates ile karşılaştılar. Domates bir ev büyüklüğündeydi. Az ilerlediler. Bu sefer bir mısır ile karşılaştılar. Koçanı ise beş katlı bir apartman büyüklüğündeydi. Bilim adamı bu durumu açılamaya başladı.
“Bu gezegendeki ağaçların, meyvelerin ve bitkilerin devasa olması gezegenin oluşum süreci içinde bulunduğu içindir. Dünyadaki dinazorları düşünebiliriz. Onlar da devasa büyüklükteydi. Ağaçlar ve bitkilerde öyleydi. Bu doğanın işlenmemiş olduğunu gösterir. Doğa da zaman geçtikçe bitkiler ve canlılar küçülür. İşte bu her şeyin kendi formunu bulması anlamına geliyor.”
Bir akar su kenarına geldiler. Bilim adamı “Yemek mola verelim.” Dedi. Sonra elindeki cihaza ayarlama yaptı. Ormana tuttu. Bir iki dakika içinde bir geyik yerden sürüklenerek geldi. Bilim adamı cihazı ile geyiği et parçaları haline getirdi. Sonra geyik yenecek kıvama geldi.
Grup geyiği keyifle yedi. Akarsudan içtiler. Suyun tadı muazzam güzeldi. İçenlerin hepsi beğenmişti. Az sonra hatıralara daldılar. Biri “Ben böyle bir şeyi daha önce hiç hissetmedim.” Dedi.
Başka biri “Bu yaşadığım tarifi gizlenmiş bir coşku.” Diye konuştu. Selami ise içtiği suyun verdiği inanılmaz duygularla kendi kendine “cennete mi düştüm.” Diyordu.
Bilim adamı da akarsudan içti. Bir müddet sustu. Sonra konuşmaya başladı.
“Bu akar sudan içen bütün acılarını unutur ve su ona gençlik ve ölümsüzlük verir. Bu ırmağın ismi kapuksidir. İçene dünyada tarifi gizlenmiş hisleri yaşatır.Bu ırmağın kaynağında kutsal ışık var. Özelliğini de bundan alıyor.” Diye konuştu.
Grubun içinde kimyager olan Belil isimli kişi bilim adamına sordu. “Bu Mavi Ay gezegeninde bitkiler fotosentezini ne ile yapıyorlar. Görüyoruz ki gezegenin bir yıldızı yok.”
Bilim adamı “Bilim adamlarımız Mavi Ay için her şeyi düşündü. Gezegene bağımsız hareket eden ışık zerrecikleri yerleştirdi. Onların ışığı kutsaldır. Çünkü onlar öz ruhtur. Bitkiler bu ışığı aldıkça daha da coşarlar. Ve devasa büyüklüğe ulaşırlar. Bu onların hormonal dengelerinin bozuk olduğu anlamına gelmez. Işık zerreciklerinin aydınlığı hiç bitmez. Sonsuza kadar sürer.” Dedi. Gruptan bir başkası “biz insanlar kutsal ışığı kullandığımız için uzun ömürlüyüz. Bitkiler de bilinç olsaydı onlarda bizim gibi kurumaz ve ölmezdi.” Dedi
Bilim adamı “Kutsal ışık üzerinde araştırmalarımız sürüyor. Kutsal kitaplar bunun kaynağının hep yaratımız olduğunu söyler. Biz bilim adamları henüz böyle bir kanıt bulmuş değiliz. Ama başka bir şey bulduk. Her şey kutsal ışık barındırıyor. Diyebiliriz ki düşünsel bağlantılarda ki rabıta sonsuzdur. Belki biz yokuz. Ama düşündüğümüz için varız. Bu da düşünce kudretinin büyüklüğünü gösterir dedi. Devam etti. Şimdi geri dönme vakti geldi. Herkes ne yapacağını biliyor. Karilotlarda ki üçgenlere basacaksınız.” Dedi.
Bilim adamı ve mahiyeti labion piramidine ışınlandılar. Sonra libnit bağlantısına akım verildi. Bilim adamı ve yirmi kişi atom altı hiyapin evreninden ayrılıp uzay evreninde seyreden istasyona ışınlandı.
Selami keyif içindeydi. Akarsudan içtiği su henüz etkisini kaybetmemişti. Ama uzun süre annesinden ayrı olduğu için daldığı hayalden uyanabildi. Refrefine bindi. Cihazından annesinin kaldığı odanın koordinatlarını takip ederek havadan hızla ilerledi
Kapının önündeydi. Açtı. Gönül ekranda komedi programını izliyordu. Selami’yi görünce “Nerede kaldın. Burada bir şey yapamadım. Lavabo ihtiyacım oldu. Ancak uzun uğraşlardan sonra lavabo kabinine girebildim.” Diye konuştu.
Selami “ Senin cihazın var. Ona sesli talimat vererek işlerini görebilirdin. Unuttun mu?” dedi.
“Ben bilemedim. İnsan cihazlardan uzak yaşayınca böyle benim gibi teknoloji özürlü oluyor.”
Selami “Karnın aç mı?” diye sordu.
“Hayır. Ya senin?”
“Benim aç değil. Biraz önce geyik yedim. Anlatması uzun sürer. Şimdi benim çok uykum var. Gidip yatacağım. Bir hafta uyuyacağım.” Dedi.
“İyi uyu da büyü.” dedi Gönül.
Selami önce uyuma kabini kıyafetlerini giydi. Bu şekilde daha rahat olacaktı. Sonra kabine geçti. İçine girdi. Uzandı. Kabinin kapağını örttü. Gözlerini kapattı. O an kabinde yeşilimsi bir ışık meydana geldi. Bir haftalık uyku keyif içinde başladı
Uzay gemisinde isyan çıkmıştı. Zenci insanlar bir araya toplanmış uzay gemisi yöneticilerinden kendilerine daha çok özgürlük istiyorlardı. Zenci isyancılarından bir grup uzay gemisinin güç kaynağını ele geçirdi. Güvenlik boş uzayda seyreden gemiye zarar gelebilir diye ateş açmıyorlardı. Zenci isyancılar bunu gördükçe daha provake oldular. Bu sefer yönetimi ele geçirmeye çalıştılar. İsyancıların ellerindeki silahlar şok aletiydi. Bu gemide herkesin kullandığı bir silahtı. İsyancıların başı Malkom isimli zenci henüz yeni karşılaştığı güvenliğin kullandığı silahlar onu isyandan biraz caydırdı. Gemi yönetimi toplanmış ve etik olmayan bir karar almıştı. İsyancılara germiyan isimli silahlar ile karşılık verilecekti. Sonunda zenci isyancıların yarısı bu silahlar ile moleküllerine ayrıldı. Kaçan diğerleri ise uzay gemisinin büyüklüğünden faydalanarak sağa sola dağıldılar. Ama çatışma hala sürüyordu.
Kapı hızla çalmaya başladı. Dışarıdaki “beni öldürecekler. Ne olur açın kapıyı.” Diyordu. Selami acele ile uyandırılmalıydı.Gönül bir belayı hissetmiş ve kocasını uyandırmaya çalışıyordu. Cihazı aklına geldi “Uyku kabini. Hemen kapakları aç.” Diye komut verdi. Kapaklar birden açıldı. Selami uyandı. Gönül’ün telaşını gördü. Öğrendi. Kapıda istenilmeyen biri vardı. Karı koca bir müddet bekledi. Kapıyı açmadılar. Kapıdaki istenmeyen kişi uzaklaştığında rahat bir nefes aldılar. Gönül o kişinin zenci olduğunu görmüş ve yüz ifadesinden neye bulaştığını anlamıştı.
İsyan uzay gemisinin dışında da devam ediyordu. Selami çarpışmayı odasından açık seçik görebiliyordu.
On yıl çabuk geçmişti. Üç uzay gemisi ile dünyadan taşınan on sekiz milyar insan yeni keşfedilen gezegene inmiş ve uygarlıklar kurmaya başlamıştı.
Selami’nin yanında birden biri belirdi. Fikriydi. Yanında Naci de vardı.
Fikri “Selami müjde. Bu gezegendeki hiçbir şey takip edilmiyor.” Dedi
Selami “Çok iyi. Şimdiden işe başlayalım. İkinizin kız arkadaşı benim Gönül’ün yanına gelsin. Sonra ilk transfer için gezegenimize neler götürebiliriz. Onları kararlaştıralım.”
Gecenin yıldızları çok yakındı. Bazı yıldızların yuvarlaklığı açık seçik görülüyordu.
Firavun yeryüzünde tamamladığı kontrolü bırakıp yanındaki küreye yöneldi. Küreye dikkatlece bakıyordu. Gezegende yaşayan ruhları müşahede etmeye başladı. İnsanların hiç birinde kutsallık bulumadı. Firavun küreye son bir kez daha baktı. Kürede koyu kızıl bir ışık noktacığı belirdi. Noktacığa yoğunlaştı. Az sonra kızıl nokta sahibini açığa çıkardı.
Adı Selami. Asi biri. Ama kutsallığı yüksek.
Firavun elini küreye koydu. Noktanın sahibini yavaşça odaya akıttı. Gri renkteki yogunluk bedene büründü. Firavun onun yanına yaklaştı.
“Kalk” diyerek onun dürtekledi.
Selami gözlerini açtı. Baktı. Yattığı yerden doğruldu.
Firavun “Beklediğin ve özlediğin cenneti sana vereceğim.” dedi.
Selami “Burası neresi?”
Firavun “Burası terk ettiğiniz gezegen dünya”
Selami “Biz burayı yaşanmaz biliyoruz. Burada benim ne işim olabilir?”
Firavun “Korkmana gerek yok. Sen bana yardımcı olursan bende sana ihsan ederim.”
Selami “Adın nedir?”
Firavun “Adım Osiris.”
Selami “Yani eski Mısır Firavunu.”
Firavun “Evet dedi. Sonra yerinden kalk benimle gel.”
Firavun önde Selami arkada dehlizlerin içne daldılar. Taştan koridorda ilerliyorlardı. Yol bazen yukarıya, bazen aşağıya, sağa ve sola doğruydu. Koridorun açık yerlerinde uçurumlar vardı.
Firavun elinde büyük bir meşale taş bir kapının önünde durdu. Anlaşılmaz bir dil ile fısıldadı. Kapı açıldı. İçeriye girdiler. Odanın içi koyu kızıllık kaplı. Işığın kaynağı belli değil. Firavun lahitin önünde durdu.
Konuştu. “Bu taş lahit seni cennete taşıyacak. Yapman gereken uzun müddet onun içinde yatmak.”
Selami denileni yaptı. Taş lahitin içine girdi.
Firavun “Lahitin kapağında küçük bir delik var. Oraya dikkat et. Işık o delikten girince uyanmış ol.” dedi.Lahitin kapağını kapattı.
Az sonra delikten ışık belirdi. Sonra taş lahitin kapağı açıldı.
Firavun “Uyuyabildin mi?”
Selami “Lahitin kapağını yeni kapatmıştın. Neden açtın?”
Firavun “Kutsallığın çok fazla. Sen bu lahitte iki gün iki gece kaldın. Kutsallığın sana zamanı unutturdu.”
Selami “Bütün bunlar neyin nesidir?”
Firavun “Siz insan oğulları dünyayı terk ettiniz. Geride atalarınızın ruhlarını bıraktınız. Ben onları sana ışık zerrecikleri şeklinde yükledim.”
Selami birden uyandı.Diğer atraftan dışarıdan gelen garip sesleri işitiyordu. Bunlar çupakapra sesleriydi. Çupakapranın biri pencereye uzandı. İçeriye baktı.
Selami “Ne tuhaf yaratıklar.” diye söylendi. Dışarıya çıktı. O an evin önündeki birkaç çupakapra sağa ve sola kaçmaya başladı. Selami bir müddet onların kaçışını izledi. Sonra dönüp arkasına baktı. İki tane dev piramit ile karşı karşıya.
Selaminin yanında bir ses. Fikriydi. “Sabah babah ne bu gürültü?”
Selami “Oraya bak.” diye iki piramiti işaret etti.
Fikri “Dünyada kedi köpek ne ise çupakapralarda o.”
Selami “Bunlar bir üçüncüsü ile beraber.”
Fikri “Nedir o?”
Selami “Kedi ve köpek üçüncüsü ise insanoğlu. Devam etti.Zekka ilerledikçe onun sahibi klasikleşiyor. Çıkış yerimiz doğa olduğu için gün gelecek ileri teknolojinin içinde mağra hayatı yaşayacağız.”
Selami gördüğü rüyayı anlattı. Firavunun insan dışı iri gözlerini tarif etti.
“Kadim bir yaşantı ile kaşı karşıyaydım. O duvarlardaki yazılara beni kendi zamanına taşıdı. Orada her şeyi gördüm.”
Fikri “Bilgi denen av çift kanatlıdır. Onu yakalayan avcı ise yazıdır. Bence rüyan bir zihin boşalması.
Selami “Herşey o kadar açık ve netti. Bence yaşadıklarım rüya olamaz. Zekanın kudreti sosuzdur. Rüyada olsa galiba biri bana mesaj vermek istedi.”
Birden yanlarında Naci belirdi. “Nedir mesele?” diye konuştu.
Sellami “Çupakapralardan girdik firavundan çıktık.”
Naci “Çok ilginç şeyler konuşmuş olmalısınız.”
Selami “Evet öyle. Çupakapralar tıpkı kedi ve köpek gibiler. İkiside insa dostu.”
Naci “Artık gezip tozmaktan başka işimiz kalmadı.” dedi.
Selami “Senin için öyleama iş daha bitmiş sayılmaz.”
Fikri “ Bitmeyen ne gibi bir iş acaba?”
Selami “Burada yabancı gibiyiz. Buralı olmak heryeden önemli. Gezegene ya tam hakim oluruz başladığımız yerden devam ederiz, ya da herşeyi bir kenara bırakıp ilkel bir şekilde yaşarız. İlkel olursak Soran P2 nin bir parçası oluruz.”
Naci “Her iki şekilde de ihtiyacımız olan bir cennettir.”
Fikri “Ben geldiğimiz yerdeki veri bankasında ilginç bir şey ile karşılaştım. Hükümet bilgileri ne kadar gizli tutsada o bilgilere ulaştım. Proje gezegenin her yerini ışık kaplamak ile ilgili. Işığı kaynağı yok. Ortada güneşte yok. Atmosfer ve yeryüzü tıpkı bir fosfor gibi ama ondan tıpkı bir güneş gibi kıyaslanamaz bir parlaklıkta oluyor. Buna kutsal ışık denmiş. Bu yer küreden atmosfere kutsal ışık akışını sağlayan panandufora isimli cihaz ile oluyormuş. Ve kutsal ışık ile dolan gezegende ölüm olmuyormuş.”
Selami “Bu ap açık gizlenen bir cennet projesi.”
Fikri “İnsanoğlu kutsal kitabı dinlemedi. Çok ileri gitti.”
Naci “Doğru. Kutsal kitaplarda insanın cennete gireceği yazar. Ama insanın gezegeni bir proje ile cennete çevirip istediği gibi at koşturmaya başladı. Tanrı öğretmeye çalışıyor. Biz ise bu gidiş ile Tanrıya öğreteceğiz.”
Dünya Taşınıyor II. Bölüm
Bin yıl sonraydı. Soran P2 gezegeninde insan nüfusu çok artmıştı. Buna nazaran atalardan kalan teknoloji yok olup gitmişti. İnsanların evi olsa da ilkel bir yaşamın içindeydiler. Yaşam tarımdan ibaretti. Gezegende ülkeler oluşmuştu. Her ülkenin bir lideri vardı. Savaşlar yapılıyor ve liderlerin zaferleri ülkelerini güçlendiriyordu.
İnsanların inancı atalar kültürüydü. Soran P2 gezegeninde üç insanın anıtı vardı. Ritüellerle süslenen din bir çok kutsallaşmış kitapla yaşıyordu. Dini kültür üç insanın üzerineydi. Bin yıl önce ölen Selami, Naci ve Fikrinin bir arada bulunan mezarları gezegenin en kutsal yeriydi.
Dolfo masanın başındaydı. Cihaz birden sinyal vermeye başladı. Paralel boyuttan biri geliyordu. Işık huzmesi oluştu. Az sonra içinden Selami çıka geldi.
Dolfo “Hoş geldin Selami. Aradığını bulamadın demek.”
Selami odanın içini ilk defa görüyordu. Dolfo’yu tanıdı. “Sen zaman geçidi mühendisi değil misin?”
Dolfo “öyleyim. Ama bir senedir paralel boyut şubesinde çalışıyorum dedi ekledi. Arkadaşlarını bulamadın heralde?2
Selami “Maalesef onların izine ne zamanda ne paralel boyutlarda bulabildim. Ama zamanda neslimizin olduğunu gördüm. Onların hayatı bambaşka. Acıdım onlara. Yaşamları hayli kötüydü.”Selami odadan çıkıp doğru yemek için kafeye girdi. İçtiği ve yediğinden çok zevk alıyordu. Paralel boyut açlığı diye düşündü.
Selami’nin içi yanıyordu. Zamanı atlamış ve her şeyi açık seçik görmüştü. Soyunun büyüyüp millet haline gelmesi ve gezegende milletlerin oluşması ona gurur veriyordu. Ama şahit olduğu savaşlar için yaşadıkları kabus gibiydi.
Soran P2 gezegeninde Arkon ismindeki millet Arayon milletiyle savaşıyordu. Savaş alanında Selami de bulunmuştu. Kılıçlarla biçilen insanlar toprağa düşüyor çığlıklar her yeri kaplıyordu. Selami savaşlar için hiçbir şey yapamazdı. Çünkü devletleri krallar idare ediyordu. Kendisi değil. Bir çıkar yol vardı. O da Soran P2 gezegeninde yaşayanlara medeniyet getirmekti.
Selami elindeki kocaman elmasa benzer kristale baktı. Kristalden ışık çıkıyordu. O an zihnini yoğunlaştırdı Zihni kristale aktı. Işık şimdi kızıl renge büründü. Kristalde görüntüler oluşmaya başladı. Naci ve Fikri’yi gördü. Kristal onların nerede olduğunu bildiremediği için Selami iki arkadaşı ile temasa geçemiyor ve konuşamıyordu. Sadece görüntülerini alıyordu. Naci ve Fikri’nin yürüdüğünü görüyordu. Etraf ormanlıktı Selami bir müddet iki arkadaşını kristalden izledi. Sonra zihnini kristalden çekti. Kristal ışık yitirip görüntüsüz hale geldi.
Kafe kalabalıktı. İçeride yemek yiyenler ve eğlenenler vardı. Eğlenenler dev ekranın karşısında hareketsiz durup görüntülere bakıyorlardı. Ekran bir tür geleceği yansıtıyordu. İnsanlar sadece birkaç saatliğine geleceklerini görüp pozisyon alıyorlar, zamandaki olaylarda değişiklik yapıp birbirilerine ya şaka yapıyorlar ya da bir tür saklambaç oynuyorlardı. Saklananlar hünerine göre geleceği gösteren ekrandan ya kaçıyorlar veya bulunuyorlardı.
Selami de eğlenenlerin arasına katılmak istedi. Yerinden kalktı. Ekran başında eğlenen üç kişinin yanına geldi.”Ben de size katılabilir miyim?” dedi.
“Tabi dedi biri. Zaten az kişiydik dedi ekledi. Işınlanmak için şu cihazı koluna tak.”
Selami aldığı cihaza baktı. Sıradan bir cihazdı. Nasıl kullanılacağını hemen çözdü.Cihazı koluna taktı.
Selami ile konuşan genç yanındakine “Geride kalan sen ol.” Dedi.
Ekranda geri sayım başladı. Geride kalan kişi on beş dakika boyunca saklananları arayacaktı. Saklanacak olanlar kollarındaki cihaza basıp ışınlandılar. Herkes ayrı bir odaya ışınlandı. Odalar her yerde olabilirdi. Ya zamanda ya da paralel boyutlarda.
Geride kalan başka bir cihaz aldı. Onunla ışınlanma esnasında görünmez ve gizli bırakılan, izleri takip edecekti. Önce geleceği gösteren ekrana baktı. En hızlı ve iz bırakmayan Selami’nin olduğunu gördü. Ama Selami ekranda birden bire kayboldu. Genç şaşkına döndü. Cihazlardan kaçmak mümkün değildi. Genç arayıcı cihazını eline aldı.O da ışınlandı.
Selami bulduğu odaya dikkat kesildi. Oda da başka bir yere ışınlanmayı engelleyen sensoru gördü. Sensor ışınlanmaya yalnız odalar arasına izin veriyordu. O an Selami kristalden sinyal almaya başladı. Az sonra Naci ve Fikri’yi gördü. Sonra nerede olduklarını öğrendi. Ardından bağlantıya geçti. Zihinsel temas ile Dc HRS adlı paralel boyutta olduğunu öğrendi. Bu dünyadaki bir paralel boyuttu. Gözlerine inanamadı. Dünya sıcaktan yaşanmaz haldeyken paralel boyutları da benzer durumu yaşamalıydı. Ama öyle değildi. Elindeki kristalde cennetten bir köşe görünüyordu.
Selami odalar arası ışınlanmayı engelleyen sensordan kurtulmak için zihin yöntemini kullandı. Cihazını çalıştırdı. Birden kendini ormanın içinde buldu. Fikri ve Naci az ilerideydi. Selami’yi gördüklerinde hemen yanına geldiler.
Naci “Sen geçitsiz nasıl geldin buraya?”
Selami “Kolumdaki cihazla.”
Naci “Bu cihaz yıldızlar arası yolculuğa nasıl elverişli olur?”
Selami “Bildiğin gibi değil. Cihazı zihnimde kutsal ışıkla çalıştırdım..”
Naci “Bak bunu hiç düşünmedim. Desene manevi bir yolculuk. Evliyalar gibi. Cihaz var ama ondanda ilerisine taşmışsın. Dedi ekledi. Biz buraya çupakabraların piramidi ile geldik. Yalnız onların hiçbirini yanımızda getirmedik. Dc HRS paralel boyutunu da çupakabraların piramidinde keşfettik.”
Selami “Benim bildiğim dünyada Dc HRS diye bir paralel boyut yoktu.”
Naci “İnsanlar her şeyi bulduk her şeyi keşfettik zannederler. Yanıldıklarını işte çupakabralardan öğreniyoruz.”
Selami “Dünya’nın yok olma süreci buraya uğramayacak mı?”
Naci “Uğraması mümkün değil. Dc HRS’e felaket daha on bin yıl uğramıyor.”
Selami sordu. “Burada ne yapmak niyetindesiniz?”
Naci “Fikir benim. Bu boyuta inşa edeceğimiz atmosfer üssüyle dünya’nın atmosferini düzenleyip temizleyeceğiz.”
Selami “Yapacağınız üst için hem malzemeye hem insan gücüne ihtiyaç var. Ben derim ki malzemeler için Soran P2 gezegenine gidin derim.”
Naci “Orada çupakabralardan başka canlı yok.”
Selami “Sandığınız gibi değil. Soran P2 gezegeninin geleceğinde insan kaynıyor.”
Naci “Nasıl olur bu?”
Selami “İyi düşünün. Oraya ilk giden bizleriz. Ve bizim neslimiz qrada çoğalıyor.”
Naci “Doğrusu dünya’nın yeniden ağaçlandırılması ve imarı için o insanlara ihtiyacımız olduğudur.”
Selami “Gece olmak üzere. Akşam kalacak bir yer ayarladınız mı?”
Naci “Bu gezegenin tamamı ormanlarla kaplı. Gecelemek için bir ağaç kenarı yeterli bize.”
Selami’nin kolundaki cihaz sinyal vermeye başladı.Cihazın tuşuna bastı. Cihazın üstünde üç boyutlu görüntüler meydana geldi.
Selami “Bunlar çupakapra. Piramitleri ile buraya geliyor.”
Naci “Çupakabralarla ilk karşılaşmamızdan beri biz nereye gidiyorsak onlarda bizi takip ediyor.”
Selami “Tabiî ki öyle olacak.”
Naci “Nasıl yani?”
Selami “Hatırla ilk karşılaşmamızda çupakapraya dönüşmüştük. DNA mız değişti. Çupakapralara onlardanmışız diye mesaj gidiyor.”
Naci “DNA mızı eski haline getiremez miyiz?”
Selami“Buna olanak yok. DNA mızı eski haline getirsek bile mutlaka iz bırakır vücutta. Şimdiki teknoloji bunları da buluyor. Sonra ekledi. Çupakapralar bir dakika sonra burada.”
Az sonra gökyüzünde bir piramit belirdi. Ardından bir düzinesi göründü. Ve yere indiler. Üç arkadaşa iki yüz metre mesafedeydiler. Piramitlerin içinden çıkan çupakapralar sağa sola dağılmaya başladı.
Selami “Bunlar bizim önceden karşılaştığımız çupakapralar değil. Benim bildiğim mavi olmaları gerekiyordu. Bu piramitler ise kızıl renkte.”
Naci “Çupakapralar ne kadar zararsız iseler de dikkati elden bırakmamak lazım. Çünkü bunlar yabancı çupakapralar.”
Selami “Şu dünya atmosferini eski haline getirme fikri içime sinmedi. Çok büyük devasa bir tesis kurmak bizim harcımız değil. En azından şimdilik.”
Naci “Atmosfer yenilenseydi dünyadan gidenler yenilerdi.”
Selami “İsterlerse yaparlardı. Ama yinede faydası olmazdı.”
Naci “Neden faydalı olmasın. Yapsalardı olur biterdi.”
Selami “Sorun başka dedi. Dünya atmosferi çok bozuk. Sıcaklık o yüzden artmış durumda. Ama sıcaklığa etki eden bir faktör daha var.O da dünya güneşe çok yakın. Bunu değiştirmek ise mümkün değil.”
O an beş tane çupakapra onlara doğru geliyordu.
Naci “Bize doğru geliyorlar. Ne yapalım?”
Selami “Bence bunlarda zararsız.”
Beş çupakapra onlara on metre mesafede durdu. Çupakapraların gitmeye niyeti yoktu. Dikkatlice onlara bakıyorlardı. Çupakapralardan biri elindeki cihazı onlara uzatınca Selami erken davrandı. Belindeki ışınlı şok çubuğunu çupakapralara tutup çalıştırdı. O an çupakapralar panik içinde sağa sola kaçtı.
Selami “İşte bunların sonu böyle. Acıtmadan kaçıracaksın.”
Naci elindeki cihazı piramitlere tuttu. Selami “Neyin peşindesin?”
Naci “Bekle ve gör.” Cihazdan üç boyutlu görüntüler çıktı. “Tamda tahmin ettiğim gibi.” Dedi.
Selami ve fikri şaşakaldı. Naci “Dc HRS dünya boyutunu çupakapralar işgal etmiş. Piramitlerden gelen sinyale göre burada, altı milyona yakın çupakapra var.”
Selami “Çupakapralar insan icadı bir canlı. Demek dünya bilim adamları Dc HRS boyutunu çupakapralara üst seçmiş.”
Selaminin kolundaki cihaz uyarı vermeye başladı. Selami “Kozmik bir sinyal. Dünyadan geliyor.”
Naci “Kozmik sinyal nedir?”
Selami “Dalga boyu kutsal ışık seviyesinde olan bir yayın. Kutsal ışığı düşüncemizde oluştururuz. Düşünce ya var ya yok seviyesinde. İşte kozmik dalga böyle. Ancak düşünce boyutundan yayın yapılır.”
Selami cihazındaki üç boyutlu görüntüleri görünce şaşırdı. “Şunlara bakın. İki ayak üzerinde yürüyen ve konuşan maymun adamlar. Hem de dünyada. Bizden yardım istiyorlar.”
Naci “Gidecek miyiz yoksa, burada keşif yapmaya devam mı edeceğiz?”
Selami “Çupakapraların cennetinde görecek keşfedecek bir şey olmamalı sanırım. Çupakapra ve piramitler. Başka bir şey değil.”
Fikri araya girdi. “Maymun adamlar sinyalde ne diyor?”
Selami “Gelin bizi kurtarın. Yaşam alanlarımız yok olmak üzere. Tehlikedeyiz’ diyorlar.”
Naci “Gezegende ne kadar maymun adam var peki?”
Selami “Yaklaşık yirmi bin. Hepside iki dev yapılı bölge tesislerinde yaşıyorlar.”
Naci heyecanlanmıştı. Dünyada maymun adamların yaşadığını ilk kez öğreniyordu. “Bilim adamlarının bunu da yapacağı aşikardı. Her dalda elleri var. Hayvan maymunları değiştirmemeleri söz konusu dahi olamaz.”
Selami “Maymun adamlar kozmik yayınla mesaj çektiklerine göre zekaları bir hayli ileri olmalı. Hayvanlar yer, içer, yatar, uyur. Onların mental yoğunluk sağlamaları beklenemez. İnsanoğlu her gün yeni şeylerle meşgul. Yeni şeylerle olmasının nedeni medeni yaşamda oldukları için. Zamanında Platon düşünceyi insan üzerinden zincirlere bağlamış. Ve zamanımıza kadarda düşünce, haritasını bozmadan koruyabilmiş. Zincirler medeni yaşama güç olmuş. Ama kozmik düşünce Zamanımızın ürünü. Kutsal ışıkla alakalı. Zihin yoğunlaşarak kutsal ışığın akışını sağlıyor. Kutsal ışık salt gerçek bir olgudur. Bilgi bu yolla elde edildiğinde düşüncenin ismi fornox oluyor.”
Naci “Maymunlara itici gücü sağlayan önce DNA sonra Plato’nun sağlam zincirleri.”
Selami “Zincirleri yabana atma. Demirdendir ve ağırdır. Kozmik düşünce ile bağlandığında esrarı büyük olur. Bunları çok kitap okuduğumdan biliyorum. Parçalar zihnimde birleşince ilham geliyor. Üzerine gidince de bu tür şeyler ortaya çıkıyor. Hatta diyebilirim ki taşı altına çevirmenin yolu bile kozmik düşünceden geçiyor.”
Naci “Altın bilim adamları için önemli bir madde. Onların bilimle yapamayacağı şeyi kozmik düşünce ile yapabilmek müthiş bir şey.”
Selami “Her şey sandığın gibi değil. İnsanoğlunun salt gerçek yaşamda yani fornoxta ilerlemesi lazım. Ancak parçalar öyle birleşir ve ilham geldiğinde, taşı altına çevirdiğinde bu senin sırrın olur.”
Naci konuyu değiştirdi. “Maymun adamlara ancak elimizdeki piramit ile yardım edebiliriz değil mi?”
Selami “Ben de öyle düşünüyorum. Dedi ekledi. Haydi gelin piramitlerden birini ele geçirelim.”
İlerlediler. Onlar yaklaştıkça çupakapralar sağa sola dağılmaya başladı. Bir piramidin önünde durdular. Selami önde piramidin içine girdiler. İçeride maymun adamları dünyadan alıp ışılama birimi de vardı.
Selami “Maymun adamlara ulaştığımızda onları Sora P2 gezegenine taşıyalım. Gezegen onlar için elverişli. Ve hiç insan yok orada.”
Naci sağa sola bakıyordu. Duvardaki bir bölmeye dikkat kesildi. “Tamam buldum paralel boyuttan çıkışın birimini.” Naci el kadar büyük, yuvarlak ve yassı olan kızıl yüzeyi Selami’ye gösterdi. Beraber kumanda odasına geçtiler. Önce piramidi havalandırdılar ardından paralel boyut geçiş birimini çalıştırdılar.O an Fikri gözlerine inanamadı.
“Ne tatlı bir ışık yoğunluğu.Bununla ilk defa karşılaşıyorum.” Dedi.
Selami “Işık kumanda odasının dışındaki yuvarlak yassı yüzeyden geliyor. Bu harika kızıl ışık yoğunluğu ise akıp giden foton zerreciklerinin durmuş hali.”
Naci “Doğru bu. Bilim adamlarımız yeni keşfedip yaptılar. Ama teknolojiye çupakapralar bizden evvel ulaşmışlar.”
Selami “Hazır olun. Paralel boyuttan çıkıyoruz.”
Piramidin önünde kendi boyunda bir ışık yoğunluğu oluştu. Piramit ışığın içine girdi. Sonra ortadan kayboldu. Piramit tekrar ışığın içinden ortaya çıktı. O an dünyanın ışığının arttığını gördüler. Dünyanın ısısı da ona göre artmış olmalıydı.
Piramit yere indi. Selami “Gezegende oksijen azlığı tehlikelidir. O yüzden astronot kıyafetlerimizi giyelim.” Odanın içinde raflarda duran giysilerini giyip başlıklarını taktılar. Sonra oksijen tüplerini sırtlarına geçirdiler. Piramidin kapısına doğru ilerlediler. Dışarıya çıkıp görünen ilk tesise doğru yol aldılar.
İlk tesis ilerideydi. O an birkaç savaş uçağı kalktı. Hepsi yarım dairenin yarım şeklindeydi. Zoyark deniyordu. Birden ateş açmaya başladılar. Silahlarından ışın çıkıyordu.
Selami “Kandırıldık. Bizi haklayacaklar. Hemen piramide dönelim.”
Üçü birden cihazlarını çalıştırıp piramide ışınlandılar. Ardından piramit havalandı.
Maymun adamların kullandığı zoyarklar takibe başladı. Kovalamaca atmosfer boyunca devam etti. Piramit yörüngeye çıkınca hızını artırdı.
Selami “Tehlikeyi atlattık. Zoyarklar peşimizi bıraktı.”
Naci “Bu işin içinde hile olmalı. Bizden yardım istediler sonra bize ateş açtılar. Hemde öldürmemecesine. İsteselerdi bizi haklayabilirlerdi.”
Selami “Bende aynı fikirdeyim. Maymun adamlar bizi takip edip insanların taşındığı kulukse gezegenine ulaşmalı deneyebilirler.”
Fikri “Bence bilim adamları maymun adamlarını boş yere dünyaya hapsetmedi. Onlara yaşam sahaları verdi ama beraberlerinde götürmedi. Belki bilim adamları maymunları inceleyip sıcak dünyada nasıl yaşanacak onu keşfedeceklerdi.”
Naci “Şimdi biz Soran P2 gezegenine gidelim. Maymun adamlar peşimizi bırakmaz. Eğer kulukse gezegenine gidersek Bilim adamları Soran P2 de yaşadığımızı keşfedebilirler.”
Fikri “Nasıl keşfedebilirler?”
Selami araya girdi. “Zaman ve paralel yolculuk olsun sonra, kulukseye gidip gelmemiz olsun hep kayıtlıdır. Kayıt ise kozmik izlerdir. Bilim adamlarının elinde mutlaka kozmik okuyucu vardır. Dedi konuyu değiştirdi. “Maymunlar bizim peşimizde. Hem Soran P2 ye gelirse gezegenimiz renklenir.”
Naci “Neden ışınlanarak gitmiyoruz da uzay boşluğunda ilerliyoruz?”
Selami “Piramit ancak boyutlar arası ışınlanmaya elverişli. Siz piramitleri pek iyi bilmiyorsunuz. Gezegenler arası ışınlanma için mesafe önemli. Senin dediğin şekilde ancak devasa geçit kapıları yapmak lazım. Oysa bu mümkün değil. Hem ben kulukseden ancak kozmik düşünce ile geldim. Çok zorlandım. Sizin ise bunu yapmanız mümkün değil. Zaten Soran P2 ye yolculuğumuz uzun sürmez.”
Piramit uzay boşluğunda hızla ilerliyordu. Işık hızında gidiyordu. Yolculuk esnasında ufak tefek meteorlarla karşılaşıyorlardı. Piramit bu tür karşılaşmalara hazırlıklıydı. Piramidin çevresinde manyetik bir kalkan vardı. Çok güçlüydü. Piramidin önüne çıkan meteorlar manyetik alana çarpmadan dolayı paramparça oluyorlar yada sağa sola savruluyorlardı. O esnada piramide hiçbir sarsıntı hissedilmiyordu.
Soran P2 gezegeni daha iki ışık yılı ötedeydi. Boş uzayın içine inşa edilmiş bir geçit kapısı vardı. Piramidin içindekiler oraya çabuk varmak istiyorlardı.
Naci “Hızımızı artırsak iki yıl birkaç saate iner. Ne dersin?”
Selami “Olabilir fakat menzil göründüğünde hesaplamayı iyi yapmalıyız. Tam geçidin önünden içeriye girmeliyiz. Geçidi geçmemeliyiz. Geçersek bulamayız. Çünkü geçidin arkasına dolanmak tehlikelidir. O an nereye ışınlanacağımız belli olmaz.”
Bu işi fikri üslendi. Hesaplama konusunda uzman olduğu için hemen işe başladı. Kontrol panelinde birkaç ayarlama yaptıktan sonra piramit boş uzayda ışık hızının üstüne çıktı. O an kontrol paneli ekranında insan görüntüleri oluştu.
Selami “Bunlar nedir böyle?”
Fikri “Zannedersem bu çupakapralar insan kaderleri ile oynuyorlar. Şöyle İnsan üzerine kutsal ışık aktarılıyor. Yansıyan kutsal ışık bu ekranda düzene konuyor. Bu sayede ekrandan elle kontrol edilen şablonlar ile insana istediklerini yaptırabiliyorlar. Hatta bu sayede insan düşüncelerini bile okuyabiliyorlar. Bir dergide okumuştum. Bu teknoloji insanların elinde de varmış. Hem daha da ilerisi varmış. Bilim adamlarının elinde öyle teknolojiler var ki aklın hayalin durur. Bunların çoğu insanlardan gizlenmiş durumda.”
Fikri ekrana dikkat kesildi. Bazı sinyaller alıyordu. Kendilerine yaklaşmakta olan zoyarkları gördü. Ve gerisinde daha çok zoyark vardı.
Fikri “Tam tahmin ettiğimiz gibi. Maymun adamlar hiç peşimizi bırakmamış. Bu sefer daha çok zoyarklarla geliyorlar.”
Selami “Gelsinler bakalım. Benim anlamadığım neden dostça anlaşmadılar da bize ateş açtılar?”
Naci “Bunlar maymun adam. Kendi ırklarının üstün olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Bir insanla konuşmak anlaşmak onlar için onur kırıcı olmalı.”
Selami “Bunlar Soran P2 gezegenine gelirse bizi zor duruma düşürebilirler. Gezegeni istila ettiler mi bizi oradan sürebilirler.”
Naci “Kolayı var bizlerde, gezegenin ücra yerlerine taşınırız.”
Selami “Sen bunları bilmiyorsun. Maymun adamlar çok vahşidir. Arayıp gelip bizi bulurlar.”
Naci “O zaman Soran P2 gezegenine farklı bölgeden girelim. Bu sayede kaldığımız yeri ifşa etmemiş oluruz.”
Selami “Bu iyi fikir ama biz piramidi indirdiğimizde kaldığımız yer ile aramızda büyük bir mesafe olacak. Kulukse gezegenine gitmek için ışınlımı cihazımız var ama atlama yerimiz olmadan ışınlanamayız. Bunun için önce uzağa ineceğiz. Sonra maymun adamlar geldiğinde ortadan kaybolacağız. Maymunlar o kadar işkilli olmamalılar herhalde. Bizi belli bir yerden itibaren takipten vazgeçeceklerdir.”
Zoyarklar piramide yaklaşmıştı. Işın silahları ile ateş açmaya başladılar.
Selami “Kalkanımız var. Bize bir şey yapamazlar.”
Naci “Neden bizde ateş açmıyoruz. Bu sayede dişli olduğumuzu onlara göstermiş oluruz.”
Selami “Hiç aklıma gelmedi ateş açmak. Öyleyse bizde başlayalım.”
O an piramidin ortasından zoyarklara ışın ateşi başladı. Ateş açan zoyarklar çoğalınca piramidin savunma kalkanı zorlanmaya başladı. Piramit hafif sallanıyor veya dönüyordu. Piramitten çıkan ışınlar hedefini buluyor fakat zoyarklara zarar vermiyordu. Çünkü onlarda da savunma kalkanı vardı.
Selami monitörü kontrol etti. Kendilerini takip eden iki yüz zoyark gemisi olduğunu öğrendi. Zoyarklardan biri piramide gittikçe yaklaşıyordu. Diğer taraftan manevralar yaparak kendini ışın ateşinde koruyordu. Bir süre sonra zoyark piramidin girişine kilitlendi.
Selami “İçeriye sızıyorlar.Kontrol odası kapısını kapatın. Kapının açılmaması için ek güvenlik alın.”
Naci ve fikri kapıyı kapattılar. Şifrelerle kapının açılmasını zorlaştırdılar.
Selami “Biz bunlara dost derken teslim alınmak üzereyiz. Kaçış imkanımız kalmadı.” Demişti ki kontrol odası kapısından büyük bir patlama sesi geldi. Ardından kapı açıldı. Selami ve iki arkadaş ellerindeki ışın silahlarını maymun adamlara doğrulttu. Maymunlarda aynı şeyi yaptı. Silahlarını onlara doğrulttu.
Maymunlardan biri “Teslim olun. Başka çıkar yolunuz yok.”
Fikri “Sizlerin ne tür bir canlı olduğunuzu biliyorum. Sizler insanları canlı deney olarak kullanıyorsunuz. Teslim olmaktansa ölürüz daha iyi.”
Her şey bitmişti sanki. Piramitteki altı maymun adam Selami ve iki arkadaşını teslim almış zoyarka götürmek üzereyken piramit bir ışık huzmesinin içine girdi. Piramidin içindekiler bir anda dondu kaldı. O an ışınlama geçidine gelmişler hızla içine girmişlerdi. O an piramide kitlenmiş olan zoyark paramparça oldu. Piramit kısa bir süre sonra ışık huzmesinin içinden çıktı.
Karşıda Soran P2 gezegeni duruyordu. Kısa süre önce donup yere yığılanlar ayıldı ayağa kalktı. İlk ayılanlar Selami ve iki arkadaşı olduğu için hemen maymun adamlara yöneldi. Onları ayak ve ellerinden ışın kelepçeleri ile bağladı.
Piramit Soran P2 nin yörüngesinde tek başınaydı. Tehlike henüz geçmemişti. Geriden maymun adamlar geliyordu. Acele etmeliydiler. Kontrol panelinden sinyal almaya başladılar.
Selami “Maymunlar geçitten çıktılar. Hemen piramidi terk edelim.”
Fikri “Durun bir dakika. Bizler aşağıya ışınlanınca izlerimizi takip ederler. O yüzden üzerimizdeki tüm cihazları çıkaralım. Işınlanmayı piramit ile yapalım.”
Fikri önce savunma kalkanını kapattı. Sonra Soran P2 gezegenine ışınlanmak için transfer platformunu çalıştırdı. Üçü birden platforma çıktılar.
Selami “Gezegendeki üssümüze ışınlanalım. Ayarı öyle yap.”
Fikri “Maymunlar gelip ışınlanma platformunun rotasını okuyabilirler. O yüzden platforma zaman ayarlı patlayıcı yerleştirdim.”
Selami “İyi düşündün. Zannedersem maymunlar kutsal ışık iz takibi yapamaz. Bu işimize gelir. Çünkü bu insanın bulduğu bir şey. Hem de yeni keşfedilmiş.”
Naci “Endişe etmiyorum ama maymunların hilesinden korkuyorum.”
Selami “Doğru, baksana piramidin kalkanı olduğu halde içeriye girmeyi başardılar.”
Fikri “Platformu aktif hale getirdim. Hazır olun çocuklar. Işınlanacağız.”
Işınlanma platformu üçünü birden aldı. Piramitten ışınladı. Maymun adamların uzay araçları zoyarklar piramidin çevresine dizildiler. İçeriye birkaç maymun adam girdi. Yerde ışın kelepçeleri ile bağlı olan maymunları gördüler. Ellerindeki ve ayaklarındaki kelepçeyi bir cihaz yardımı ile çözdüler.
Lider olan maymun çıkıştı. “Siz nasıl olurda bu hale gelirsiniz. Onları elinizde nasıl kaçırırsınız. Yazıklar olsun size.”
Mahcup durumdaki maymun “Efendimiz bizim suçumuz yok. Biz piramit geçide girdikten sonra böyle olduk. Onlar bizden önce ayağa kalktı. Hiç merak etmeyin. Onların izini kutsal ışık tarayıcı cihazımızla bulacağız.”
Lider maymun küplere bindi. “Aptallar. Görmüyor musunuz yerdekileri. Biz takip etmeyelim diye bütün cihazlarını çıkarmışlar.”Mahcup maymun ellerini önüne bağlayıp başını eğdi.
Sonra lider maymun “Yapacak başka bir şeyimiz yok. Hemen buradan çıkıp gezegene iniyoruz.”Maymunlar piramidi terk etti. Zoyarklarına bindiler. Soran P2 gezegenine dalışa geçtiler.
Maymun adamlar gezegene inince ilk işleri zoyarkların bulunduğu alana bayrak dikmek oldu. Bayraklarında iki ok yan yana , yukarı bakan ve altında iki çizgi vardı. Anlamı ‘savaş’ demekti. Bezden bayrak kırmızıydı. Şekillerde beyazdı.
Maymun adamlar gözünü kestirdikleri kavak şeklindeki bir ağacı yontarak bayrak direği yaptılar. Sonra kendilerine barınak yapmaya giriştiler. Bazı maymun adamlarda toprağı kazıyordu. Amaçları tohum ekip onları büyütmekti. Kimileri ise çevreye dağılıyor araştırma yapıyordu.
Maymun adamların ellerinde silahlar vardı. Aldıkları talimata göre gezegene ayak bastıkları ve yeni bir yurt edindikleri için şölen yapacaklar ve vurdukları hayvanları o şölende yiyeceklerdi.
Gezegenin çoğu yeri ormanlıktı. Otçul hayvanlarda vardı etçil hayvanlarda. Çoğu otçul hayvanlar geyik şeklindeydi. Başlarının üzerinde iki boynuz vardı. Sürü halinde yaşıyorlardı. Su kenarlarını yaşam alanları olarak kullanıyorlardı. Maymun adamlar büyük bir geyik grubu ile karşılaştı. Bunları ışın silahları ile öldürdü. Ve onları şölen alanına taşımaya başladılar.
Gürültülerle, bağrış çağırışlarla, müziklerle büyük bir şölen tertip ettiler. Yiyecekleri geyikler ağaç dallarına dizdiler ve ateşin üzerinde pişirip yemeye başladılar. Bir grup maymun adam karınlarını doyurmuş olmalı ki, sarhoş naraları atarak müzik eşliğinde hoplayıp zıplayıp dans ediyordu.
Lider maymun yanındakilere “Gezegende insan bulursanız acımadan öldürün. İnsanlar yok edilmeli. Onlar bizi dünyada terk ettiler. Bizi bir deney uğruna tehlikeye attılar. Öcümüzü onlardan almalıyız. Bu gezegen biz maymunların olmalı. Güçlü ve aydınlık geleceğimiz için gezegenin her yerini ne var ne yok öğrenmeliyiz.”
Yanındaki maymun adam “Baş üstüne efendim.” Deyip liderle beraber içkisini içmeye başladı. Kimi maymunlar gazoz, kimi ayran içiyordu. Maymun adamlar insanlar gibi alkol kullanmıyordu. Alkol vücut için zararlıydı. Yüzlerce yıl önce DNA yı bozduğu öğrenilmişti. Bozulmuş DNA nın ise uzay yolculuğunda zararlı olduğu ortaya çıkmıştı. Ama maymunlar bu özel gün için alkolü bir günlüğüne kendilerine serbest bırakmıştı. İçen maymunlar içiyordu. Maymun adamlar savaşçı bir ırktı. Onlarda biliyordu ki Savaşçılıklarına alkol çok büyük bir zarar veriyordu. Çoğu maymun bu yüzde alkol içmiyordu.
Ziyafet hareketliliğini yitirmişti. Şöleni bırakıp istirahata geçen maymun adamlar Soran P2 gezegeninin uydusu olan ve parlayan Rime küresi ışığı altında uyumaya başladılar. Bir süre sonra maymun adamların hepsi uykuya daldılar. Ayakta kalanlar sadece nöbetçilerdi. Onlar ellerinde silahlar ve gece görüş gözlükleri ile bir sağa bir sola gidip geliyorlardı.
Selami ve iki arkadaşı barakalarındaydı.Selami’nin androit kızı Gönül telaşlıydı. Sürekli “Yerimizi bulacaklar gidelim buradan.” Diyordu. Selami barakanın çevresine ışın silahları yerleştirmekle meşguldü.
Fikri Selami’nin yanına geldi. “Biz kızları Kulukse gezegenine götüreceğiz. Gelirken işe yarar silahlar getireceğiz. Gönülde gelsin bizimle.” Dedi.
Selami “Tamam Gönül sizinle gidebilir. Yalnız savaşçı robotlarımız olsaydı iyi olurdu.”
Fikri “Kuluksede robottan çok ne var ki. Getirmek çok kolay olacak. Elimdeki yazılımlarla gezegendeki başıboş robotlar birer savaşçı haline getirebilirim.”
Selami “O başıboş dediğin robotlar devletin zimmetinde. Boşta olsalar zaman gelince devlet onları kullanıyor. Başımıza iş açmayalım. Sonra buraya geldiğimiz duyulursa güvenlik bize engel çıkarır bizi geri dönmemecesine Soran P2 yi yasaklar.”
Fikri “Her şeyin bir çıkar yolu bulunur elbet. Al şu cihazı. Bir gelişme olursa sinyal gönder. Biz hemen geliriz.”
Gönül Fikri’yi takip etti. Dışarı çıktılar. Naci ve iki kadın geçidin başındaydı. Fikri’yi gördüklerinde Naci “Gönül’ü gelmesi iyi oldu. Bu sayede yarı robot arkadaşımız bize kolaylık sağlar. Gönül’ün geçidi aktif hale getireceğinden eminim.” Geçit uzun zamandır kapalı olduğu için ayar ve hesaplar uzun sürebilirdi.
Gönül robot yapılı olduğu için önceden yüklenmiş veriler ve hesaplarla geçidin ayarlarını yapmaya başladı. Kısa süre sonra geçit çalışmaya başladı.
Gönül “Tamam ayarlandı. Yalnız üzerinizdeki tüm cihazları çıkartın. Yolculuk esnasında metal cihazlar ışınlanacağımız rotayı değiştirir. Karşı geçit yerine başka bir yere çıkabiliriz. Uzun süre yürümek hiç işimize gelmez.” Geçit saydam bir ışığa büründü. İçine girenler birden ortadan kayboldu.
Maymun adamların kaldıkları yer yüz kilometre uzaktaydı. Selami cihazı ile bunu tespit etmişti. Maymun adamlarında böyle bir tespit yapacağından emindi. Saldırırlarsa önce barakanın etrafına döşediği silahları kullanacaktı. Başarı sağlayamazsa son çare ışınlama geçidine girecekti.
Bir çok maymun adam çevreyi kolaçan ediyor ve araştırıyordu. Bir grup maymun yakınlardaki dağa çıkarken bir mağara bulmuştu. Mağarada bulduklarına şaşırıp kaldılar. Her tür teknoloji vardı orada. Gruptan biri lidere mesaj çekti.
Konuşmaya başladı. “Başkanım burada geleceğimiz saklı. Gelin görün.” Mesajdan kısa bir süre sonra birkaç zoyark o yöne doğru hareket etti.
Naci ve Fikri geçitten kulukse gezegenine ışınlanınca kollarındaki cihaz sinyal almaya başladı. Cihazın üzerindeki üç boyutlu görüntü dünyadaki maymun adamlardan kaçışlarını gösteriyordu.
Naci “Sinyal mesajını okuyamadım ama birileri bizi sürekli takip etmiş. Görüntüler onu anlatıyor. Tek yapmamız gereken güvenlik bölgelerinden ve adamlarından uzak duralım.”
Fikri “Daha iyisini yapalım. Şimdi birbirimizden ayrılalım. Gerekirse kozmik mesajla buluşuruz.
”Naci “Robotların yazılımını nasıl değiştireceğimi bir daha anlat. Hata yapmayayım.”
Fikri anlatmaya başladı. Yazılım değiştirmek için ellerindeki kare şeklindeki cihazı robotların gözlerine tutacaklardı. Kozmik düşünce ile cihaz çalışacak ve görünmez ve gizli bir şekilde robota veri transferi yapılacaktı. Her robot ele geçirildiğinde kare şeklindeki cihazın kutsal ışık akışının rengi düşünce ile kızıl renkten alev mavisi rengine dönüştürülecekti. Bir anlık kutsal ışık akışından sonra robotlar kullanıma hazır hale gelecekti.
Caddenin üzerindeki bir grup askeri robot uygun adım yürüyordu. Diğer taraftan robotlar tempolu şekilde ‘Ay akşamdan ışıktır. Yaylalar yaylalar yüküm şimşir kaşıktır’ şeklinde türkü söylüyordu. Grubun önünde başka bir robot ay yıldızlı Türk bayrağı tutmuştu.
Caddenin üzerinde birkaç çocuk ise uçan kaykayları ile oynuyordu. Robotları görünce durdular. Fikri de oradaydı. Robotlar geçip giderken Fikri de geriden takip etmeye başladı.
Caddedeki binalar üstün teknoloji eseri prefabriktiler. En büyüğü beş katı geçmiyordu. Gezegen yönetimi insanlar dünyadan gelince bu evlere yerleştirdiler. Evleri taksit para ile alıyorlardı. İnsanlar para kazanmak için aynı dünyadaki gibi çalışıyorlardı. Kimi insan öğretmendi, kimi insan memur, kimi insanda işçiydi.
Gezegen altı ülkeye bölünmüştü. İngilizce konuşan insanlara ayrı bir ülke, zenci insanlara ayrı bir ülke, Türklere ayrı, Araplara ayrı, Çinlilere ayrı, Ruslara ayrı bir ülke verilmişti. İnsanlar savaşmayı yüzyıllar önce bıraktığı için milletler kendine tahsis edilen toprak parçalarına ve onlar için oluşturulan siyasi sınırlara itiraz etmediler.
Fikri geriye doğru baktı. Kendisini kimsenin takip etmediğini anlayınca robot veri değiştirme cihazını çalıştırdı. Robotlar o an hangara girmek üzereydi. Fikri de onların peşinden hangara girdi.
Ortalıkta kimsecikler yoktu. Robotlar bir ölü gibi ayakta hareketsiz duruyordu. Fikri cihazını her bir robotun gözüne tutarken Kutsal ışık akışını düşündü. Kutsal ışık önce kızıl renkteydi sonra alev mavisi. Hangardaki on iki asker robot kullanıma hazır hale geldi.
Robotları dışarı çıkaramazdı. Oysa ışınlanma geçidine robotlarla gitmesi gerekiyordu. Aklına Selami’nin kutsal ışığı kullanarak mekan atlama yöntemi geldi. Zaten robotlara da kutsal ışığı yüklemişti. Fikri yerinden uzun süre kıpırdamadan durdu. Bir müddet sonra Fikri’yi ve robotlarını bir ışık huzmesi kapladı. Ardından hep birlikte yok oldular. Hangar bomboş kaldı.
Selami robotları ve Fikri’yi görünce şaşırdı. “Hep geçidin önünde bunlar ne zaman gelecek diye bekleyip durdum. Oysa sen başka yerden çıkageldin.” Diye konuştu.
Fikri “Robotlarla ışınlanma geçidinden de gelebilirdim. Güvenliğe yakalanmadan robotları geçide getirmek zor olacaktı. Bende senin kutsal ışıkla mekan atlamayı denedim ve başarılı oldum.”
Selami “Senin karnın açtır. Gel de bir şeyler yiyelim” dedi ekledi. “Bu gezegenin yiyecekleri öyle tatlı ki daha önce niye tatmadım hayıflanıyorum.” Beraberce Selami’nin barakasına girdiler. Beraberce Soran P2 gezegeninin envai çeşitteki sebze ve meyvelerinden yemeye başladılar.
Barakanın içi diğer iki baraka gibiydi. Adeta bir kontrol üssü gibiydi. Galaksiler arası yayını alan sioter bir televizyon sonra, yakın zamanda icat edilen her bir insanın yaptığı raydı yayınını çeken bir radyo, Yanında tüm hastalıkları iyileştirebilen ramea isimli bir kabin, son derece gelişmiş bir radar vardı. Bunların yanında yatmak için anti yer çekimli bir yatak, yerlerine yeni yerleştirilmiş gezegenin meyve ve sebzelerinin bulunduğu bir buzdolabı vardı. Gezegene dört ayda bir kış geliyordu. Bunun için havası çekilmiş metal bir küreden yapılmış pota isimli bir ısıtma cihazı vardı.
Selami “Yemek güzeldi değil mi. Yediğimiz bu gezegene özgü bir sebze yemeği. Gönül yapmış buzdolabına koymuş. Bende aldım ısıttım.”
Fikri “Akşam olmak üzere. Biliyorsun burada gündüz on altı saat. Otuz iki saat boyunca bir gündür uykusuzum. Seninle oturup televizyon seyretmek isterdim. Ne de olsa televizyonun sioter bir cihaz. Yıldızlar arası yayını çekiyor. Ama çok uykum var.”
Selami “Siz gidince televizyonda neler gördüm neler. Fornox galaksisinde ismini bilmediğim iki gezegen canlıları arasında savaş vardı savaş tabi ki uzayda oluyordu. Sonra devasa bir uzay gemisi savaşan zoyarkları bir bir yok etti. Biz insanoğlu ırkının henüz fornox galaksisi yönetimine katılmadığını biliyor muydun?”
Fikri “Fornox yönetimi insanları izleme altında tutuyorlar. Eğer insanoğlu bir müddet savaşmadan yapabilirse fornox yönetim meclisine alınacak. Zannedersem bu kolay olacak. Çünkü insanoğlu savaşı bırakalı yüzyıllar oluyor.”
Selami “Bu yönetim biz üçümüzü de izliyor mu acaba. Baksana maymun adamlarla savaşmak için hazırlık yapıyoruz. Sen on iki tane robot getirdin. Kim bilir Naci ne kadar getirecek?”
Fikri “Biz üç insan savunmadayız. Maymun adamlar saldırırsa bizde saldıracağız. Fornox yönetimine gelince onların gözünden hiçbir şey kaçmaz. Hatta onların ellerindeki teknoloji değil daha ilerisi. Cihazların enerjisi ve bilgisi olan kutsal ışık sayesinde akla gelmeyecek şeyler yapıyorlar. Yönetimin gezegenleri yıldızı olmayan ışığı kendinden olan gezegenler.”
Selami “Yaptıkları cennet projesi ile o gezegenler o hale gelmiş. Kulukse gezegeni de bu projeye geçecek ama hayli eksik yanlar var. Öncelikle toprak ışık haline dönüştürülmeli. Sonra ışık yerini kutsal ışığa bırakmalı. Bunun için düşünce gerekli. Bunu sağlayacak düşünce ise atom altı bilinci ortaya çıkarmak gerekiyor. Yani her yerde olan maddedeki bilinç. Biliyorsun Mevleviler maddeye saygılıdır. Giydikleri kullandıkları eşyaya bir can taşıyormuş gibi davranırlar. Biz insanların yapacağı da bu canı ortaya çıkarmak.”
Fikri “Ne varsa manevi hayatımızda var. Kulukse insanlarına bak. Gezegene en hızlı uyumu sağlayan Türkler oldu. Zaten maneviyat olmadan heyecanda olmaz. Kutsal ışığın esrarını anlayan herkes de bir canlılık var. Kulukse gezegenine geldiğimizden beri heyecan ve aksiyon peşimizi hiç bırakmadı. Onun öncesinde çupakapralarla dünyada karşılaşmamız ayrı bir konu. Bence fornox galaksi yönetimi manevi yönden çok merhale kat etmiş bir birlik.”
Selami “Bir kere onlar kutsal ışığın önemini anlamış. Tüm hayat alanlarına bunu yerleştirmiş. Örneğin ben aklıma bir şey gelip unuttuğumda kutsal ışığı kullanıyorum. Unuttuğum şeyi somut halde düşünüp oradan göğsümün içine kutsal ışığın aktığını düşünüyorum. Unuttuğum şeyde bir süre sonra aklıma geliyor. Zaten düşünceyi böyle çalıştırmanın ismine fornox deniyor. Bence insan iyi yolda ilerledi mi kalbin şubesi hiçbir şekilde zarara uğramaz.”
Maymun adamlar zoyarkları ile dağın eteğine indiklerinde araçlarından çıkıp bir cihazla dağdan gelen sinyalleri kontrol etmeye başladılar. Dağın batısından ve doğusundan sinyal aldılar. Verileri incelediklerinde dağda hem savunma, hem saldırı, hem de yaşam alanı olduğunu öğrendiler. Lider maymun önde diğerleri arkada mağaraya doğru dağa çıkışa geçtiler.
Mağaranın ağzına geldiklerinde bir engelle karşılaştılar. Giriş elektronik saydam bir kalkan ile korunuyordu. Lider maymun adam emir verdi. Tüm maymun adamlar mağaranın girişine ışın silahları ile ateş açmaya başladı. Mağaranın girişi yoğun ışık cümbüşüne dönüştü. Kısa bir süre sonra birden gökyüzünde büyük bir ışık cümbüşü oluştu. İçinden uçan daireler çıktı. Ardından mağaranın girişindeki maymunlara doğru alçalışa geçtiler.
Lider maymun mağaranın girişini bırakıp kendilerine doğru gelen uçan dairelere ateş açmalarını emretti. Bu sefer gökyüzüne doğru ateş başladı. Gökyüzünden hemen karşılık geldi. Uçan dairelerden maymun adamlara doğru periyotu düşük, kulak ile duyulmayan ama çok rahatsız edici ses dalgası yayılmaya başladı. O an gökyüzüne doğru ateş kesildi. Maymun adamların elinden silahlar düştü. Yerde iki büklüm kalakaldılar.
Lider maymun kendini zorla toplayıp ayağa kalktı. Askerlerine “Kalkın aptallar. Ölmek üzeresiniz. Hemen burayı terk edin.” Diye emir verdi.
O an uçan dairelerden ses dalgası kesildi. Maymun adamlar şaşırıp gökyüzüne baktı. Uçan daireleri göremediler. Uçan daireler gitmişti.
Lider maymun “Bunlar bizimle savaşmayı seçmediler. Bizi sendeletip kaçıp gittiler.”
Yanındaki maymun adam “Efendim doğru dediniz. Ama bunların bir amacı var. Ses dalgaları ile bizim zekamızı ölçtüler. Tüm kargaşalık bundan ibaret.”
Lider maymun “Bizim zekamız düşmanı her yenişimizde ortaya çıkar. Ortada savaş olmadığına göre deminki yaşananlar zeka testi ile değil bizim geleceğimiz ile ilgili. Ben bunların teknolojisini biliyorum. Kutsal ışığın ses akışı siriufuk dalgaları sayesinde atomların derinliklerine inip oradaki galaksilerden bağlantı yapıyorlar. Sonra bu bağlantılar ile geleceğimizi kontrol ediyorlar.”
Mağaranın girişinden kalkan kalktı. Bir maymun asker heyecanla bağırmaya başladı. “Mağara açıldı mağara açıldı.” Lider maymun önde diğerleri arkada içeriye girdiler.
Selami robotları kontrol ediyordu. Hepsi güçlü kuvvetliydiler. Sesleri yerindeydi. Türkçe konuşuyorlardı.
Selami yanında ki Fikri’ye “Tıpkı çocuk oyunu gibi. Bu robotlara ne desem hemen yerine getiriyorlar. Bir asker gibi selam veriyorlar. Bunları getirdiğin iyi oldu. Robotların yarısını çevrede ne var ne yok araştırmaya gönderelim. Gezegene geldiğimizden beri merak edip araştırma yapmadık. Burada kimler yaşıyor, zeka taşıyan canlı var mı, ne tür hayvanlar var, hepsini öğrenmek istiyorum.”
Fikri “Hemen robotların yarısını yolluyorum. Unutmadan söyleyeyim. Bu robotların enerjisi zor bitiyor. Enerjileri bor madeninden yapılma nano teknoloji eseri.”Fikri altı robotu ayırdı. İletişimi sağlayan cihazlarını kontrol etti. Görüntü aktaran anti yerçekimli nano kameralarını ayarladı.
Onlara “Tehlike olduğu zaman hemen görünmez moduna geçeceksiniz. Hiçbir zaman ışın silahlarınızı kullanmayacaksınız. Bulduğunuz yeni şeyleri inceleyip bilgileri bize aktaracaksınız.” Diye konuştu.
Robotlar hep bir ağızdan “Baş üstüne” demesiyle her biri ayrı yöne uzaklaştı.
Selami “Canını sevdiğim teknoloji nelere kadir. Sonunda insanoğlu yapay zekadan biyolojik zekaya geçti. Robotları bilmesem hepsine sıradan bir canlı gibi davranacağım.”
Fikri “Bugün yağmur yağacak. Meteoroloji cihazım yağışın üç gün boyunca süreceğini söylüyor. Robotlar su içinde gayet korunaklı. Onlar için endişe etmemize gerek yok.”
Selami “Gel benim barakada oturalım. Naci ne yapıyor onu kontrol edelim. Hem az Fornox galaksisinde Nebon isimli gezegende yayın var. Onu izleyelim.”
Fikri Selami’nin davetini kabul etti. Beraberce barakaya girdiler.
Naci kulukse’ye geldiğinden beri bir tane olsun hiç robot ele geçirememişti. Hatası veri değiştirici cihazın bozulmuş olmasıydı. Yenisini zor bulurdu. Bu tür cihazlar devletin güvenlik binalarında koruma altındaydı. Yorgun argın bir kafenin önünde durdu. Dükkanın tabelasına baktı. ‘Çumra devletinin en iyi kahvehanesi’ yazısını okudu. Çumra dünyadaki yaşadığı bir ilçenin adıydı. Oysa şimdi Çumra ismi kulukse gezegeninde yaşayan Türklerin devlet ismiydi.
Kafe kalabalıktı. İçeriye girdi. Boş bir masaya geçti sandalyeye oturdu. Naci kendine patates kızartması ve kola söyledi. Garson az sonra aldığı siparişi getirdi. Kafe kapısı bir kez daha açıldı. İçeriye polisler girdi. “Beyler kimlik kontrol.” Dedi biri.
Polisler masada oturan müşterilerin kimliklerini kontrol etmeye başladı. İki polis Naci’nin masasına geldi. Naci kimliğini uzattı.
Kimliği alan polis “Bizimle emniyete kadar geliyorsun. Kalk hadi.”
Diğer polislerde işini bitirmiş Naci ile kafeden çıktılar. Naci’yi polis arabasına bindirdiler. Oradan uzaklaştılar.
Naci yolda giderken sordu. “Acaba suçum nedir. Bana söyleyebilir misiniz?”
Arabanın önünde şoförün yanında oturan polis “Koçum seni güvenlik robotları ile görmüşler. Robotların verilerini değiştiriyormuşsun.”
Naci o andan itibaren hiç konuşmadı. Yanlış bir şey söyleyip Fikri ve Selami’yi ele vermek istemiyordu. Selami ve Fikri gelişmeyi cihazlarından izliyordu.
Fikri “Hemen cihazları kapatalım. Polisler kozmik iz takibi ile yerimizi bulabilirler.”
Selami “Sen Naci’ye robotların verisini değiştireceğini ne şekilde anlattın?”
Fikri “Ona elindeki cihazı robotun gözüne tutup cihazdan robotun gözüne kutsal ışık aktığını düşün dedim.Acaba kutsal ışığın rengini karıştırıp başka bir renk mi düşündü?”
Selami “Bunları bilemeyiz. Polislerin hilesi öyle çok ki. Sen uyursun. Uyurken gelir senin üzerine battaniye örterler sonra seni tutuklarlar. Dedi ekledi. “Ne dersin Naci’nin yanına gidip ona destek olsak iyi olmaz mı?”
Fikri “Gidebiliriz ama biraz sakıncalı. Gelişmeleri ancak kulukse’ye giderek öğrenebiliriz. Naci’nin yanına gidip ona geçmiş olsun demek bu, biraz fazla olur. Çünkü buraya getirdiğimiz robotların yapısını araştırmadık. Belki robotlar veri değişiminde bizim bilmediğimiz bir dalga boyutunda güvenlik kuvvetlerine yayın yapıyordur.”
Selami “İyi öyleyse hemen kulukse gezegenine gidiyoruz.”
Polisler Naci’yi tek kişilik bir kodese kapattılar. Az sonra bir polis hücrenin kapısını açıp Naci’yi içeriden çıkardı. Bir odaya götürdü. Orada bir polis masada oturuyordu. Konuşmaya başladı. “Adın Naci Balbıyık. Şimdi senin ifadeni alacağız. Sorulara doğru cevap vereceksin. Bu senin için iyi olacak.”
Polis sordu. En son hangi robotla neredeydin. Robotları değiştirecek cihazı nereden buldun. Seninle birlikte arkadaşın var mıydı. Kutsal ışık akışını nereden biliyorsun. Kim öğretti?”
Polis soruyordu. Naci kaçamak cevap verdi hep. Polis ise Naci’nin cevaplarını değil kendi bildiği şeyleri gerçekmiş gibi ifade tutanağına yazdı.
Işınlanma geçidinin bir kapısı Soran P2 gezegeninde kulukse de bir ormanın içindeydi. Selami ve Fikri geçidi çalıştırdı. Sonra içine girdi.
Kulkse de akşam vaktiydi. Bir ışık huzmesi ortalığı hafifi aydınlattı. Geçidin içinden Selami ve Fikri çıktı. İki arkadaş ormanın içinden şehir yoluna doğru ilerlemeye başladı.
Selami Bu gezegenin iki ayı olması ne iyi. İnsanoğlu caddelere sokak lambası koymaktan kurtuldu. Biliyorsun iki aydan birinin ismi Dante diğeri Voltaire. Hiç okudun mu bunları?”
Fikri “İkisini de okudum. Voltaire’nin ‘felsefe sözlüğü’ şimdiye kadar okuduğum kitapların en iyisi. Şu an miladi 2500 yılındayız. Aradan yedi yüz yıl geçmesine rağmen Voltaire’in rağbet görmesi onun doğru yolda olduğunu ispatlıyor. Çünkü Voltaire’in demokrasisi insan ihtiyacı olan ekmek ve su gibi. Yıldızımız korab gezegenimizi nasıl aydınlatıyorsa Voltaire de öyle biri.”
Konuşa konuşa şehir yoluna gelmişlerdi. Şehrin ismi kavuniçiydi. Ve gezegende bunun gibi nice ilginç şehir isimleri vardı. Selami ve Fikri yürüyerek bir araba durağına geldiler. Orada bir polis vardı.
Onlara doğru yaklaştı.“Gece vakti ne arıyorsunuz burada. Haydi uzaklaşın. Kimsiniz necisiniz belli değil?” dedi.
Selami “Beyefendi istediğimiz yerde dolaşırız. Siz de hiç karışamazsınız. Biz bu gezegenin özgür vatandaşıyız. Senin gibi herkesin işine burnumuzu sokmayız.”
Polis bir şey diyemedi. Bakışlarını başka tarafa çevirdi.
Bir taksi geliyordu. Anti yerçekimli bir taksiydi. Yerden bir metre yukarıdan seyir ediyordu. Selami el işareti yaptı. Havada giden aksi önlerinde durdu. Aşağıya doğru yavaşça indi. Selami ön tarafa Fikri arkaya bindi. Şoför nereye gideceklerini sordu. Selami şemikler mahallesinden bir adresi söyledi. Taksi bir metre yukarıya havalandı. Sonra hız alarak ilerlemeye başladı.
Takside müzik çalıyordu. Müslüm Gürses söylüyordu. Onun ardından yeni meşhur olmuş Dilaver isminde bir popçu söylemeye başladı.
Şoför “Bu yeni neslin şarkısı öyle hoş ki insanı alıp yüzyıllar öncesine götürüyor. Müzikte böyle notaları nasıl buluyorlar anlamıyorum. Etkisi insanda günlerce geçmiyor.”
Selami “Yeni nesil yeni teknoloji kullanıyor. Hele emsile diye bir cihaz var ki ses teknolojisinin son hali. İnsan onda nota yapmakta hiç zorlanmıyor. Tabi bunun yanında guduri isimli telli çalgı bir harika.”
Şoför “Sen müzikle fazla haşır neşirsin anlaşılan. Ben bu tür çalgıları ilk kez işitiyorum.”
Selami “Hele maksut isimli bir çalgı var insan onda notalarını düşünceleri ile çalıyor. Hiçbir şeye dokunması gerekmiyor. Düşünmesi yeterli.”
Fikri araya girdi. “Abi dünya göçü olurken buraya gelip arabanızı nasıl satın aldınız. Çünkü insanlar gezegene inince hiç kargaşalık yaşamadı. Tıpkı dünyadaki gibi her şey tıkırında gitti.”
Şoför “O işler dünyada iken ayarlandı. Mesela ben kulukse de bir ev ve taksi almak için dünyada forum doldurdum. Bana bir kart verdiler. Kulukse’ye geldiğimizde kartı yetkililere gösterdim. Önceden dünyada ödeme yaptığım için sorun çıkmadan bana ait şeylere hemen sahip oldum.”
Taksi şehir merkezine girmişti. İnsanlar trafiğe kapatılmış yollarda gidip geliyorlar ve geziyorlardı. Kafeler giyim mağazaları, kitapçılar, fasfoot hep trafiğe kapatılmış caddedeydi.
Şoför “İşim olmasaydı şu kalabalığın içinde öyle gezerdim ki tutmayın beni derdim. Ben insan kalabalığını çok önemsiyorum. Kalabalık insana her şeyi unutturuyor.”
Şoför verilen adrese gelmişti. Bir durağın önünde durdular. Selami ücreti sordu. Şoför elli lira tolduğunu söyledi. Selami cebinden parayı çıkardı. Şoföre uzattı. Sonra iki arkadaş arabadan inip uzaklaştılar.
Fikri ve Selami aynı binada farklı dairelerde kalıyordu. Fikri 5., Selami 8. dairede kalıyordu. Asansöre beraber bindiler. Işığın havalandırdığı kabin üçüncü katta durdu. Selami arkadaşına iyi geceler diledi. Sonra asansörle yukarı doğru çıktı. Kapının ziline birkaç defa bastı. Gönül geldi kapıyı açtı.
Selami “Tatlım seni kapıda çok beklettim kusura bakmazsın değimli?”
Gönül “Sen şuna da bak. Bana espri yapmaya çalışıyor.”
Selami içeri girdi. Ayakkabılarını dolaba yerleştirdi. Çok acıkmıştı. Gönül hemen mutfağa girdi. Buzdolabında bulunan hazır soğuk karnabahar yemeğini çıkardı. Tabağa birkaç kepçe kattı. Ateşe verdi.
Selami yemek boyunca hiç konuşmadı. Dikkati çok aç olduğu için yemekteydi. Yavaş yavaş kendine geldiğinde eliyle Gönül’ün çenesinden tuttu. Bir öpücük kondurdu. Gönül hiç etkilenmişe benzemiyordu. Selami’nin insan sevgilisinden ayrılalı beri hep heyecan içindeydi. Selami yokken o bir yolunu bulmuş, nasıl hamile kalacağını öğrenmiş bunu şimdi Selami’yle konuşmak istiyordu.
“Selami artık lamı cimi yok sana bir çocuk yapacağım. Çok araştırdım sonunda buldum. Sen yokken rahim nakli yaptırdım. Nakil canlıdan değil yapay bir rahim.”
Selami şaştı kaldı. “Çocuk yapmaya bende taraftarım ama dur bakalım çocuk sağlıklı doğacak mı?”
Gönül “Ben araştırma yaptım android kızların yüzde yetmişi bu yöntemle hamile kalmışlar. Doğan çocukların hepside sağlıklıymış.”
Selami yerinden kalktı. “Ben balkona geçeceğim. Bir çay koyda beraber içelim. Çayı ateşe koyunca balkona gel konuşalım.”
Selami çocuğu olacağı için sevinç içindeydi. Sevincini Gönül’e bildirmek istemiyordu. Ne de olsa Gönül android bir kızdı. Vücudunun yüzde ellisi canlıda olsa geri kalan makine devreleri aşırı sevinçten bozulabilirdi. Gönül’ün isteğini yavaştan ve alttan alarak kabul edecekti.
Gönül sabah uyanınca elindeki cihaza baktı. Bir sevinç çığlığı attı. Çığlığa Selami uyandı.
Gönül “Bak Selami hamile kalmışım. Rahmimde xy kromozomları var. Bir erkek çocuk.” Gönül’ün heyecanı bir hayli sürmüştü. Heyecanı ancak kahvaltı hazırlanınca durdu.
Selami “Naci’yi biliyorsun. Uçarı bir çocuk. Onu polisler yakalamış. Bugün ondan haber almak için uğraşacağım.”
Gönül “Hayatım sen de onunla birlikteydin. O ne yaptı ise sende onu yaptın. Ondan haber almak için dolaşacaksın. Polisler şimdiye kadar senin varlığından haberdar olmuştur. Sokağa çıkacaksın sonra hemen gözaltına alınacaksın. Bunu kabul edemem.”
Selami “Doğru söylüyorsun. Sokakta gezip bir yerlerden bilgi toplamak tehlikeli olur.” Durdu deva etti. “Sen android bir kızsın bilirsin yarı makinesin. Peki Naci ile nasıl iletişim kuracağım.”
Gönül “Ben biliyorum siz insanların görünmez bir iletişim dalga boyu var. Bunu düşüncen ile yapacaksın. Eğer Naci kodeste ve yanında radyo benzeri bir şey varsa mutlaka senin yolladığın dalga boyunu yakalayacaktır. Şimdiki radyolar düşüncenin dalga boylarını da çekmeye elverişli. Sen polis filan haberdar olur diyorsan bunu unut. Henüz düşünce yolu ile iletişimde paralel dinleme yapacak cihaz yok. İcat edilmemiş. Endişen olmasın.”
Selami düşündü taşındı. Naci’yi kodese tıktılarsa üzerindeki tüm cihazları çıkarmış olabilirlerdi. Birden aklına Naci’nin son derece gelişmiş bir kol saati olduğu aklına geldi. Cesaretini toplayıp iletişime geçmeliydi. Önce Naci’yi düşündü sonra kolundaki saati. Bir müddet zihinsel temasını yoğunlaştırdı. Temastan çıkıp kendine gelince
“Müjde Gönül. Naci suçlu değilmiş. Onu askerlik yapmadığı için tevkif etmişler.” Diye konuştu.
Naci’nin mahkemeye çıkması gerekiyordu. Askerliğini yapmamış ve bakaya düşmüştü. İki polis eşliğinde emniyet binasından çıktı. Polis arabasına bindi. Araba yerden bir metre yukarıda havadan hızla ilerlemeye başladı. Bir binanın önünde durdular.
Naci binanın giriş kapısının üstündeki yazıyı okudu. Adliye sarayı yazısının yanında bir terazi resmi. Bu İslamiyet’teydi. Terazi dinde günahların veya sevapların ağırlığını tartıyor anlamdaydı. Hıristiyanlıkta ise benzer anlamdaki resim bir güvercini yani kutsal ruhu temsil ediyordu.
Polis arabasının içinde bir polis ile arka koltukta bekliyordu. Şoför olan diğer polis az sonra yanlarına geldi. İçerdekilere “Haydi gidiyoruz.” Dedi. Naci ve yanındaki polis arabadan indi. Mahkeme binasına doğru yürüdüler. İçeri girdiler.
Mahkeme salonunun jüri locasında altı tane yuvarlak ekran vardı. Naci onlara baktı. Onlar jüriydi. Yapay zeka ile çalışan elektronik jüriler. Az sonra hakim geldi. Polisler ve Naci ayağa kalktı. Hakim yerine oturunca onlarda, sekreterde oturdu. Karar çabuk verildi. Hakim kararını jüriye sordu.
Elektronik jürilerden biri “Suçlu serseriye benziyor. Görüntüsü hiç hoşuma gitmedi. Soralım bakalım hangi değerlere inanıyor?”
Naci “Doğruluk, dürüstlük ve adalete inanıyorum. “
Jüri “Senin hangi dine inandığın bizi ilgilendirmez. Bizi senin suçun ilgilendirir. Askerlikten bakaya kalmışsın. Biliyorsun askerlik zordur. Günümüz askerliği artık kamu hizmeti şeklinde yapılıyor. Sana üç seçenek sunacağız. Bir temizlik işleri, iki memurluk işleri diğeri de güvenlik işleri.”
Naci biraz düşündü. Sonra sordu. “Memurluk işlerini seçersem bana zaman ve paralel geçiş yani ZAPAG da iş verir misiniz?”
Jüri “Neden olmasın. Yalnız askerlikte bakaya kaldığın için iki ay fazladan askerlik yapacaksın.”
Araya hakim girdi. “Duruşma bitmiştir. Sanığın on iki ay askerlik yapmasına karar verilmiştir.” Dedi yerinden kalktı. Mahkeme salonlunu terk etti. Naci ve iki polis ardından çıktılar.
Dolfo Naci’yi görünce ayağa kalktı. Onun askeri hizmet için burada olduğunu öğrendi Sonra onunla toka yaptı. “Gel sana her şeyi anlatacağım. Zaman veya paralel geçişin en önemli ayrıntısı kontrol ekranında ki yazılar. Yazıların hepsini mutlaka okumalısın. O yazılar sana ne yapacağını söyler. Zamanı gelince her bir ayrıntıyı sana anlatacağım.”
Naci “Benim askerliğim böyle. On iki ay boyunca seninleyim. İşimiz geçit kapılarını açıp kapamak. Geçitten geçen müşterilerden elli lira para almak.”
Dolfo “Çok iyi öğrenmişsin. Zaten işimiz zor değil. Sabahları elimizle geçide ayar vermek sonra ekrandaki ayarları halletmek.”
İçeriye bir müşteri girdi. Dolfo’ya “Ben kulukse gezegeninden bir paralel boyuta gitmek istiyorum. Hava yağmurlu olmasın. Günlük güneşlik olsun.”
Dolfo müşteriden elli lira aldı sonra “Kuralları biliyorsun. Buradan oraya veya oradan buraya hiçbir eşya getirmiyorsun. Kıyafetlerin ile gidip geleceksin.”
Müşteri “Üzerimde birkaç tane elektronik cihaz var. Onları nereye koyacağım?”
Dolfo müşterinin cihazlarını aldı. Onları bir rafa koydu.
Dolfo “Hangi paralel boyuta gideceksin?”
Müşteri elindeki listeye göz geçirdi. Sonra “Qm WPR isimli paralel boyuta gitmek istiyorum.” Dedi. Müşteri geçit kapısına doğru ilerledi. İçine girip kayboldu.
Maymun adamlar üç arkadaşın barakasını ve hemen yanındaki ışınlama geçiş kapısını keşfetmişlerdi. Zoyarklar oraya geldiğinde robotlar ateş açtı. Ama zoyarkların savunma kalkanı olduğu için zarar veremediler. Tek zayıf yönleri maymun adamların araçlarının içinden çıkmasıydı.
Barakalarda da savunma kalkanı vardı. Maymun adamlar robotların işini bitirince barakaların savunma kalkanını devre dışı bıraktılar. İçeride ne var ne yok hepsini yağma ittiler. Sadece yerinde sabit olan cihazlara bir şey yapamadılar.
Lider maymun adam geçit kapısının önüne gelince askerlerine kapının nereye açıldığını araştırmalarını istedi. Az sonra her şeyi öğrenince “Bingo işte budur. İnsanlar bizi dünyada yalnız bıraktılar. Şimdi artık hep beraberiz.” Sonra askerlerine “Silahlarınızı burada bırakın. Altı asker benimle gelsin. İnsanlarla görüşeceğim. Bizi gezegenlerinde kabul ederlerse hep beraber oraya gideceğiz.”
Maymun adamlar hep bir ağızdan sevinç çığlıkları attılar. Bu onlar için inanılmazdı. Maymun adamlar insanlardan uzakta yapamıyorlardı. Her gelişme insanlardaydı. Maymun adamlarda zeka vardı ama zekalarını bilime yoğunlaştıramıyorlardı. O yüzden bir şey icat edemiyorlardı. Tek bildikleri teknolojiyi kullanabilmekti.
Lider maymun ve altı askeri Geçide gidip kayboldular. Kulukseye ışınlandıklarında kendilerini ormanın içinde buldular. Ama nerede olduklarını keşfetmekte zorlanmadılar. Ormanın içinden şehir ışıkları görünüyordu. Maymun adamlar şehre doğru yürümeye başladı.
Şehirde dikkat çekmeleri zor olmadı. İnsanlar maymun adamları görünce irkilmedi ama hemen emniyeti aradılar. Emniyet durumu keşfedince maymun adamlarla ilgilenmenin kendi işleri olmadığına kara verdiler. Devreye ulusal güvenlik birimi girdi. Güvenlik ekipleri maymun adamları alıp şehrin ıssız bir yerine bir binaya götürdüler.
Selami maymun adamların gelişini haberlerden izliyordu. Haberde maymun adamlarla yapılan görüşmede soran p2 gezegeninden geldiklerini geçit kapılarını kimin inşa ettiğinin bilinmediğini bu, konu üzerinde araştırma yapıldığını söylüyordu.
Selami tedirgin omdu. N e yapacağını bilemedi. Mutlaka izlerini bulacaklardı. Bu yakındı. Haberde maymun adamlara gezegende yaşama hakkının tanındığını söylüyordu. Onlara şehirden çok uzak bir yerde yerleşim alanı verildiği anlatılıyordu.
Haber canlı yayına geçti. Görüntüde bir orman vardı. Gazeteciler ve polisler beraberdi. Soran p2 gezegenine açılan geçit kapısından lider maymun adam, gazeteciler ve polisler girdi. Gözden kayboldu.
Selami endişe etmekte ama diğer taraftan maymun adamlara tanınan toleransın kendine de tanınacağından emindi. Polisler barakanın içini araştırınca Selami, Fikri ve Naci’den haberdar oldular. Akabinde gezegendeki maymun adamlar liderleri eşliğinde geçit kapısının önüne geldiler. Haber kameramanları onları çekiyordu. Spikerler ise oraya gelen maymun adamlara sorular soruyordu.
Bir spiker maymun adamın birine “Efendim artık insanlarla beraber yaşayacaksınız Neler dersiniz?”
Maymun adam “Bizi buralara kadar gelmemize neden olan üç arkadaşa minnettarız. Onlar olmasaydı biz hala dünyada yaşıyor olacaktık. Bilirsiniz insanın olmadığı yerde in cin top oynar. Ama biz dünyada onları da görmedik.”
Maymun adamlar geçitten girip kulukse gezegenine ışınlandılar. Televizyoncu ve gazeteciler bundan haberdar oldu. Selami maymun adamları televizyondan izliyordu. Selami Fikri’nin evine gidip durum değerlendirmesi yapmak için hazırlandı. Çünkü Maymun adamlar kendi geçitlerini kullanmışlardı. Güvenlik yetkilileri de geçidi yok etmiş olmalıydılar. Gönül nereye gittiğini sordu. Selami Fikri ile konuşup Soran P2 gezegenine başka bir geçit kapısı inşa etmeyi konuşacağını söyledi. Android Gönül yeni bir maceraya gönlü olmadığını yalnız kendisinin de gelirse Selami’nin yaptığı işi tasvip edeceğini söyledi. Gönül macerayı severdi. O yüzden Selami ve Fikri’nin peşini bırakmak istemiyordu.
Selami “İyi sen de gel. Hiç olmazsa geçidi ayarlarken bazı para metre hesaplarında yardımcı olursun.”
Gönül “Benim beynimdeki verileri bir bilsen. Aslında geçit kapısını evimizde bile inşa edebilirim.”
Selami Bak bu iyi fikir. Fikri ile bir konuşayım. Ne der ne demez bir öğreneyim. Geçit kapısını evimizde kursak her gözden uzak olduğu için güvenliğimizi de sağlama almış oluruz.”
Selami bu sözlerden sonra Fikri’nin evine gitti. Fikri kapıyı açınca arkadaşını hoş sözlerle ağırladı. Ona televizyondaki haberlerden bahsetti. Selami gezegenler arası geçidi evde kurma önerisini açtı. Fikri bu düşünceyi makul buldu. Selami evine tekrar geldi.
Geçit bir ayna görüntüsünde olacaktı. Dışarıdan biri aynayı görünce hiç şüphelenmeyecekti. İkisi de bu geçidi istedikleri gibi kullanacaktı.
Selami ön keşif için soran p2 gezegenine gidip barakasındaki atıl durumdaki geçidi ayarlaması gerekiyordu. Oraya gitmesi içinde bir geçit gerekiyordu. Gezegene ilk gidişlerinde güvenlik kuvvetlerine yakalanmamışlardı. Kollarındaki ışınlanma cihazı iz bırakmamıştı. Şimdide böyle olacaktı.
Geçit olmadan soran p2 gezegenine gitmek zor olacaktı ama, kutsal ışık sayesinde kolundaki cihazın desteği ile de bu işi başaracaktı.
Selami malzemeleri kontrol etti. Kolundaki ışınlama cihazı çalışıyordu. Parabirnil cihazı da yanındaydı. Onunla soran p2nin ışınlama rotasını ve parametrelerini ayarlayacaktı. Her şey tamam olduğunda barakadaki atıl durumdaki geçit hazır vaziyete gelecekti.
Barakadaki geçitte ayna şeklindeydi. Selami zorlanmayacaktı. Çünkü geçit her şeyi ile yarı ayarlanmış satılıyordu. Yalnız geçit kapıları izinsiz satılmazdı. Ve devlet her müşterinin ne yaptığını, nereye gittiğini geçit kapısındaki verici ile öğreniyordu. Selami gidip geçitteki vericiyi de kaldıracaktı. Vericiyi kaldırmak yasadışı olsa da Selami bunu yapacaktı.
Bir süre hareketsiz durdu. Kolundaki cihazdan üzerine doğru kızıl bir ışık akıp tıpkı duman gibi kapladı. Kısa süre sonrada Selami ışınlandı.
Güvenlik kuvvetleri barakalara zarar vermemişti. Barakadaki kulukseden getirdiği tüm teknolojik aletler yerli yerindeydi. Dışarıya çıktı. Diğer iki barakaya da baktı .Her şey yerli yerindeydi. Yerinde olmayan geçit kapısını söküp götürmüşlerdi. Selami hayıflanmadı. Nasıl olsa daha iyisini ve daha güvenlisini Fikri ile beraber yapacaklardı.
Savunma için bekleye robotları da götürmüşlerdi. Ama diğer altı robot hala gezegeni araştırmakla meşgul olmalıydılar. Kolundaki cihazı açtı. Cihazın üzerinde üç boyutlu görüntü oluştu. Robotlar görünüyordu. Altısı da aldıkları görevi devam ettiriyordu. Maymun adamların saldırısı için kurdukları ışın silahları ise yerinde yoktu. Onu da götürmüşlerdi.
Gezegendeki maymun adamların izini takip için kolundaki cihazı çalıştırdı. Ortaya üç boyutlu görüntü tekrar çıktı. Maymun adamlar gözüküyordu. Anlaşılan geride maymun kalmıştı. Güvenliğin onları niye alıp götürmediğine anlam veremedi. Gezegen amacını bilmediği bir şekilde korunduğu halde, düzeni bozacak maymunları geride bırakmaları belki de Güvenlik kuvvetlerine lider maymunun bildirmemesindendi. Geride yüz sayısını aşmayan maymun adam kalmıştı. Zoyarklarıda beraberlerindeydi.
Selami cihazını kapattı. Geçidin parametrelerini ayarlamak için barakaya girdi. Parametreler önemliydi. Tam ayarlanmayan geçit insanı başka bir yere ışınlayabilirdi. Selami parabirnil cihazına güveniyor ama ayarda çok önemli olan kutsal ışık yüklemesine de önem veriyordu.
Cihazını çalıştırdı. Cihazdan geçidin kenarlarına ışık tuttu. Bu verilerin aktarılma esnasıydı. Geçitte on altı alıcı yüzey vardı. Sekizi kişiyi yükleme ve taşıma ile ilgiliydi. Diğer sekiz yüzey gidilecek yerin rota parametreleri ile ilgiliydi. Selami her yüzeyin veri aktarımı bittikten sonra düşünce ile her bir yüzeye sarı renkte kutsal ışık akıttı. Kutsal ışık verilerin üzerinde yapay zeka oluşturacaktı. Ve geçit mükemmel bir şekilde bozulmadan çalışacaktı.
Selami geçidin ayarlarını yarım saatte bitirdi. Ve çalıştırdı. Geçit mükemmel bir şekilde işini çalışmaya başladı. Fikri’ye güveniyordu. Oda geçidin diğer kapısını evde kuracaktı. Fikri’nin bilişimi ve mühendisliği mükemmeldi. Geçidi kurarken zorlanmayacağını tahmin ediyordu. Onun kutsal ışığı nasıl ve ne miktarda kullanacağını bildiğinden içi rahattı.
Şimdi sıra Fikri den gelecek olan mesajdaydı. Geçit inşası tamamlanınca Selami’yi uyaracaktı. Selami dışarıda beklemek için barınaktan çıktı. Hava açıktı. Gezegenin yıldızı kızıl renge her yeri boyamıştı. Dünyada bile güneş böyle kızıllık üretemiyordu. Soran p2 gezegeni akşama geçişte böyle bir renk yaşıyordu. Yıldız batarken hafif sıcaklık veriyordu. Bu da gezegende yaşayanlara rengin yanında ayrı bir atmosfer sağlıyordu. Kızıllık bir saat boyu sürüyordu. Bitkiler canlılığını bu kızıllığa borçluydu.
Selami’nin kolundaki cihaz sinyal almaya başladı. Cihazı açtı. Üç boyutlu görüntüyü ortaya çıkardı. Gözlerine inanamadı. Robotların birinden görüntü alıyordu. Robot bir grup ilkel insanla karşılaşmıştı. İnsanlar tıpkı mağara adamı gibi deriden yapılma bir giysi giymişlerdi. Ve gezegenin geyik sürüsü peşindeydiler. Ellerinde mızraklar vardı. Geyiği yakalayıp öldürmüşler ve evlerine götürüyorlardı.
İlkel insanların evi taştandı. Giriş kapıları çatıdaydı. Bu tercihi vahşi hayvanlardan korunmak için seçmiş olmalıydılar. O an yerleşim yerlerinde insanlar daha kalabalıklaştılar. Yakaladıkları geyiği paylaştılar. Etleri evin damlarında ateşte pişirmeye başladılar.
Elbette görüntüyü aktaran robot görünmez modunda izliyordu. Selami’den aldığı emir böyleydi. Selami cihazdan ilkel insanların sayısını öğrendi. Yirmiye yakın bir gruptular. Gezegende bir grup ilkel insan varsa geriside olmalıydı. Selami onların gezegende daha fazla olduğuna hükmetti.
Kolundaki cihaz bu sefer başka bir sinyal almaya başladı. Fikri den yazı şeklinde mesaj alıyordu. Fikri geçidi tamamlamış onu çağırıyordu. Selami barakasına girdi. Işınlanma geçidinin karşısına geçti. Görüntüde ayna olan geçit kapısından içeri girdi.
Karşı tarafta Fikri ve Gönül Selami’yi gördüler. Ona hoş geldin karşılaması için alkış tuttular.
Fikri “Geçit kapısının bu kadar iyi çalışacağını tahmin etmiyordum. Geçit seni sapasağlam buraya getirdi ya gerisini boş ver.”
Selami “Ayarlama yaparken bayağı uğraştım. Kutsal ışık dozunu zamanında ve zemininde kullandım. Bu geçit kapısı parametreleri öyle hassas ki, yanlış bir işlem için ayarlamayı başa almak içten bile değil.” Dedi. Devam etti. “Sana bir sürprizim var. Soran p2 de insanlar yaşıyormuş. Ama insanlar ilkel.” Kolundaki cihazı çalıştırdı. Ortaya çıkan görüntüleri gösterdi.
Selami bir müddet sonra “Ben bir zaman yolculuğu yapmıştım. Gezegende insanlar birbirileri ile savaşıyordu. Onların savaşmalarına içim yanmıştı. Onların bizim neslimiz olduğun sanmıştım. Meğer yanılmışım. Boşuna dememişler ateş düştüğü yeri yakar diye. Onların ataları biz olmasak ta gerçeği şimdi daha iyi anlıyorum. Bundan sonra o insanlara medeniyeti biz öğreteceğiz.”
Ertesi gün iki arkadaş Soran P2 gezegenine geldi. Barınağa girdiklerinde cihazın sinyali ile karşılaştılar. Bir grup maymun adam Mağarayı terk ediyordu. Selami ve Fikri o yöne doğru hareket ettiler. Mağaraya geldiklerinde inanılmaz şeylerle karşılaştılar. Teknoloji burada hat safhadaydı. İçeriye kolayca girdiler. Mağaranın içindeki yazıtlar dikkatlerini çekti. Bilinmez bir güç hiyerogliflerin karşısında onları esir aldı.
Hiyeroglif harf insanı kendine çeker ve bakanı hayallere daldırırdı. İnsanların yaşayış tarzlarına acıya, sevince, hüzne nüfuz etmiş harfler bunları nereden kilitleyip getirdiğini, gizleyen tarafı insanı çağlar boyu hep peşine takmıştı. Ama bu bilinmeyenin derinliklerinde daha da gizli olan ateş haritaydı. Haritayı okuyan ise bir an durup hiyeroglifin yalnız bırakmayan esrarına kendini salardı.
Neydi bu bilmece, hiyeroglifin kendisi mi yoksa onun ışığının devamımıydı. Elbet devam eden katmerlenir ve bu da ancak düşüncenin o ışığın akmasına aracılık etmesiydi. Bin yıl önce çizilmiş bir şeklin sahibini az önce terk etmiş gibi esrarlı oluşu her insanın isteyeceği şeydi. Onu ancak Selami ve Fikri anlayabilirdi. Onların kutsal ışıkla ilgili öğretileri sahiplenmeleri ve bunu yaşamlarında uygulamaları ne kadar haklı olduklarını fornox birliği ortaya çıkarıyordu. Zamanla veya çok uzak bir gelecekte Kulukse insanı da bundan haberdar olacaktı. Çünkü uzayın neresinde olursa olsun yaşam taşıyan bir galakside bir gezegende gelişme hep kutsal ışıkla oluyordu. Teknolojileri de buna endeksliydi.
Selami yazıtlara bir süre daha baktı. Hiyerogliflerin anlamını çözmeye uğraştı. Başarılıda oldu. Hiyeroglifler bu bölgedeki bir medeniyetten bahsediyordu. Arayon isimli bir medeniyetti.Uygarlığın zirvesini yaşamış Arayon milletinin yaşamı tarıma ve bilime dayalıydı. Hastalıkların olmadığı, yoksulluk nedir bilmeyen ve komşu devletlerle hiç savaşmayan bir milletti bu. Savaşmayan bu milletin elbet askerleri de vardı. Ama uyguladıkları politikalar sayesinde askerler savaşmaya hiç ihtiyaç duymamışlardı.
Selami daha sonraki metinlerde çok ilginç şeyler okumaya başladı. Arayon milletinin bu gezegene dünyadan geldiği yazıyordu. Geliş öykülerinde birkaç bini geçmeyen kavim insanı tanrıya çok dua etmiş kendilerinin Dilmun isimli cennetine gideceklerine inanmışlardı. Bayramları olan nevruzda büyük şölenler tertip ediyorlardı. Yüzlerce küçük baş hayvanı kurban ediyorlardı. Kanları ile boydan boya kırmızı renge bulanan keşişler ise dua ayinleri ile tanrıya yakarıyorlardı. Tanrının işi başka bir nevruz bayramında ortaya çıkmıştı.
Kral Lugulbanda şölenleri büyük bir ateş yakarak başlatmıştı. O sıralar anlaşamadığı komşu devletin kralını da çağırmıştı. Komşu kralın toprakları Arayonları toprağı olan Mezopotamya’nın güneyindeydi. Kralın ismi Marduk’tu Kendisine gösterilen şaşaaya hayran kalan kral Marduk iki devlet arasındaki anlaşmazlığı çözmek için ‘mati’ isimli anlaşmayı imzalamışlardı.
Öğleye doğru iki kral halkın arasındayken gökyüzünde büyük ışık hüzmeleri meydana gelmişti. Halk ve iki kral ne olduğunu anlayamadan ışık hüzmeleri yere inmişti. Ve arayon halkı bin yıllardır ettikleri duanın kabul olduğunu anladılar.
Yere inen ışık hüzmeleri ışığını yitiripdev uçan dairelere dönüştü.Dairelerin birinden çıkan iri, siyah gözlü yaratıkLugulbanda’nın yanına gelip
“Bizler düşman değiliz. Siz arayon halkını cennete götürmeye geldik.” Demişti.
Lugulbanda şölenleri durdurmuş ve hakının cennete gitmek için hazırlık yapmasını istemişti. Lugulbanda konuştuğugökten gelen yaratığı sarayına davet etmişti. Marduk ve Lugulbanda karşılarına alıp oturduklaarı iri gözlü yaratığı dinlemişlerdi. O kainatın bütün sırlarını bir bir anlatıp ortaya dökmüştü. Ve elindeki kitabı gelecekte arayon topraklarının mirasçısı olan Marduk’a vermişti.
“Bu kitap sana bir ödül. Kainatın tüm sırlarını içeriyor. Biz arayonları çok dua ettiği için seçtik. Şayet sen Marduk halkın birlik içinde bin yıl yaşarsa sizleri de götüreceğiz. Ne mutlu gidenlere.”
Lugulbanda sormuştu. Bizler Dilmun cennetine gideceğimize inandık hep. Dilmun cenneti parlak bir yermiş. Güneşi yokmuş. Parlaklığı kendindenmiş. Anlat bize. Orada daha neler var?”
İri gözlü yaratık “Benim adım Setuna. Ben hep doğruları söylerim. Gideceğimiz cennetin ismi Soran P2. Orada düşmanlarınız olmayacak. Üstelik gezegen parlak değil. Bir güneşi var.”
Lugulbanda “Özlediğimiz yer cennette olamasa oraya gitmeye karar verdik. Geleceğimizigüven içinde yaşamak için gitmekte kararlıyız. Bize ne yapacağımızı söyle. “
Setuna dışarıdaki uçan daireleri kastederek “Şimdi bütün halkın güneş kayıklarımıza binecek. Yolculuk biraz uzun geçecek. Önce uzaya çıkacağız. Sonra birkaç gün boşlukta gideceğiz. Geçit kapısı denen yerden girip Korap isimliyıldıza ulaşacağız.”
Hiyeroglif yazı burada bitiyordu. Selami bir kavmin serüvenini okuduğu için mutluydu. Gezengende gördüğü ilkel insanlara şimdi daha çok ısınmıştı. Aynı soydan gelmenin bir yakınlığıydı bu. Selami bir süre daha mağarada dolaştı. Enerjisi kutsal ışık olan cihazları uzun uzadıya inceledi. Sonra aklına maymun adamlar geldi. Onlar mağaraya girdiklerinde hiçbir şey yapamamışlardı. Kutsal ışığı bilmedikleri için cihazları çalıştıramamışlar ve mağarayı ele geçirememişlerdi.
Selami arayon uygarlığının ne kadar ileri gittiklerini şimdi daha iyi anlayabiliyordu. Mağara boydan boya esrar doluydu. Bu onların eseriydi. Selami bir süre düşündü. “Peki gezegendeki ilkel insanlar neyin nesiydi. Ve o ileri gitmiş arayon uygarlığı nereye gitmişti. Yoksa mutasyona uğrayıp iri gözlü uzaylılar mı olmuştu. Soran P2 ‘deki ilkel insanlar niye ilerlememişlerdi. Yoksa uzaylı yaratıklar insanları ilkelliğe mi hapsetmişlerdi. Onların arayon halkı olma ihtimali zayıf gibi görünüyordu. Ama aynı soydan oldukları ortadaydı.
Selami bunu öğrenmek için ne işe yaradığını bildiği parlak bir yüzeyin önünde durdu. Elini kare şeklindeki butona koydu. Parlak yüzey çalışmaya başladı. Selami ekrana bir süre baktı. İnsan, hayvan, doğa görüntüleri vardı. Sesli bir şekilde ekrana Soran P2’deki ilkel insanları sordu. Cevap hemen geldi. Ekran sesli şekilde ilkel insanların dünyadaki Samu uygarlığından geldiğini ve savaşçı olduklarını öylüyordu. Ve ceza olarakta fornox birliğiinsanları ilkelliğe hapsetmişti.
Selami bu sefer arayon halkını sordu. Ekranda hemen cevap geldi. Arayon halkı yine dünyadaki gibi birlik ve barış içinde hep tanrıya dua etmişler şölenlerle bunu pekiştirmişlerdi. Günlük hayatlarındaçok çalışkan, doğruluk dürüstlük içinde olmuşlardı. Fornox birliğide arayon kavmini yüceltmek için aralarına almış onlara iki seçenek sunmuşlardı. Ya gerçekten cennete gidecekler veya cenneti vücutlarında yaşamak için mutasyona uğrayıp iri siyah gözlü uzaylılara dönüşeceklerdi. Arayon halkı ikinci seçeneği seçipmutasyona uğramışlardı. Ve kendilerine benzeyen uzaylılarla yaşamak için ‘Tesla’ isimli gezegene göçmüşlerdi.
Selami onların uzunca binlerce yıl yaşadığını biliyordu. Onlar ne hastalık çekiyor ne sıkıntı çekiyordu. Yaşamları salt gerçeklerdi. Hep kutsal ışık üzerine yaşarlardı. Çupakapraya dönüştüğünde nasıl da heyecan içinde olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu. Bir yolunu bulup İri gözlü uzaylılara dönüşmeyi çok sitiyordu. Ama mutasyona uğramak için önce mutasyon kabinini bulmak gerekiyordu. Ona ‘ramea’ deniyordu. Bu mağarada da onu bulmak kolay olmayacaktı. Mağaranın odaları birbirine bağlı ama kapıları kapalıydı. Herbirini açmak için şifrelerle uğraşması gerekiyordu.Şifreler kutsal ışık dozu ve renkleriydi. Selami bunları uygun miktarda kullanabilirse kapıları kolayca açacaktı.
Selami ne kadar uğraşsa da mağaranın bir tek kapısını açamadı. Mağarada sanki duvardaki yazıtların görülmesine izin verilmiş gibiydi. Anlaşılan maymun adamlarda bu yüzden burayı terk etmişlerdi.
Selami “kutsal ışığı dozunda rengini ise tonunda kullandım. Belki de kapılarda başka bir şifre parametrsi var.”
Fikri “bu tür kapılar ancak sürekli denemelerle açılır. Bizim yapacağımız defalarca denemek. Sen sadece kapıya kutsal ışık akışını düşündün. Başka bir şey düşünsek belki açılır. “
Selami “Daha başka ne düşünebiliriz ki Anlaşılan kapı kimliğimizi tanımadı. Belki de bu yüzden açılmadı. İri gözlü yaratık olsa o da benim gibi düşünecek kapıyı öyle açacak. Belki o uzaylı arayonlar daha ileri gidip kapıyı açmadan içeriye siterilize bir şekilde giriyorlar.”
Fikri “O tekniğe ulaşmaları elbet yabana atılmaz. Dediğin şekilde içeriye kapısız giriyorlarsa bu kapı neyin nesi?”
Selami “Artık burayı terk edelim. Burası tekin yer değil. Maymun adamlara hiç belli olmaz. Çıkar gelirler.”
Selami’nin kolundaki cihaz sinyal almaya başladı. Açıp baktı. Gezegendeki ilkel insanlar arasında kavgaya benzer bir savaşı gördüler.
Selami “Her şeyi doğasında bırakmak lazım. Bu ilkel insanlara medeniyeti öğretmek o kadar gereksiz ki giriştiğim işin yanlışlığını anlıyorum. Gördüğüm şu on on beş kişi kalabalığın birbirine sopa ile vurması medeniyeti hemen unutturur.”
Fikri “İlkel insanların rızkı işte böyle ortaya çıkıyor. Birbirlerine vurarak kazanan diğerinin elindeki yiyeceği alıyor. Onunla doymadıysa karılarına kızlarına ortak oluyor. Medeniyet ilkelliği birkaç günde hatta birkaç yüzyıl, bilemedin birkaç bin sene ortadan kaldıramıyor. Medeniyet her şeyden önce ekmek gibi su gibi ihtiyaç olmalı. Tıpkı birkaç çarkın dengeli bir şekilde birbirini döndürmesi gibi. Gök yüzündeki güneşin ışığı değil insanın içindeki ışığın yaralı gönülleri iyileştireceği bilinmeli. Zaten insanoğlunun gelişmesi doğadan değil iç dünyasından gelerek oldu.”
Selami “Artık bir daha Soran P2’ye gelmemiz doğru olmaz. Baksana dünyaya gittik peşimizden maymun adamları getirdik. Mağaranın kapılarını açsaydık kim bilir ne tür olaylara sebep olacaktık. Henüz değiştiremediğimiz gezegeni ilkelliği ile baş başa bırakmak en iyisi. Bence bu mağara geleceğin ışığını taşıyor.Kainatın tüm sırları orada. Oradan dışarıya sızacak her bilgi bizim gezegene vereceğimiz zarar ile aynı boyda. Artık biz ölsekte geleceğimiz yine kuluksede. İnananlar için cennet cehennem orada. Hayal edenler için ölüp yeniden doğmak yinede orada.”
Selami ve Fikri barakalarına gelmişti. İçeriye girdiler. Selami “Ne dersin ışınlama geçidini yok edelim mi. Bir daha kimse gelmesin buraya. Biz de geri dönmeyelim.”
Fikri “Geçidi yok etmek akıllıca olmaz. Canımız sıkılır tekrar gelmek isteriz buraya. Bir geçidi inşa etmek hem pahalı hem zor.”
Selami “Bizi biz yapan bu geçitdir diyorsun öyle mi. Dediğin gibi olsun.”
Geçidi çalıştırdılar. Tam gideceklerinde dışarıdan içeriye yoğun bir ışık akışı oldu. Selami ve fikri dışarıya çıktı. Bir anda hareketsiz bir şekilde yere kapandılar. Gök yüzündeki ışık cümbüşü daha da yoğunlaştı. İki arkadaşın yerle bağlantısı kesildi. Yukarıya doğru çekilmeye başladılar. Bir uçan daire görünüyordu. Altındaki kapağa yaklaştılar. İçeriye alındılar. Uçan dairenin içinde bir süre hareketsiz kaldılar. İri gözlü yaratık elindeki cihazı onların üzerine tuttu. Cihazdan kızıl ışık çıkıyordu. Selami ve Fikri kendine geldi.
Uçan dairenin içinde sanki mavi duman dolu gibi ışık akıyordu. Duman denemezdi ama ortada akıp duran bir şey vardı. Akan ışığın içinde küçük beyaz ışık saçan zerrecikleri vardı. O zerrecikler Selami ve Fikri’nin üzerine akıyordu. İri gözlü yaratıklar onlara bakıyordu.
Elinde cihaz tutan yaratık konuşmaya başladı. “Siz iki insanoğlu sizi tanıyoruz. Kutsal ışığı kullanmayı bildiğiniz için sizi seçtik.Biz iri gözlü yaratıklar Orion takım yıldızı canlılarıyız. Ve ikinizin yardımı ile dünyadaki ölüleri dirilteceğiz. Onları bu gezegene getireceğiz. Sizlerin yardımı şöyledir. Birlikte dünyaya gideceğiz. Sizi orada indireceğiz. Şu an içinize girmekte olan ışık zerrecikleri orada sizi ışığa dönüştürecek.gezegenin her yanını sizler sayesinde ışık kaplayacak.”
Selami “Bizleri nasıl eski halimize dönüştüreceksiniz. Vücudumuz dünyanın dört bir yanına dağılınca onları bir araya toplamak zor olmayacak mı. Çünkü bir miktarda olsa vücudumuzdan dışarıda kalanlar olacak. Ölü diriltmeye gelince bunları siz söylüyorsunuz. Sizler gibi üstün zekalı yaratıklar bunu başaracağından eminim.”
İri gözlü yaratık “Elbette ölüleri diriltiriz. Sizin bilmediğimiz sırrımız var. Bunu öğrenmenizde sakınca olduğu için söylemiyoruz. Sizin ışık olmanıza gelince yer yüzündeki ölüleri bu sayede mayalayıp ayağa kaldıracaksınız. Bütün ölüler dirilince sizin etrafınızda toplanmaya başlayacaklar. Bu sayede onları alıp götürmek kolay olacak.”
Selami “Sizler ne yiyip içersiniz.Nelerden hoşlanır nelere kızarsınız. Bakıyorum sizler sakin ağır başlı hiç kızmayan tiplersiniz. Kendiniz hakkında biraz anlatsanız diyorum.”
Yaratık “Bizler cihazımızın boşluktan ürettiği tisolat isimli yiyeceği yeriz. Başka yemek yemeyiz. Yiyeceğimiz beyazdır. Şeker içerir. Biz hiç kızmayız. Yalnız insanlar üzerinde görünmeyen bir şekilde yargıya varırız onları yönetiriz. Bildiğiniz gibi çok uzun yaşarız. Bin yaşına gelenlerimiz ölümsüzlüğe ulaşır. Biz ölümsüzlüğümüzü kutsal ışıktan alırız. Liderimiz Apantasis’e zihinsel yönde bağlanıp ondan kutsal ışık alırız. Orion takım yıldızının bir gezegeninde yaşarız.Bu gezegeni de yaşanır hale biz getirdik. Soran P2 gezegeni bundan yüz milyonlarca yıl evvel sıcak bir gezegendi. Atmosferi yoktu. Haliyle gezegende ne yaşam ne su vardı. Bizler esir enerji sayesinde Soran P2 gezegenine atmosferi getirdik. Sonra su sonra yaşamı getirdik. Aynı şeyi dünyaya da yapardık. Ama dünyanın sonu yavaş yavaş gelmekte. Şöyle ki güneş yıldızı birkaç bin sene daha yaşayacak. Sonra güneş patlayacak. Siz insanlara değer veriyoruz.Siz insanların atasını biz yarattık. Tanrı bize izin verdi. Adem’e tanrının ruhunu üfledik ve canlandırdık.”
Selami “Biz insanoğulları neden sizler gibi değiliz. Yoksa sizler daha önceden yaratıldığınız için mi. Biz insanların ancak bir cihaz icat ederek ileri gidebileceğimizi sanıyoruz. Oysa sizlerin uygarlığında bunlar aşılmış durumda. Teknolojiye hiç ihtiyacınız yok. Her şeyi kutsal ışıkla hallediyorsunuz.”
Yaratık “Bizler kutsal ışığın esrarının büyüklüğüne inandığımız için teknolojiye ihtiyacımız olmuyor. Bizler kutsal ışık kullanımında çok ileri gitmiş bir uygarlığız. Henüz insanoğlu bunu keşfetmiş değil. Zamanla sizlerde ilerleyeceksiniz. Ta ki kutsal ışığa teslim olana kadar.”
Selami “Şu anki rotamız neresi. Çünkü yıldızlar arası geçit kapısının tersine gidiyoruz. Dünyaya gitmek için sizin kullandığınız yöntemi merak eder durumdayım.”
Yaratık “Sizin yaptığınız geçit Soran P2 gezegeninin güneyinde. Bizimki kuzeyde. Bilmelisin biz insanoğlunun görünür kaderine müdahale etmeyiz. O yüzden kendimizi gizlemeliyiz.”
Orion takım yıldızında hazırlıklar vardı. Beta x gezegeninin iri gözlü lideri talimatlar vereli bir ay olmuştu. Talimatta dünyaya birkaç tane dev ışınlama geçit kapısı yapılacaktı. Diğer talimatta. İnsanlar dirilirken ruhların ve cesetlerin birbirini bulması ve insanların dirildiklerinde neler yapacakları bir bir verilmişti. Ruhların ve cesetlerin birbirlerini bulması için vusila isimli cihazları kullanacaklardı.
Vusila adedi bir hayli fazlaydı. Beta x gezegeninde bir milyar vusila vardı. Çalışma pirensipleri farklıydı. Cihazın içine giren iri gözlü yaratık onu ışık haline gelerek çalıştırıyordu. Ve milyarlarca ruh ve beden bu sayede kendi ruhlarını buluyordu. Diirilme ise manyetizma ile ışık haline gelecek olan Selami ve Fikri’nin oluşturacağı atmosfer sayesinde olacaktı. Işık ile ısınan dünyada insanları mayalamada kolaylık sağlayacak ve manyetizma ile çürümüş bedenler ete kemiğe bürünecekti. Ve böylelikle Tevrat’ta, İncil’de, Kuran’da mahşer denen dirilme başlayacaktı. Önce insanlar dirilecekti. Onu hayvanlar takip ediyordu. Dirilen hayvanlar için Samanyolu galaksisindeki birkaç gezegen yaşam gezegeni sağlayacaktı.
Beta x gezegeni o gün hareketli bir gün yaşıyordu. Gezegenin hava yolu trafiği azalmıştı. İri gözlü yaratıkların kullandığı uçan daireler gerekmedikçe hava trafiğine çıkmıyordu. Liderlerinden aldıkları emir böyleydi. Kubbe şeklindeki evlerinde yaşayan iri gözlü yaratıklar harıl harıl çalışıyordu. Kendilerine verilen vusila cihazlarını kontrol ediyorlar onların ayarlarını yapıyorlardı.
Selami ve Fkri iri gözlü yaratıkların planını kabul etti. Uzay boşluğunda hızla ilerleyen uçan daire gittikçe ışınlama geçidine yaklaşıyordu. Onları takip eden fornox galaksisindeki tüm zeki yaratıklar dünya üzerindeki projeyi oldukları yerden kimi ekranda, kimi zihinsel yöntemlle, kimi de daha gelişmiş kristallerinden seyrediyordu. Işınlama geçidine bir iki saatte gelen uçan daire geçide girdi. Birkaç dakika solucak geçidinde ilerledikten sonra güneş sisteminin en uzak köşesinden çıktı. Oradan dünyaya ulaşmaları birkaç dakikalarını aldı.
Dünya atmosferine gelmişlerdi. Yaratık Selami ve Fikri’ye ışık haline dönüşecekleri kabinleri gösterdi. “Bunların içine girince hiç korkmayın. Yataklarınızda nasıl uyuyorsanız o şekilde hiç hissetmeden ışığa dönüşeceksiniz. Dünyadayken kabinle bağlantılı bir şekilde bir hafta ışık olarak dünyayı saracaksınız. Sonra yine hiç hissetmeden eski halinize geri döneceksiniz.”
Sirius yıldızında hazırlıklar tamamlanmıştı. Her bir yaratıkvusila kabinlerine girdi. Baş lider yaratık kendi odasında diğer yaratıklara konuşmaya başladı. “Sizler sayesinde büyük günün gerçekleşeceği ana şahitlik edeceğiz. Hiç kimse dirilteceği kişilerin dışına çıkmasın. Vusilanızı çalıştırıken benim emrim gelmeden işini bırakmasın. Kemikleri toprak olmuş veya yanmış insanları sonraya bırakın. Bu yoğunlukta onları dirilteceğiz diye vakit kaybetmeyin. Ey halkım dinler insanların ahirette dirileceğine inanır. Tevrat, İncil, Kuran hep bu günü beklemiştir. Kitaplarda iyi ve kötü insanları tanrı tarafından yargılanacağı yazılıdır. İşte ben bu büyük gün için hazırım. İnsanları yargılayıp onları ya cehenneme ya cennete göndereceğim. İnandığım tanrı bu yetkiyi bana vermiştir. Sizlerle beraber dünyaya indiğimizde orada iki geçit olacak Biri güneşe atılacak kötü insanların geçidi. Diğeri ise malum Soran P2 gezegeni iyi insanların gideceği yer olacak.”
Lider yaratık sözünü bitirince yaratıklar vusila cihazlarının içine girdiler O an her bir yaratık dünya ile bağlantılı olarak ışığa dönüştü. Selami ve Fikri ışık olacakları kabine girdiler. Yaratıklar hazırlığa girişti. Kabinler çalıştı. Uzay gemisinden dışarıya bırakıldı. O an Selami ve Fikri ışığa dönüştü. Işık yeryüzünü yavaş yavaş kaplamaya başladı. Yirmi dakika sonra bütün gezegeni kapladılar.
Dünyadaki manyetizma santralleri çalışmaya başladı. İlk dirilenler gözleri pörtlemiş etrafa anlamsız bakar şekildeydiler. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Onlara birilerinin bir şey söylemesi gerekiyordu. Henüz bunun zamanı değildi. Her yerde topraklar çatlıyor ve açılıyor. İçinden anadan üryan bir şekilde insanlar çıkıyordu. Kadın ve erkek çocuk ve yaşlı kim, hep otuz üç yaşında diriliyorlardı. Dirilme işlemi yirmi dört saatte bitti. Yaklaşık yeryüzünde on milyar insan dirilmişti. Sirius yıldızının lideri uçan gemilerle yeryüzüne indi. Onun için bir platform kuruldu. Lider yaratık insanların göremeyeceği bir şekilde perdenin arkasına oturdu.
İlk yargılanacak olan insanı yaratıklar çağırdı. Kalabalığın arasından ışınlanarak kürsünün önüne gelen insan konuşmaya başladı. “Efendim ben dünyada çok iyi biriydim Kötüğüm azdır. İstersenin günahlarımı ve sevaplarımı tartın.”
Pperdenin arkasından ses geldi. “Seni bir tek şey için affediyorum. Sabırla yüzlerce kitap okuduğun ve etrafına örnek olduğun için seni cennete koyuyorum.”
İki yaratık ifade veren insanı geçidin önüne getridi. Ardından “Yürü.” Dediler. İlk geçide giren insan gözden kayboldu.
Yaratık lider sorgu suali öyle çabuk yapıyordu ki dirilmiş insanlar sıranın kendilerine de çabuk geleceği için heyecan içindeydiler. Örtünün önüne başka bir insan geldi. Adı Saddam Hüseyin’di. Ünlü Irak devlet başkanı. Tanrı onuda affetti. Kalabalığın içinden sesler çıkmaya başladı. Saddam Hüseyin’in affedilmesini istemiyorlardı. İtiraz edenlerden biri kürsünün önüne getirildi.
“Ey efendim o bir sürü insanı öldürdü. Onu affederseniz beni de affedin.” Örtünün ardından “Senide affediyorum. Sende cennete gideceksin.”
Cennete gidenler öyle çoktu ki İblis vücuda gelip kürsüye geldi. Perdenin ardından “Ey İblis seni bağışlıyorum. Çünkü dünyada iken hep bağışlanmayı umut ettin. Yalnız cennete giremiyeceksin. Seni askerlerin ile beraber güneşe atacağım.”
İblis “Ey efendim hem beni bağışlıyorsun hem ateşe atıyorsun. Bu nasıl iştir.”
Perdenin gerisinden “Evet seni bağışladım. O yüzden güneşin soğuk yerlerinde ceza çekeceksin. Bu sana yeter.”
Kötülerin bir çoğu güneşe atılıyordu. Bunların çoğu namuslu insanlardı. Tek suçları ailesine eziyet etmeleri ve israfı bol olan insanlardı. Dünya üzerindeki bir çok kürsüde insanlar yargılandı. Cennet iiyilerle doldu cehennem ise kötülerle. Selami ve Fikri dirilişten sonra yine ete kemiğe büründüler. Vazifeleri bitmişti. Ölümden dirilen insan olmadıkları için şükrettiler. Canlı oldukları için yargılanmamışlardı. Dirilen insanların yargılama işi on iki saatte bitti.
Soran P2 cennetine en son Selami ve Fikri gitti. Gezegenin her yerini çıplak insanlar doldurmuştu. Selami ve Fikri bir beklenti içindeydiler. Gezegenin her yerine ışık dolması gerekiyordu. Kutsal kitaplarda cennetin sıcak ve parlak olduğu yazılıydı. Sirius yaratıkları beklentileri yanıltmadılar. Selami ve Fikri’nin önünde durduğu mağaranın tepesinden gökyüzüne doğru ışık akmaya başladı. Kısa bir süre sonra ışık her yeri kapladı. İnsanlar artık aç kalmıyordu. Işık sayesinde düşündükleri anda ellerinde yiyecekler oluşuyor onları yiyorlardı.
Fornox birliği her zamanki gezegen liderleri ile toplantısına karar aldı. Bunu üye gezegenlerine birer harberci ile iletiyordu. Haberciler fornox birliğinin merkezi olan pota gezegeninden gidiyordu. Pota gezegeninin yılızı yoktu. Gezegen kendinden aydınlıktı. Binlerce yıl önce proje ile cennete dönüştürülmüştü. Gezegen kutsal bir yerdi. Bir çok gelişmekte olan zeka taşıyan canlıların öldükten sonra gidileceğine inanılan bir yerdi. Pota gezegeninden yaşama elverişli gezegenlere gidiliyor orada hayvan ve zeka taşıyan canlılar yaratılıyordu.
Pota gezegenine her bir koldan gezegen liderleri yavaş yavaş geliyordu. Her bir liderin yüz ve vücut yapıları farklıydı. Kiminin yüzünde kocaman gözler vardı kiminin yüzü küçük, kiminin kafası kocaman Her bir yaratık üstün bir zeka taşıyordu. Temsil ettikleri gezegen halkı da onlara benziyordu.
Pota gezegenine beş ışık saati uzaklıktakiışınlanma geçidi birkaç dakikada bir içinden geçen uzay araçlarına şahit oluyordu. Geçit kendinden kaynaklanan ışıkla aydınlanıyordu. Rotasını şaşıran liderlere pota gezegeni güvenliği yardımcı oluyordu. Araçlar arası bilgi akışıyla araçlar rotasına giriyordu.
Selami tüm bunalrı klubesinde ekranın karşısında izliyordu. Geçitten geçen her bir liderin haberini yapan yaratık onlar hakkında ve gezegenleri hakkında bilgi veriyordu. Liderlerin hiç biri konuşmuyordu. Seslerini gizliyorlardı. Yayın yapan yaratık bu sessizliğin, kendini izleyenleri sesten ve mesajdan gelecek olan odaklanmayı sağlamasından olduğunu söylüyordu. Sesizlik yapılacak olan toplantıyı kutsallaştırıyordu. İnsan ırkında sessizlik sabırla aynı anlamda olduğu için onlar bunu daha iyi anlıyordu. Bu da Selami’yi daha da heyecanlandırıyordu.
Liderler açık havada bir alanda toplandılar. Dört bir yanlarını sütunlar kaplamıştı. Her bir sütunun üstünde yarım küre şeklinde mavi renkli cihaz vardı. Her türlü donatılmış cihaz alana ışık akışı sağlıyordu. Işıklar birleşince hologram görüntüler oluşturuyordu. Şimdiye kadar sessiz kalmış gezegen liderlerinden biri oturduğu yerden kalktı. Taş basamaklardan aşağıya inip alanın ortasına geçti. Önündeki üç boyutlu hologramı çalıştırdı.
Ortaya bir gezegen görüntüsü çıktı. Görüntü gezegenin içine girdi. İnsan benzeri bir türün atlarla, mızraklarla, kılıçlarla savaşı ortaya çıktı. Gezegen liderleri vahşiliği izledikçe homurdanmaya başladılar. Sonra gezegen lideri hologramı kapattı. Konuşmaya başladı
“Gördüğünüz gezegen benim sorumlu ollduğum Galat isimli gezegen. Onlar beni bilmeselerde uzaydan onlara hergün yardımcı oluyorum. Onların kültürü sadece savaşmak değil bunun yanında yazıda çok ileriler. Gelişmiş bir matbaa sistemine sahipler. Fornox birliğinden istediğim yazı ile uğraşan kitap çıkaran kendi dillerinde buna zoyat denilen bu yaratıkları diğerlerinden ayırmanız. Ve bu yaratıkların izninizle ömürlerinin artırılması ve bunun yanında diğerlerince öldü sanılan bu zoyutların paralel boyut değiştirip hayatlarını orada sürdürmeleri.”
Toplantıyı yöneten iri gözlü uzaylı yaratık hologramı çalıştırdı. Etrafa kırmızı bir ışık saçıldı. Liderler önlerine gelen mavi olumlu butona kırmızı olumsuz hologram butonlara bastılar. Oylama yapıldı. Oylamada galat isimli gezegen liderine istediğini yapması için izin verildi. Toplantı bitmişti. Diğer gezegen liderleri ne bir istekte bulundu ne de bir konuşma yaptı. Onlar için bir kişi bile ayin tadında bir konuşma yapardı. Ve onlarda bu görevi kutsal bilip hayat gıdalarını böyle alırlardı.
Toplantı lideri konuşmaya başladı. “Sayın konuklarımız, buraya gelerek bir birlik oluşturdunuz. Halkaya dahil olan tüm liderlerimiz için bir eğlence tertip ettik. Şölenimize siz ve halkınız davetlisiniz. Şimdi yeni bir şey açıklıyorum. Önceden oylamasını yaptığımız kulukse gezegeni insanlarını fornox birliğine kabul ettiğimizi tekrar ilan ediyorum. Buraya ilk defa gelen kulukse gezegeni lideri Afrasyab’ı huzurlarınıza konuşması için davet ediyorum.
“Alkışlar arasında Afrasyab alana indi. Konuşmaya başladı. “Siz gezegenlerin değerli liderleri, biz dünyalıları aranıza kabul ettiğiniz için sizlere müteşekkirim. Neslimiz Adem babamızdan ve Havva anamızdan beri vardır. Medeniyetimiz şimdiye kadar fornox birliğinin üzerinde titizlikle durduğu insan DNA sı değişmezliğine hep saygılı davranmıştır. Biz insan ırkını yaratan orion takım yıldızı liderleri bizi uzayda kolladı koorudu. Savaşlarımıza sabır gösterdi. Dilerim ki o liderlerde aramızda olsun. Ama onlar saman yolu birliğindeler. Ve bizi yaşanması zor olan sıcak gezegenimiz dünyadan alıp kulukseye getiren pota gezegeni liderine yeniden teşekkür ederim.”
Toplantı lideri sözü tekrar aldı. “Biz fornox irliğiyiz. Bu bizim yaşam alanımız. Sizlerde değerli üyelerimizsiniz. Henüz galaksiler arası bir birlik oluşmadı. Bu da uzak mesafelerin zor aşıldığı için. Fornox birliğinin ideali keşifler yaparak uzayın dışına çıkmak ve orada yaşam alanları bulmaktır. Bilim adamalarımız uzayın dışını bin beşyüz yıl önce keşfetti. Ve uzayın dışına çıkılınca gezegenlerin yıldızların galaksilerin bir elektronun içinde olduğu keşfedildi. Ve elektronun dışının bir ağaç yaprağı olduğu görüldü. İşte sonsuz evren böyle bir şey. Bizler teknolojimizi bu yönde ilerletiyoruz. Sizlerin bilgisine bunu yeniden sunmak benim heyecanımdır. Artık şölenlere geçebiliriz.”
Herkes toplantı alanını yavaş yavaş terkediyordu. Liderler başka bir boş alana geçiyorlardı. Müzik çalmaya başladı. Bir orgtan ses geliyordu. Davetlilerin canı ne çekiyorsa bir anda ellerinde oluşuyordu. Kimi pasta yiyordu kimi meyve. Gök yüzünde ışık gösterisi vardı. Davet edilen liderlerin halkı alanı dolduruyordu. Kalabalık gittikçe arttı.
Selami barakadaki geçit kapısına geldi. Geçidi çalıştırdı. Ardından içine girdi. Karşı taraftan evine geldiği zaman Gönül’e sordu. “Pora gezegeninde şölen var. Bizlerde davetliyiz. Haberin var mıydı?”
Gönül “Haberim yoktu. Televiizyonu birkaç gündür izlemiyorum. İzlesemde boyutlar arası yayınları izliyorum. Gezegenler arası yayın ilgimi çekmiyor hiç.”
Selami “Ben şimdi pota gezegenine gideceğim. Sende gelecek misin?”
Gönül “Gelmek isterim ama oraya nasıl gideceğiz?”
Selami“Şehir merkezinde geçit kapısı var. Aradan gideriz. Şimdi orası kalabalıktır. Orası pota gezegenine gidecekle doludur. Sıraya girmemiz gerekir.”
Gönül “Geçide girmenin ücreti ne kadar. Çünkü insanlar bedava işm yapmaz. Biliyorsun insanların üzerinde tek kalan ilkellik herşeyi para ile yaptırmak. Bu ilkelliği üzerimizden atarsak artık herşey bedava olur.”
Selami “Daha henüz o evreye ulaşmadık. Bedava için ancak ricada bulunabiliyoruz. Bu da insanın onurunu kırıyor. İnsan dilenci yeriine konuluyor. Bunu herkesisn kabul etmesi mümkün değil.”
Beraberce evden çıktılar. Bir taksi durdurdular. Taksi bir metre yokarıdan hareket etmeye başladı. Taksinin ne bir motoru vardı ne de taksiden ses geliyordu. Araba anti yerçekim gücü ile çelışıyordu.
Şoför “Nereye gideceksiniz?”
Selami “Şehir merkezine. Geçit binasının olduğu yere.”
Şoför “Zannedersem geç kaldınız. Size sıra zor gelir. Oradan geliyorum. Çok kalabalık orası.”
Selami “Yapacak bir şey yok. Sıraya girip bekleyeceğiz.”
Şoför “Şehirde neden bir tane geçit kapısı var. Yazık insanlara.”
Selami “Zannedersem insanların topluca gezegeni terk etmememsi için. Çoğu insan sıra beklemeden vazgeçip gezegeni terk etmiyor.”
Yaprakların hışırdaması gök yüzündeki ışığın fazla oluşu Selami’yi daha tedirgin ediyordu. Şölene katılmak için bu gezegene gelmesi zor olmamıştı. Ama ortalıkta ne bir kalabalık ne bir şölen vardı. Işınlama geçidine galiba bir şeyler olmuştu. Rota bozulmuş olabilirdi.
Bir ormandaydı ve yapayalnız tek başına ilerliyordu. Bir ağaç kölgesi buldu. Ağacın dibine oturdu. Ayakları uzanmış sırtı ağaca yaslıydı. Ağaçlardan dökülmüş yapraklar zemindeki toprakları görünmez kılmıştı. Yaprakların arasında ordu halinde dolaşan karıncalar Selami’yi rahatsız etmeye başladı. Birkaç karınca koluna çıkmış ve ısırmaya başlamıştı. Selami hışımla kolundaki karıncaları eliyle savurdu. Hemen ayağa kalktı. Ormanda tekrar yürümeye başladı.
Kulağına daha önce duymadığı garip sesler geliyordu. Acı acı ve çığlık atan sesler daha yoğunlaşmaya başladı. Selami sesleritakip ediyordu. Sesler hemen ileriden geliyordu. İnsan benzeri küçük boyları olan canlıları gördü. Yakaladıkları birhayvanı zaptetmeye çalışıyorlar ve birkaç kişide elinde kesici aletle hayvanı kurban ediyorlardı. Hayvan çığlık atmayı kesti sonra. Hırıltılarla son nefesini verdi.
Selami onlara görünmeden uzaklaşabileceğini sandı. Onlardan gizlenerek ilerliyordu ki vahşilerden biri onu gördü. Vahşi bir çığlık attı. Diğerleri ile Selami’nin peşine düştüler. Selami yakalanmamak içinbüyük bir hızla koşmaya başladı. Yorulmuştu. Yavaşladı. İki büklüm kaldı. Peşinden geliyorlardı. Büyük bir cesaretle karar verdi. Vahşilerden kaçmayacaktı. ‘Keşke Gönül’ü dinleseydim’ diye içinden geçirdi. Işınlanma geçiidinin güvenli olmadığını bildiği halde o geçide girmişti. Başına gelenlerden fornox birliğini sorumlu tuttu. Onlar güvenemediği insanoğluna kendi gezegenlerinin tam rotasını vermemişlerdi.
Vahşiler hemen karşısında belirdi. İkisi arkasına geçti. Diğerleri önde. Selami’nin kollarını tuttular. Sağlam sarmaşıkdalları ile kollarını bağladılar. İçlerindn biri Selami’ye bağırıp çağırıyordu. Bilmediği bir dili duyuyordu. Arkasından ittiler. Biri çalılardan ördüğü tacı Selami’nin kafasına geçirdi. Biri konuştu. Sonra diğeri. Gülmeye başladılar. Kahkaha attılar. Elinde çubuk olan Selami’nin kafasına vurmaya başladı. O çekildi başka biri yanaştı. Bağırarakbiraz konuştu. Sonra var gücü ile yüzüne tükürdü. Çılldırmışormanın içinde şakalarla devam eden grup yeşilve büyük bir çalılığın içine girip gözden kayboldu.
Selami bir mağaranın içindeydi. İçerisi aydınlıktı. Mağaranın derinlerinde olduğunu bildiği halde her yerde kızıl bir aydınlığın nasıl oluştuğuna şaşırıyordu. Ortada ne lamba vardı ne ışık yayacak bir cihaz. Vahşiler yakaladıkları esirle birlikte liderlerinin huzuruna geldiler. Selami etrafına bakınca şaşkınlığıyine ortaya çıktı. Elektronik cihazlar verdı. İçinden garip görüntülerin oynadığı ekranlar vardı. Selami’yi ite kaka bir kabinin içine soktular. Lider yanına yaklaştı. Selami’nin anlayacağı türkçe bir şekilde konuşmaya başladı.
“Seni bulduğumuza hiç memnun olmadım. Her tarafın ahlaksızlık ve günah kokuyor. Eminim sen bunu bizlerede bulaştırırsın. Seni daha iyi tanıyabilmek için Bazı sorular soracağım. Eğer doğru cevap verirsen bizden kurtulman daha kolay olacak. Eğer yalan söylersen seni kobay olarak deneylerde kullanacağım. Seçim senin. İlk sorum şu. Sen hiç kavga ettin mi. Ettiysen sen mi haklıydın karşındaki mi?”
Selami “Vereceğim cevabın size ne faydası var bilmiyorum. Genliğimde çok kavga ettim. O zamanlar haklı mıydım değil miydim hatırlamıyorum. Çoğunda haklıydım.”
Vahşilerin liderleri “Eğer doğru söylüyorsan seni serbest bırakacağım. Senin doğru söylediğini anlayacağız.” Lider ekranlarının birinin yanına gitti. Elini ekrana koydu sonra çekti. Ekranda çeşitli görüntüler meydana geliyordu. Görüntüler Selami ile ilgiliydi. Lider Selami’nin şimdiye kadar yaptığı kavgaları izliyordu. ,
Vahşi lider “Haksız kavgalarının çoğu kardeşin ile ilgili. Onu bir çok defa darp etmişsin. Bu kavgalarını bağışlayabilirim. Ne de olsa reşit değilsiniz. Ama gençliğinde okulda bir kızı dövüyorsun. Bu neyin nesidir. Bunu affedemem Bunu anlat bana.”
Selami durdu biraz düşündü. Sonra anlatmaya başladı. “Okulun marşını söylüyorduk. O kız sürekli bana ‘aptal’ der dururdu. Hiç ilişkimiz olmadığı halde bunu niye bana söylüyor anlamıyordum. Kızın pisikolojik rahatsızlığı da yoktu. O kız bana döner büyük bir iştahla ‘aptal’ derdi. Marş söylerken yine aptal dedi. Dayanamadım yüzüne bir tokat attım. Kız bağırıp çağırmaya başladı. Sonrası malumöğretmen gelip bizi sözleriyle payladı.”
Lider vahşi “Seni bu durumda serbest bırakamayız. Fornox birliği ile bir anlaşmamız var. Biz burada hatasız bir toplum oluşturmaya çalışıyoruz. Hatalı olanları bu cihazlarla tespit edip ona dersini veriyoruz. Sana gelirsek önce halkımızdan bakire bir kızla evleneceksin. Ve burada bizim belirlediğimiz zamana kadar kusursuz olmayı öğreneceksin. Bunu sana yapılacak haksız davranışlarla öğreneceksin. Kemale erince seni fornox birliğine rapor edeceğiz. Sonrası serbetsin.”
Lider el işareti ile Selami’nin götürülmesini istedi. Vahşilerin eşliğinde mağaradan çıktılar. Ormanda bir süre ilerlediler. Ağaçtan yapılma bir kulubenin önünde durdular. Kulübenin etrafında irili ufaklı benzeri barakalar vardı. Kapıyı açıp Selami’yi içeriye iteklediler. Yarım saat geçmemişti ki vahşilerden bir kadın içeriye girdi. Kapı kapandı. Koro halinde dışarıda vahşilerin sesi geliyordu. Galiba şarkı söylüyorlardı. Kadın süslenmişti. Selami’ye anlamadığı dilden bir şeyler söyledi. Sonra onu öpmeye başladı.
Selami kendine vadedilen eşten memnundu. Tıpkı android Gönül gibi güzel ve alımlıydı. Bu vahşi kadının ilgisi onu şaşırtmadı. Belliki günler öncesinden eş olmak için hazırdı. Vahşiler arasında bir grup evlenmeye sürpriz durumlarda eş olarak sunulmaya hazır kadınlar olmalıydı. Vahşi de olsalar sosyal oldukları ortaya çıkıyordu. Ama bir kadını sorgusuz sualsiz bir erkeğin koynuna atmak henüz onların medeni olmadıklarını ortaya koyuyordu.
Gece yarısına doğru vahşi kadın apar topar hazırlanıp ağaçtan yapılma kulübeden çıktı. Selami olacakları endişe ile bekledi. Vahşi kadının apansız çıkışı ile ilişkiyi diğerlerine ortak etmesi bekleyişin sürpriz olmayacağını ortaya çıkarıyordu. Dışarıdan kalabalık bir grubun zılgıt sesleri geldi. Hemen dışarıda iki nöbetçi duruyordu. İkisi de vahşi kadındı. Onlar barakanın kapısını açıp Selami’yi dışarıya çıkardılar. Vahşiler onu kollarından tuttu. Yürümeye başladılar.
Bir ağacın önünde durdular. Selami’nin ayağına ip bağladılar. İpi bir daldan geçirip asıldılar. Selami baş aşağı duruma geldi. Ardından kabilenin tüm bekar kızları sıra ile Selami’yi öpmeye başladı. Sıra erkeklere gelince onlar Selaminin sırtına vurmaya başladı. Ardından onu ağaçta indirdiler. İçlerinden biri türkçe “İstersen beraber olduğun kadınla bizlerle yaşayabilir veya evine gidebilirsin.”
Selami “Tabi ki evime gideceğim. Ama bana sunduğunuz kadını yanıma almayacağım.”
Vahşi “Kurallarımıza göre beraber olduğun kadını götürmek zorundasın.”
Selami “Pekiyi” diyerek kuralı kabul etti. Sordu “Sizin dünyanıza şölene katılmak için geldim.Fornox birliğinin şöleniydi.Bu gezegenin yerlisi olduğunuza göre böyle bir şeyden haberiniz olmalı. Söyleyin bana bu şölen gezegenin neresinde?”
Vahşi kendi dilinde arkadaşlarına seslendi. Az sonra bir elinde uçan kaykay ile geldi. Vahşi “Şöleni araman için sana iyi bir yardımcı. Artık bununla istediğin yere gidebilirsin.”
Selami kaykaya bindi . Arkasında yeni eşi havalanarak oradan uzaklaştılar.
Dünya Taşınıyor III. Bölüm
Soran P2 gezegeni yeni misafirleriyle daha kalabalıklaşmıştı. Gezegenin eski halkı gökyüzü ile yeryüzü arasına dolan ışığın şaşkınlığı içindeydiler. Yerli kavim malatiler bunlardan biriydi. Çevresinde korku salan güçlü kuvvetli bir kavimdi. Malatiler iki bin nüfusa sahipti. Savaşçı bir kavimdi. Liderler ancak savaşta üstünlük gösteren komutanlardan seçiliyordu.
Halk olağan üstü ışığı görünce önce korktular. Korkuları inançları ile ilgiliydi. Kutsal yazılarında tanrının ışığı, gökyüzünü aydınlattığında her bir malati insanının bundan korkması ve işini gücünü bırakıp ışığa secde etmeleri gerekiyordu. O gün tanrı seçeceği insanların dışındaki yaşayanları yalnız bırakacak seçilenler ise tanrı katına çıkarılacaktı.
Kutsal yazının devamında gökyüzünü dolduracak ışığın renginin kızıl renkte olduğu yazıyordu. İnsanlar boş bir alana toplanmış liderleri eşliğinde sürekli ibadet ediyordu. Ellerini yukarıya kaldırıyorlar ve tanrının ismini söyleyerek büyük gürültüyle hep bir ağızdan kutsal yazılar okunuyordu.
Lider gökyüzünü dolduran ışığın hala kaybolmadığını ve tanrının görünmediğini anlayınca halkına “Ey halkım inancımız bugün göklere yükseldi. Orada parladı. Tanrı sesimizi duydu. Bizleri seçeceği gün geldi. Unutulmuş bir halk ışığın rengine boyandı. Bu günü bayram ilan ediyorum.”
Malati halkının kahini sürekli gökyüzüne bakıyordu. Lider kahinin yanına geldi. Ona “Gökyüzünden ne bekliyorsun. Başını yere hiç indirdiğin yok. Söyle bana kötü şeyler mi olacak?”
Kahin derin bir nefes aldı. Konuşmaya başladı. “Kutsal yazılarımızda gökyüzüne dolan ışığın kızıl renkte olacağı yazılı. Ama her tarafımızı beyaz ışık kapladı. Bu kutsal yazılarımızda beklediğimiz ışık değil.”
Selami ebulot isimli cihazından kahini ve malati liderini izliyordu. Kahin bir süre daha konuştu. Oradan ayrıldı.
Selami yanında duran Gönül’e “Bu cihazı görüyor musun. Bunu ilk defa çarşıda gördüm. Bununla içindeki programlar sayesinde insanlara istediğini yaptırabiliyorsun. Tıpkı kukla oynatmak gibi.”
Gönül cihaza şaşkınlıkla baktı. Sağını solunu elledi. Klavyesine dokundu. “Kader denen bir şey var. Anlaşılan bu cihaz insana manyetizma gönderiyor. Ve sende istediğin kişiyi kukla gibi yönetiyorsun.”
Selami “Aynen dediğin gibi. Bu cihazı almak için çok para harcadım. Yalnız gezegenimizin her evinde ve çevrelerinde engelleyiciler olduğu için cihazı uygulayamıyorum.”
Gönül “Beni çalıştığın yere götürsene. Çok merak ediyorum o yeri. Özellikle ürettiğiniz yapay zekalı benim gibi android robotları.”
Selami “Ürettiğimiz robotlar android değil. Organik yaşam yok üzerlerinde fark bu. Bunun için öncelikle iş yerinden izin almam lazım. Benim vardiyam değişiyor biliyorsun. Henüz işime gitmeye bir saatim var. İstersen hazırlan hemen çıkalım.”
Gönül Selami’nin sağ yanağına bir öpücük kondurdu. “Tamam şekerim hemen hazırlanıyorum.”
Dışarıya çıktıklarında hava kapalıydı kulukse gezegeninde. Yanlarına uçan kaykaylarını almışlardı. Gönül “Eyvah yağmur yağacak.” Selami ve Gönül uçan kaykaylarına binip hemen oradan uzaklaştılar.
Fabrikanın içinde büyük bir üretim gürültüsü vardı. Gönül gürültüleri ayırt etmeye çalışıyordu. Neyse ki fabrika Gönül’e içerisini gezmek için izin vermişti. Selami Gönül’ü çalıştığı standa götürdü. Robotların kollarını ve bacaklarını takıyordu sadece.
Gönül bir süre daha durdu. Kafeye gideceğini orada iş çıkışına kadar bekleyeceğini söyledi. Kavilleştiler.
Garson Gönül’ün yanına geldiğinde onun android olduğunu hemen anladı. Teklifsizce “Efendim şarj cihazlarınızı kontrol etmek ister misiniz?”
Gönül isteği reddetti. Garsona kulukse gezegenine has muyasta çay içeceğinden istedi. AZ sonra garson siparişi ile geri geldi. Elinde bir cihaz taşıyordu.
“Efendim fabrikamızda üretilen robotlarla ilgili uygulamaları bu cihazla yapabilirsiniz. Üretimi bitmiş tüm robotlarla diyalog kurabilirsiniz.” Gönül cihazı aldı. Garson çekildi. Gönül eline verile cihazı evirip çevirdi. Kokladı. Hatta dili ile tadına baktı. Sonra cihazı kullanmaya başladı.
Ekrandan görüyordu. İlk sıradaki robota yazdı.
“İsmin nedir?”
“567T”
“Bu kadar mı. İsmin enteresan. Peki sen robot olmaktan memnun musun?”
“Çok memnunum. Hem ilk kez hayata geldiğimden ve insanlara hizmet edeceğimden. Seninle arkadaş olmayı çok istiyorum. Bana tıpkı bir insanmışım gibi davranıyorsun. Biz robotlarında bir ruhu var. Ruhumuz iki kaşımızın arasındaki özel bir sıvının içindedir. Ayrıca biz insanlar gibi görür, duyar, koklar, dokunur, ve konuşuruz. Zekamız malum. Sende mi biir robotsun. Alıcılarım senin bir robot olduğunu söylüyor.”
Gönül ne diyeceğini bilemedi. Robota sordu. “Bozulduğunuzda sizi kim tamir ediyor?”
“Biz hiç bozulmayız. Önümüze engel çıkarsa bozulan bölgemize kutsal ışığın aktığını düşünürüz ve hemen düzeliriz. Bizim her şeyimiz kutsal ışık endeksli.” Gönül bundan haberdardı. Şaşırmadı.
Selami işine biraz ara vermişti. Robotları günden güne çoğalıyordu. Akıllı varlıklar o kadar ince ayrıntılarla donatılmışlardı ki fabrikaya, yeni girmiş bir işçi yapacağı görevi önceden eğitimini alması gerekiyordu. Bu zorlu bir süreçti. Bu sayede üretilen robotlar kusursuz çalışıyordu.
Depoya biriken robotlar kargoyla gidecekleri yerlere gönderiliyordu. Robotların ne yemesi vardı ne içmesi. Enerjileri de hiç bitmiyordu. Onları on sene aralıksız kullanabilirdin. Mühendis harikası robotlar zor olan bir müdahaleyle tehlikeli bir canavara da dönüşebilirdi. Selami buna birkaç defa şahit oluştu. Biri üretim yapılan fabrikada biride ticari takside
Muzip bir çocuk izinsizce fabrikaya girmişti. Oradan depoya geçmişti. İşini bilen bir çocuktu. Mühendislerin ‘robotlar zor değişir’ yargılarını boşa çıkarmıştı. Çocuk önce robotun beynini açmış elindeki mıknatısı oraya koymuştu. Gerisi çocuk oyuncağı gibi gelmişti. Robot çocuğun emrinden dışarıya çıkmıyordu.
Depoda robotla bir süre gezdiler. Canı sıkılan çocuk robotu dışarıya çıkarmak istedi. Ama özel güvenlik tarafından yakalandı. Bunu gören robot çılgına döndü. Küçük çocuğu güvenlikçilerden kurtarmak için saldırdı. Oradakiler afallayıp kaldı.
Hemen baş mühendise haber verdiler. Mühendis robotun seri numarasını öğrendi. Sonra bilgisayardan robotu resetledi. Robotu incelediler. Beyninde mıknatıs buldular. Değişemez denen devreleri mıknatıs altüst etmişti.
O gün fabrika bir karar aldı. Artık robotların kafası monte edilmiş parçalarla değil yüksek ısıda dökümle yapılacaktı. Olay ulusal haber televizyonlarında çıkmıştı. Bunu duyan muzip çocuklar peş peşe robotlarını bozdular. Robot tamirhaneleri dolup taşmıştı. Belki tamirciler o çocuğa içten içe teşekkür ediyorlardı. Hangi usta istemezdi ki bunu Robot tamircileri bu sayede hayli para kazanmışlardı.
Selami o gün e-devlet sitesinden bozulan robotların iki binin üzerinden olduğunu öğrenmişti. Haylaz çocuklar ekonomiye bir miktar katkıda bulunmuşlardı.
Taksi olayını da iyi hatırlıyordu. Bir iş çıkışı evine gitmek için taksiye binmişti. Arka koltukta bir robot vardı.
Taksici “Abi bu robot bizim çocuğun. Elini robotun gözüne sokup bozmuş. Ne yaparsın çocuk biraz küçük. Aklı başında olsa böyle yapmazdı. Senden sonra robotu tamirciye götüreceğim.”
Tam o sırada robotta hareketlenmeler oldu. Robot iki kolunu taksicinin arkasından direksiyona yapıştı. Robot sahibi çocuk gibi davranıyordu. Taksi sağa sola yalpalamaya başladı. Ancak bir sokak lambasına çarparak durdular.
Selami kutsal ışığa bir kez daha inandı. Robotlara sahiplerinden kutsal ışık geçiyordu. İyi biliyordu bir çok birim kutsal ışığa endeksliydi.
Bantlardan gelen kol ve bacakları gövdeye monte ediyordu. Vardiya sonu gelmişti. Soyunma kabinine gitti. Orada kendi gibi çalışan arkadaşları vardı. Hepsinin üzerinde temiz olsun diye özel kıyafetler vardı. Onları çıkarıyorlardı. Arkadaşı Muti’yi görünce tokalaştılar.
“Muti senin bu seferki işin bayağı zor. Robotlara zeka yüklemek herkesin işi değil. Önceleri kablolarda çalışıyordun. Niye o işi bırakıp yenisine geçtin?”
Muti “Benim isteğimle olmadı. Mühendis benim yaptığım işi beğenip ‘aferin aslanım. Sen bundan sonra zeka kısmında çalış’ dedi. Bende söz dinleyip oraya geçtim.”
Selami “İşini güzel yapmak övülesi bir şey. Ama şimdiye kadar hiçbir mühendis beni taltif etmedi.”
Muti “İnan ki Selami ben işimi hep severek yaptım. Bu işimden çevreme yansımış olmalı. Fabrikayı kendi malım gibi sahiplendim. Bakarsın senide taltif ederler.”
Selami “Bir kere beni de taltif ettiler. Hani bir çocuk fabrikaya izinsiz girmiş ve arbede yaşatmıştı. O gün baş mühendisin konuşmalarına kulak verdim. Ve ona “Robotların başını yüksek ısıda dökme yapmalıyız” dedim de ondan sonra robotlar hep dökme yapılıyor. Ve mühendis beni yanına çağırıp bir maaş ikramiye verdi.”
İkisi de üzerini değiştirmişti. Soyunma odasından çıktılar. Selami Muti ile tokalaşıp ayrıldı. Gönül’ü fabrikanın kafesinde bulamadı. Fabrikanın barına girdi. İçerisi hıncahınç insan doluydu. Pistte müzik eşliğinde dans edenler vardı. Sagopa Kajmerin ‘Neyim var ki’ şarkısı vardı. Selami’nin arkasından bir el dokundu. Gönül’ün arkadaşı Figen. Selami Gönül’ü sordu.
Figen “Aslanım kolay kolay kaçamazsın. Önce masaların birinde bir şeyler içelim. Sonra Gönül.”
Barın içki servisine geldiler. Birer bira aldılar. Figen “Telaş etmene gerek yok. Gönül biraz rahatsızdı. Evine gitti. Kadınsı bir durum yani hamile. Söyle bakalım yarı, robot bir kadından çocuğu nasıl peydahladın?”
Selami “Bu benim başarım değil. Ne yaptıysak her şeyi Gönül’e borçluyum. Allah’ın işi. Çocuğu robota verdi.” Ekledi “Ben artık kalkmalıyım. Gönül’ü çok merak ediyorum.” El sıkışıp Figen’den ayrıldı.
Bardan dışarıya çıktı. Gönül’ü telefon ile aradı. Cevap vermiyordu. İşkillenmeye başladı. Yoldan bir taksi çevirip bindi. Gönül telaşı yolunu sanki uzatıyordu. Taksiciye “Biraz hızlı gider misin?”
Taksici “Bunun için yerden yükselmemiz gerekiyor. Hava yolu ile ilerleyeceğiz. Kemerini taksan iyi olur.”
Selami denileni yaptı. Taksi elli metre yükseğe çıktı. Son sürat ilerledi. Eve gelmişti. Kimsecikler yoktu. Gözü rahlenin üzerinde ki kağıda ilişti. Okudu. “Doğurmak üzereyim. Evden hemen çıktım. En yakın hastanedeyim.” Anlaşılan eve ambulans gelmiş Gönül’ü götürmüştü. Tekrar evden çıktı. Bir taksi çevirdi. “En yakın hastaneye” dedi.
Hastaneye geldiğinde heyecanı artmıştı. Bacakları titriyordu. Buna kendi de şaştı. Bir süre sonra hastanenin kapısından içeriye girdi. Masa başında oturan acil servis doktoruna Gönül’ü sordu. Doktor önündeki bilgisayardan baktı.
“Şu an Gönül hanım doğum yapıyor. Yarım saat sonra doğumdan çıkar. Doğumhane üçüncü katta.”
Asansöre bindi. Üçüncü kata çıktı. Orada bomboş banklardan birine oturdu. Burnuna kesif bir şekilde ilaç kokuları geliyordu. Hastanenin kokusuydu bu. Yüzünü buruşturdu.
Saatler geçmek bilmiyordu. Doğumhaneden biri giriyor biri çıkıyordu. Robotlarda çalışıyordu. Onlarında üzerinde kıyafetler vardı. Bu robotların hastaneden bünyelerine mikrop vs. bulaşmaması içindi. Kimi ise ameliyat elbiseliydi. Ayaklarında galoş vardı.
Selami oturduğu taburede duran hastaneye ait tablet bilgisayarı aldı kontrol etti. Doktorların isimleri hastaları isimleri vardı. Tedavilerin seyirleri vardı. Gönül’ün ismini buldu. Doğum tamamlanmıştı. Üç kilo doğan bebek erkekti. Sevindi. Gönül ile buluşmak için bakışlarını doğumhanenin kapısına dikti.
Kapı açıldı. İçeriden bir robot çıktı. Onunla konuşmayı denedi. “Gönülle buluşacaktım. Ne zaman nekahete çıkaracaksınız?
Robot metalik sesi ile “Gözünüz aydın. Bir oğlunuz oldu. Gönül hanım Birazdan nekahete çıkacak.”
Az sonra beklediği an gelmişti. Tekerlekli taburede kapıdan göründü. Arkasında robot vardı. Selami sevincini Gönül’e sarılarak belli etti.
“Gönül “Şimdiye kadar analık duygusu nedir bilmiyordum. Ama çocuğumu görünce bütün dünyalar benim oldu.”
Nekahet odasına girdiler. Robot Gönül’ü kucaklayarak yatağa yatırdı. “Biraz sonra çocuğunuzu da getiririz.” Diyerek odadan çıktı. Az sonra elinde Gönül’ün bebeği ile geri geldi. Robot bebeği çocuk yatağına yatırıp geri gitti.
Selami yerinden kalkıp çocuğa yaklaştı. “Miço” diye seslendi. “Bunun addı Miço olsun. Ne dersin Gönül ismini Miço koyalım mı?”
Gönül “Benim için farketmez.”
Selami “Bir insandan iki ay önce doğum yaptın. Ama oğlumuz üç kilo. Artık androidlere olan yargım değişti. Onlar bizden daha sağlıklı oluyor demek.”
Gönül “Hem onlar ölmüyor. Bozulduklarında tamirciye gidiyor ve hayatlarına devam ediyorlar.”
Gönül hastanede bir gün daha kaldı. Sonra evlerine bebekleri ile geri döndüler.
Naci’nin askerliği iki aydan beri devam ediyordu. Askeri birlikte sürekli spor eğitimi yapıyorlardı. Sabah sekizden öğlen on ikiye kadar, silah eğitimi ise haftada bir tam gün devam ediyordu.
Naci boş zamanlarında ise mıntıka temizliği yapıyordu. Haftada bir kez de simülasyon karşısında tüm motorlu arabaların eğitimini alıyordu. Naci’nin samimi olduğu dünyadan bir arkadaşı da vardı. Adı Mesut’tu Onunla dünyadayken internette tanışmışlardı. Yüz yüze hiç konuşmamışlardı. Garip tesadüf şimdi yüz yüze görüşüyorlardı.
Onları çalıştıran çavuşları bir androiddi. Yarı insan yarı robot. Çok disiplinliydi. Hiç yorulmuyordu ve de bozulmuyordu. Askerler onun temposuna yetişmek için akla karayı seçiyorlardı. Eğitimden sonra bir saat mola veriliyordu. Gün içinde molaların toplamı iki saatti. O molalarda her şey serbestti. Kimisi ailesi ile bilgisayarda görüşüyor, kimi kahve, çay içiyor kimi sigara içiyordu. Bazısı yan gelip yatıyordu.
Naci ile Mesut ve bir grup arkadaş toplanmış sohbet ediyordu. Az sonra yemek başı yapılacak herkes yemeğe geçecekti. Yemekte dünyada yedikleri menü vardı. Naci yeni teknoloji ile üretilen yapay yemekleri beğenmiyordu.
Bölükteki birçok askerde böyleydi. Ve onların isteği uyarınca hep dünya yemekleri çıkıyordu. Etlisinden kuru fasulyesine, bulgurundan hoşafına kadar. Ama kantinde satılanlar teknolojik yiyecekler atıştırmalıklardı. Bunlarda palasto isimli ışık teknolojisi ile üretilmiş bir çeşit bisküvi Naci’nin en sevdiğiydi. Onu ara sıra yerdi. En çok sevdiği içecek ise kulukse şerbetiydi. Bir çeşit kulukseye özel anika isimli bir bitki yaprağından yapılıyordu.
Megafondan ‘yemek başı” müziği gelmeye başladı. Bütün askerler tek katlı bir binaya yemekhaneye hücum etti. Yemekhanede hep robotlar hizmet ediyordu. Giysisizdiler. Sıkıcı olmamaları için böyle tercih edilmişlerdi.
Yemekten sonra megafondan bir anons geldi. “Dikkat dikkat askerlerin birlikleri ile beraber sınıra sevki vardır. Bir saat içinde hazır olunması gerekir.”
Anons aynen böyleydi. Şimdiye kadar askerler böylle bir sevkii yaşamamışlardı. Ülkenin bir tek güneyde sınırı vardı. Diğer kara parçaları denizle çevriliydi. Çumra ülkesi Yunanlıların yaşadığı Ariste ülkesine sınır komşuydu.
Naci “Tatbikat filandır” diye söylendi.
Gruptan bir asker “Yunanlılar bir yaramazlık yapmış olmalı.”
Mesut “Ne olduğu birazdan harekata geçeceğimiz zaman belli olur.”
O an çabuk geldi. Askerler her şeyi ile hazırlandı. Hedef kulukse gezegenini savunmaydı. Komşu gezegen nestar ile savaş çıkmıştı. Hava araçları bölgesi sınırda olduğu için istikamet oraydı.
Nestar gezegeni fornox galaksisinde yaşayan ünlülerin gelip konakladıkları bir yerdi. Gezegene kulukseden gelen ünlülerde vardı. Ünlüler gezegenin yüzde kırkını oluşturuyordu. Geri kalan yerli halktı.
Nestar gezegeni ünlülere çekici kılan doğasıydı. Ünlüler gezegenin yerli halkına bakmışlar sağlıklı ve uzun yaşıyorlar gelip yerleşmeye karar vermişlerdi. Gezegende doğa temiz, oksijeni bol ve madeni kaynaklarca zengindi. Sanayiciler gezegene musallat olmuş elde ettikleri madenleri işleyip teknolojide kullanmışlar ve bir çok gezegenin ulaşamadığı bir uygarlığa sahip olmuşlardı.
Nestar yöneticileri bir araya gelmişlerdi. Bir akşam üstüydü. Yöneticilerin lideri siyahi bir insan olan Lamaka isimli kişi nutuk veriyordu.
“Biz bu gezegenle yetinemeyiz. Oldukça kalabalık olduk. Yeni kaynaklar yeni yerler ele geçirmeliyiz. İlk hedefimiz kulukse gezegenidir. Onlar dünyadan geliyorlar. Benimde geldiğim yer orası. Orada insanlar tarih boyunca birbirleri arasında hep savaş yaptılar. Savaşa meyilli ve deneyimliler. O yüzden işimiz zor. Sizlere gelince gezegenimizin ünlüleri savaş yapamaz askerlik edemez. Gezegenimiz nestar ünlüleri hep refah ve mutluluk içinde yaşadı. Tarihimizde hiç savaş yapmadık. Yani gözü pek savaşçı insanlar değiliz. Bizlerin yerine yerli halkı harekete geçireceğiz.
Ele geçireceğimiz kulukse gezegenine onlarda onlar da ortak olacaklar. Ve onları uygarlığımıza ve aramıza alacağız. Bu teklifimi hiçbir yerli halk reddedemez. Tek sorun şu ki kulukse halkı bize direnir ve bizi oraya kabul etmezse çıkacak olan savaşta kan akması. Fornox birliği bunu duyarsa bir çok engel önümüze çıkar. Bu bizim için zor bir şey olmasa da sonuç gezegenimize ve eylemlerimize vurulan darbeyi uzun bir süre üzerimizden atamayacağımız anlamına gelir.
Kulukse gezegeninin yüzde altmışı boş topraklardan oluşuyor. Bir antlaşma ile o boş toprakları ele geçirmemiz mümkün değil. Biz dünya insanlarının tıpkı bizim gibi aç gözlü olduğunu gayet iyi biliyoruz. Gezegenlerini savunmak için ellerinden geleni artlarına koymayacakları gün gibi aşikar. Onların tek zayıf noktası kuluksede bir çok ülke kurmaları. Onlar bizim gibi değil. Eğer aralarına bir entrika ile sızabilirsek her şey lehimize olabilir. Ve savaşmadan kuluksede yeni topraklar bizim olabilir.
Şu an bir grup askeri filomuz kulukse yörüngesinde talimatımızı bekliyorlar. Bir emrimizle gezegene girip dünya insanlarının savunmasına saldıracaklar. Öncü grubumuzla gezegeni ele geçiremeyiz. Ama hayatlarını evlerini yıkarak sanayi bölgelerini yok ederek onlara hayatı zindan edebiliriz.
Bizim amacımız hiçbir şeye hiçbir insana zarar vermeden barışçı yollarla kabul edilmemiz. Eğer onlara zara verirsek bir tarafımız hep tedirgin olacak. Ya fornox birliği ambargosu olacak veya bize saldırılar olacak. Durum o vaziyete gelirse nestarın yerli halkının savaşçı askerlerine ve halkına ihtiyacımız olacak. Ve nestarın yerli halkı kuluksede bize büyük bir avantaj sağlayacak.
Orada yeni bir ülke kuracağız. Gezegen kaynaklarının sahibi olacağız. O yüzden yerli halkı da yanımıza almayı zorunlu görüyorum.”
Bir yuvarlak masanın etrafına oturan yöneticiler kimisi gezegenin mali yetkilisi kimi sosyal işlere bakan, kimi de eğitim bakanıydı. Aralarında yerel halktan kimse yoktu. Orada bulunanların hepsi liderle hemfikirdi. İçlerinde siyah derili olan madenler yetkilisi söz aldı.
“Hepimizin bir tek amacı var. Refah içinde yaşamak. Sayın liderimizin yeni maden kaynaklarına kavuşmak için hedef gösterdiği kulukse gezegeni sandığımız gibi teknolojide geri kalmış bir yer değil. Onların uygarlığı bizden biraz daha ileri. Ama savaş için elinden bulundurdukları araçlar geri olsa da özellikle Çumra devleti Türkleri dini argümanlarında kullandıkları ve geliştirdikleri kutsal ışık fenomenleri bizi yenilgiye uğratabilir.
Biz bu konuda hiçte ileri değiliz. Onlar en ufak bir açığımızı yakalarlarsa halimiz harap olur. Bizler manevi yönden geri kalmış bir topluluğuz. Teknolojimiz bizi göklere çıkardı. Ama maneviyat denen olgudan habersiz olduğumuz için teknolojide, aklımıza gelmeyen kutsal ışık fenomeni, bizi alt üst edecek tarzda belimizi kıracak durumda. Savaş aletlerimiz hep atom altı mekanizmalarla çalışıyor. Atomdaki elektron zerreciği manevi ışık manyetizması ile sapmalar gösterebilir. Bu ise savaş araçlarımızın çalışmaması demek. Anlayacağınız Türkleri savaştan uzak tutmamız gerekiyor.”
Başka bir yönetici araya girdi. “Bizler her şeye aç susuz ihtiyaçlıyız. Bizi doyuracak kaynaklarımızı yetersiz bulmamalıyız. Gezegenimiz nestarın doğası kaynakları, halkı ve teknolojisi bize yeterde artar bile. Kulukse gezegeni bize cazip olsa da orada kuracağımız uygarlık oranın, geri kalmış insanlarının teknolojiye olan açlığından dolayı bizi araştıracak. Ve bizim en zayıf noktalarımızı ortaya çıkaracak. Böylelikle teknolojimiz, özgürlüğümüz, ve uygarlığımız araştırmacı insanların eline geçecek.
Bizler spesifik yani kendine özgü teknolojilere sahibiz. Işıkta, sıvı ve gazda gelişmişliğimiz sayesinde yoktan yeni bir gezegen icat edebiliriz. Ama bizler insanlar arasında ve nestar uygarlığı için tarih yazacağız diyorsanız orası başka. Monoton bir doğanın hiçbir tarihi olmaz. Tarihin de hiçbir yerde karın doyurmadığı da ortada. Eğer tarihte bir hafızamız olsun diyorsanız kulukseye inip kitlelerce insanı öldürebilirsiniz. Ama bu insanların gezegenlerini kıyım olmadan işgal etmek daha kötü bir hafıza olur elbet.
Sorumluluğu üzerimizden atmak için insanların da yaptığı gibi bir sebebe bir argümana ihtiyacımız var. Ya kolay yoldan anlaşarak insanlarla ticaret yapacağız veya onların bize saldırması için bir sebep ortaya çıkaracağız. Böyle bir tarih yazmak her şeyden daha iyi olacak”
Toplantı salonunda dev bir ekran vardı. Lider oradan toplantıya gelmemiş yöneticileri ile iletişime geçiyordu. Onların da görüşünü kısaca alıyordu. Ekranda yerli halkın kavim başkanları da görüşlerini bildiriyordu.
Yerli halkın çoğunluğu insanlarla savaşa gönüllüydü. Onlar için olağan üstü bir şeydi bu. Yerli halk tarihinde ilk kez başka bir gezegene gidecek ve oralarda koloni kuracaklardı.
Yerli halk kendi aralarında toplantı düzenliyordu. Kavim başkanları konseylerini açık havada halkında dinleyebilmesi için tiyatroda toplamıştı. Tiyatro alanında otuz bine yakın yerli halk vardı. Sahne alanında on iki kişi olan kavim başkanlarını Tekkala isimli başkan teker teker halka tanıttı.
“Biz kavim başkanları kendi aramızda konuşup anlaştık. Sizler savaşmaya hazır mısınız?”
Tiyatrodaki kalabalıktan tek bir ses çıktı. “Hazırız.”
Tekkala Öyleyse kararımızı açıklayabiliriz. Savaşa gidiyoruz. Bunun için köylerinizden ayrılmayın. Yöneticilerimiz uzay gemileri ile yanlarınıza gelip sizleri alacaklar. Ellerinize sizin de tanıdığınız silahlar verecekler. Zafer Habuta ülkesi için.”
Nestarda yerli halkın kurduğu bir çok ülke vardı Onlarda savaşa katılma kararı aldı. Yerli halkın askerleri günden güne kalabalıklaşıyordu. Hemen hemen tüm ülkeler savaşa katıldı. Toplam asker dört milyonu geçti.
Nestarın yörüngesine devasa uzay gemileri çıktı. Gemilerin kulukseye daha çabuk varması için ışınlama geçidi devreye sokuldu. Uzay gemileri bölük bölük geçide girdi.
Selami savaş haberini televizyonda yeni öğrenmişti. Kuluksedeki tüm ülkeler birleşerek savaş kararı aldı. Televizyondan çağrı yapılıyordu. Alanında uzman tüm asker ve gönüllülerin savaşa dahil olması isteniyordu.
Çumra devletinin çağrısı hemen yanıt buldu. Askeri kışlalar insanlarla dolmaya başladı. Alanında uzmanlık isteyen birimler, kutsal ışık birimi, ruhsal birimler ve manyetizma birimleriydi.
Selami kararını Gönül’e bildirdi. Benim bu savaşa mutlaka katılmam gerekiyor. Kutsal ışık alanında ne kadar ileriyim biliyorsun. Harpte başarı sağlarsam iş kariyerimde beni zirveye çıkarırlar.”
Gönül “Ben ruh biriminin ne işe yarayacağını çıkaramadım. Bir asker ruhsal bilmekle nasıl başarı kazanır?”
Selami “Ruhsal birimden kasıt düşmanı psikolojik yöntemle yenmenin alanıdır. Biliyorsun telepati uzmanları buna bir örnektir. Yüksek telepati ile zihinler allak bullak edilebilir.”
Gönül Çocuğum olmasa bende seninle gelebilirdim.”
Selami “Kolayı var evde tek başına bana bilgisayar karşısında direktifler verebilirsin. Bizim bilgisayar bağlantıları sonsuzdur. Ve telepatini d devreye sokarak para normal düzeyde sana vereceğim düşman bilgilerini kullanabilirsin.”
Kulukse askerleri taşıyıcılarla gezegenin yörüngesine çıkıyordu. Plan yaklaşmakta olan nestar ordularını çembere alıp imha emekti. Kuluksenin tek kişilik küçük uzay araçları da vardı. Hepsi dev gemilerde saldırı emri bekliyordu. Dev uzay gemilerinden üç yüz tane vardı. Yüzü ortada, yüzü sağda, yüzü de solda duruyordu. Naci’nin olduğu gemide komutanlara yuvarlak bir masanın etrafında brifing veriliyordu.
Konuşmacı subay “Takriben düşman ordusunun sayıları bizimkine eşit durumda. Yalnız onların ellerinde bulunan bir kaç teknoloji bizi kat kat aşıyor. Bunlar hız ve manevra kabiliyeti, kısa mesafeye ışınlama ve küçük ve büyük uzay araçlarında bulunan gelişmiş kalkanlar. Sayıları ise hayli fazla. Onları yenebilmemiz için düşünce de, kutsal ışıkta ve manyetizma da uzman olanların öncü kuvvet olmaları gerekiyor.
Pedisa makinelerimizle manyetizma üreterek küçük uzay araçlarının devrelerini bozabiliriz. Kutsal ışığa yoğunluk kazandıran ‘Matifa’ cihazlarımızla düşmanın büyük ve küçük uzay araçlarındaki bilgileri ve planlarını ele geçirebiliriz. Bilgileri değiştirerek manevralarını kontrol ve takip edebiliriz. Düşünce alanında uzmanlarımız ile düşman askerlerini zihinsel olarak tahribata uğratabiliriz.”
Hemen geminin içinde çağrı yapıldı. Savaş pozisyonuna geçilmesi emredildi.
Naci’nin bir uzmanlığı yoktu. O küçük uzay aracının içinde gemiden çıkış emrini bekliyordu. İçeriden müzik sesi geliyordu. Metallica’nın ‘Unfor given’ isimli parçasını dinliyordu. Naci bu kadar eski beş yüz yıllık müziği Selami sayesinde öğrenmiş ve beğenmişti. Selami’nin rock’n roll dinine olan bağlılığı onu da etkilemişti. Parça bitti. Naci hemen rotila isimli radyosundan binlerce ışık yılı öteden yapılan müzik yayınını dinlemeye başladı.
Uzaylıların müziği çok ilginçti. Tek bir enstrümanla yaptıkları müzik şarkıcının sesi ile renkleniyordu. Naci radyosundan şarkıcının kendisini de görüyordu. Yayın pestafu isimli bir gezegenden yapılıyordu.
Müzik bitince dj. “Bizi şu anda dinleyenler bizden istek isteyebilirler ve konuşmak isteyenler konuşabilirler. Hangi gezegenden olursanız olun diliniz ne olursa olsun. Teknolojimiz sayesinde hepsinin üstesinden geliriz.”
Naci rotiladaki kırmızı düğmeye bastı. Yayına katıldı. Dj. İle konuşmaya başladı. Ben Naci. Dünyadan gelen kuluksede yaşayan biriyim.”
Dj. “Dinleyicimiz çok uzaktan katılıyor. Şimdi ona bir şey soracağız. Şu an ne yapıyorsun Naci?”
“Şu anda gezegenimiz istila edilmek isteniyor. Ben uzay aracımda gezegenimizin yörüngesinde savaş pozisyonunda emir bekliyorum.”
“Savaş çok kötü bir şey. Ama haklı olmak önemli. Naci kardeşim söyleyin bana birini öldürmek nasıl bir şey?”
Naci “Elbet birini öldürmek kötü bir şey. Ama ölüm bir insanın elinde çok kolay bir şey. Ruhumuzda bu depresyon yaratıyor. Depresyonu kullananlar ise büyük başarılara imza atıyor.”
“Bu nasıl oluyor. Bunu bir örnek ile anlatabilir misin?”
Naci “Tabi. Konu bir insan öldürmek değil. Mesela bir yazar kendi kanını ve çevresindekilerin kanını içerse yani, kendine ve çevresine sıkıntı verirse kendisine ilham geleceğine inanıyor. Dünya tarihimiz bu tür yazarlarla dolu.”
Dj Naci’ye teşekkür etti. Başka bir isteği olup olmadığını sordu. Naci sıradaki çalacak olan müziği arkadaşı Fikri’ye ve Selami’ye armağan etti.
Selami devasa büyüklükteki uzay gemisinde kutsal ışık uzmanı olarak görev yapıyordu. O da beklemedeydi. Selami Naci’nin de yörüngede olduğunu biliyordu. Onunla iletişime geçmek istedi. Naci’ye bir çağrı attı.
Naci “Selami senin dinliyorum.”
Selami “Birazdan savaş başlayacak. Ya ölürüz ya kalırız. Hakkını helal et.”
“Helal olsun. Sen de helal et.”
“Savaşta buradan koruyacaklarım arasında sende varsın. Çarpışmada sürekli sana temas edeceğim. Cihazlarını açık tut.”
Yörüngedeki kulukse uzay gemileri alarma geçti. Tüm gemiler ve küçük savaş gemileri zoyarklar ışıklarını söndürdü. Gemilerin biraz ilerisinde düşman gemilerinin rotasında girdaplı yapay kara delikler oluşturuldu. Ağa düşen düşman gemilerini kara delikler yutup paramparça edecekti.
Selami yapay kara delikleri çok merak ediyordu. Ama bu askeri bir bilgi olduğu için işleyişini öğrenemiyordu. Selami’ye verilen yoğun kutsal ışık biriminde ki görevlerinden biri de girdapları oluşturan makineleri korumak ona verilmişti. Kendisi gibi yüzlerce uzman vardı. Onların görevi de girdapları korumak ve devamını sağlamaktı.
Selami girdabı oluşturanı daha iyi tanımak için zoyarkının bilgi bankasının cihazına girdi. Cihazda yapay zeka olduğunu öğrendi. Ayrıca dev girdabı oluşturan ve kutsal ışıkla tetiklenen minato isimli mavi bir sıvının varlığını olduğunu öğrendi. Sıvı cihazın içinde yüz mili gram ağırlığındaydı.
Selami koruduğu girdabı daha yakından öğrenmekte bir sakınca görmedi ve daha detaylı bilgilere ulaştı. Öyle bir bilgi vardı ki hayretler içinde kaldı. Minato isimli sıvıyı barındıran cihazın üzerinde hiçbir yazının olmadığını gördü. Bu sayede yazıdan çıkacak olan görünmez ve gizli hatların hiçbir cihaz tarafından emilemeyeceğini öğrendi.
Selami bunu biliyordu. Ama onu hayrette bırakan teorinin kendine ait olduğuydu. Bunu dünyadayken geliştirmiş ve devletinin istihbaratına göndermişti. Şimdi kendine devlet tarafından haber edilmeden minato cihazında böyle bir şeyin ortaya çıkması onu hem sevindirmiş hem de garip bir düşünceye sevk etmişti.
Dünyanın göçü sırasından libnitin içindeki gezegende de labionla karşılaşmıştı. Selami yazının kutsallığını düşünmeye başladı. Kuran’da ‘nun kalem ve yazdıklarına ant olsun’ diyordu. Neden bir yazı yazarak savaşı durduramıyordu. Kuran’da yemin varsa bunun bir işlevi olmalıydı. Bunu birinci kulukse savaşından sonra araştırmaya karar verdi.
Henüz girdaplar istenilen seviyede büyük değildi. Girdaplar yavaş yavaş büyüyordu. Girdapları aşan düşman zoyarklar belirdi. Kulukse uzay gemileri kapaklarını açtı. Savaşçı zoyarklarını saldı. Beş dakika sonra çarpışma başladı.
Kızıl mavi, yeşil ışıklar sağa sola gidiyor bu, ışıkların değdiği küçük uzay araçları paramparça oluyordu. Nestarın en önden çarpışan yerli halkı savaşçıları büyük gemilere ulaşmaya çalışıyordu. Tehlikenin farkına varan büyük gemiler silahları ile savunmaya geçti.
Naci’de saldırıya karşı koyanlar içindeydi. Şimdiye kadar dokuz tane düşman zoyarkını vurmuştu. Bir saat sonra savaş yavaşladı. Girdaplar düşmana büyük zararlar vermişti. Kuluksenin hava kuvvetleri komutanı anons geçti.
“Tüm savaşçılar ateş etmeyi kesin ve beklemede kalın.”
Tüm savaş durmuştu. Selami ne olduğunu anlamak için cihazına başvurdu. Ekranda bulunduğu gemiye düşman zoyarkları giriyordu. Toplam dört tanesi gemiye girmişti. Savaşın bir antlaşmayla nihayete ereceği aşikar olmuştu. Yarım saat sonra yeni bir anons duyulu.
“Tüm savaşçılar savaş bitmiştir. Gemilerinize geri dönebilirsiniz.”
Selami geminin veri tabanına girdi. Kuluksede iki yüz savaşçı ölmüştü. Nestarın zayiatı ise daha fazlaydı. Yaklaşık beş yüz kişi. Düşman subayları ve kulukse subayları geminin içinde bir bölmede toplanmış antlaşma yapıyorlardı.
Nestar komutanı konuşmaya başladı. “Bizler savaşmak istemiyoruz. Sizlerle antlaşmak istiyoruz. Amacımız gezegeninizdeki değerli madenlerden faydalanmak Eğer bize istediğimiz şekilde kuluksenizde koloni kurmak ve madenlerinizden faydalanmak fırsatı verilirse her türlü antlaşmaya taraftarız.”
Kulukse komutanı antlaşmayı cazip buldu. “Sizlere istediklerinizi verirsek bizimde sizlerden isteyeceklerimiz olur. Bunların başında kullandığınız teknolojilerinizin bizlerce ithali. İkincisi geldiğiniz gezegen Nestara bilim adamlarımızın gitmesi orada her türlü araştırma yapılmasına izin verilmesi. Sizin istediğiniz kuluksede koloni kurmaksa topraklarımızın ancak yüzde birini verebiliriz.”
Nestar komutanı antlaşmadan memnun oldu. İmzalar atıldı. Antlaşmaya varıldı.
Yörüngedeki gemiler hareketlenmeye başladı. Savaş pozisyonunda kapatılan ışıklar tekrar yanmaya başladı. Giriş kapakları açıldı. Kuluksenin savaşçıları tek tek gemilerine dönmeye başladı.
Karşı tarafta da aynı hareketlenmeler vardı. Nestarın savaşçıları da gemilerine döndüler. Ama büyük uzay gemileri gitmedi. Kulukse ile antlaşma gereği iki uzay gemisi kulukseye inecekti. İki gemi savaş gemisi değildi. İçinde nestarlı komutanlar vardı.
Dev gemilerde teknolojik makinalar vardı. Çoğu maden arama araçlarıydı. Kulukseye inip madenleri araştıracaktı. Bulunan madenleri ise sonradan başka uzay gemileri ile gelecek olan başka makinelerle işlenip taşınacaktı.
Nestarlılar tahminlerinde yanılmadılar. Gezegende bol miktarda paralisa madeni vardı. Bu maden yer altından çıkarılıp işlenecek ve elde edilen ürün ışığın sonsuz şekilde sönmeden etrafını aydınlatmaya yarayacaktı. Paralisa madeni daha ileri aşamalarda işlendiğinde yoktan var edilen bir yıldıza dönüşüyordu. Etrafında dönecek gezegenleri oluşturmak ise nestarın ünlülerince kolaydı. Geriye gezegene hayat verecek olan su, oksijen ve atmosfer kolay bir şekilde oluşturulacaktı.
Tabiat gereği oluşmayan ama insan eli ile oluşan yıldız ve yörüngesindeki hayatı barındıran gezegen elbette daha üstün olacaktı. Bu da insanoğlunun yani kulukse halkının arayıp ta bulamadıkları bir fırsattı.
Kulukse bilim adamlarının cennet projesi taamda böyleydi. Kulukseliler tabiat gereği oluşan yıldız ve gezegenleri değiştirmeden hünerliydi. Ama ellerine geçen bu yeni bilgi ile daha çok şey başaracaklardı. Artık ne yeni gezegen keşfi için uğraşacaklar ne d onu değiştirmek için çaba sarf edeceklerdi.
Uzayda milyarlarca ışık yılı boş alan vardı. İstedikleri bir noktaya yıldız ve gezegen yerleştirebilirlerdi. Zaten kulukse komutanı savaş antlaşmasını kabul etmiş nestarlıları gezegene kabul etmişti.
Yeni teknolojiler yeni bilgiler insana neler yaptırmazdı ki. Kulukse komutanı daha ileri gitti. Nestarlıların hepsinin gezegene gelmesi için izin verdi. Netarlılar ise yerli halklarını geride gezegende bırakıp tüm ünlülerini, bilginlerini ve teknolojilerini kulukseye getirtti. Dünyalı insanların nestara gitmesine gerek kalmadı. Misafirlerin arasına katılarak her geçen gün yeni bilgiler elde ettiler.
Kuluksse gezegenine üç milyon nestarlı gelmişti. Onlar için yeni bir kent kuruldu. Bir sene içinde tüm nestarlıların evi oldu. Kentin ismine beresi kenti denildi. Kent arapların bulunduğu ülke sınırları iççindeydi. Arapların devletinin ismi nasayendi.
Selami ve diğer işçiler fabrikalarında nestarlılara hizmet için robotlar üretiyordu. Kısa bir sürede bir milyon beş yüz bin robot üretildi. Çoğu robotlar maden arama, üretimi ve işlenmesi işinde çalışmaya başladı. Fabrika on işçisini beresi kentine yolladı. İçlerinde Selami de vardı.
Bir hava taşıtı ile yola çıkmışlardı. Selami yanında oturan işyeri arkadaşı Paşa’ya “Bizlerin bizden olmayanlara hizmeti acıklı bir durum. Biliyor musun eğer hizmet edeceklerimiz insan olsa canımı bile verirdim. Görünüşleri insan gibiler ama koskocaman siyah gözlerinin oluşu beni biraz ürkütüyor.”
Paşa “Ben de ürküyorum onlardan ama gözlerinin öyle olması tabiat hatası bir şey. Biliyorsun uzuvlarında hata olan insanlar hep zekidirler. Bunun yanında o insanlar normal insanlardan daha iyi görünürler. Daha iyi duyarlar. Mesela bir gözü olmayan insan sanatla uğraşsa yazacağı bir roman bestsellere girer. Bunun gibi bir kulağı duymayan ise teknolojide yaratıcılıkta üstüne yoktur.”
Yan tarafta onları dinleyen arkadaşları Alaattin araya girdi. “Benim bir komşum var ismi Recep. İki ayağı da tutmuyor felçli. Ama uğraştığı şeylere bakarsan harikulade. Şiir yazıyor, resim yapıyor daha bilmem neler.”
Araya Selami girdi. “Recebi tanıyorum. Senin facebook’unda tanıdım. Onunla internette sohbet ederken bana otuzun üzerinde kitap yazdığını söyledi. Bir çoğunu da okudum. Recebin bir de ödülü varmış. Murat Balki öykü ödülü sahibi. Murat Balki prestijli bir ödül kurumu.”
Alaattin “Sen de edebiyatla meşgul müsün. Mesela kitap okur hikaye yazar mısın. Ödüllere katılır mısın?”
Selami “Benim uğraştığım öyle bir sanat var ki, onunla tanışanlar şahit. Hiçbir insan onu bırakamaz. Onun cazibesinin büyüklüğü herkesçe malum. Ben ona kutsal ışık diyorum. Kutsal ışık ile elde ettiğim bilgileri yazmayı da ihmal etmiyorum. Örneğin insanlarca gizemi olan bir yazıyı insanı sakız gibi çiğnemesi için kutsal ışıkla dolduruyorum. Ve o yazıyı defalarca okuyorum.”
Selami ve arkadaşları Çumra devletinden Nasayene yedi günde gittiler. Çünkü kulukse gezegeni çok büyüktü. Bu yolculuk esnasında bir hayli eğleniyorlardı. Önlerinde ki yeni çağın teknolojisi dijital oyunu enok bir sanal dünya oyunuydu. Başlarına taktıkları kasklar sayesinde savaş oyununa dahil oluyorlardı. Oyunun temposu arttıkça fondan ona göre müzik geliyor ve oyuncuları motive ediyordu.
Hava aracı pilotundan anons geldi. “Sayın yolcularımız son durakta beşinci molamız. Aracımızın bakımı için on beş dakika duraklayacağız. Arz ederim.”
Selami ve arkadaşları dijital oyunlarını bir kenara bıraktı. İçlerinden biri inecekleri yer hakkında bilgi istedi. Pilot tekrar konuşmaya başladı.
“Mevkimiz nasayen devletinin urus kenti. Beresi kentine henüz bir saatlik yolumuz var. Urus kenti Müslüman siyahi insanların yoğunlukta yaşadığı bir yer. Beş yüz bin nüfusu var.”
Hava aracı piste indi. Görevliler aracı bakıma aldılar. Bakım genelde oksijen alan hava aracının manata isimli cihazına yapılıyordu. Araç anti yerçekimi ile çalışıyordu. Manata isimli cihaz havadaki oksijeni manyetizmaya çeviriyor ve araç bu sayede havalanıyordu.
Selami ve arkadaşları verilmiş olan kısa molayı aracın dışına çıkarak değerlendirdiler. Selami bir tane sigara içti. Arkadaşları da içti.Ama Paşa isimli arkadaşı bir şişeden şınap içiyordu. Şınap alkollü bir içecekti. Her türlü sebzeden ve meyveden yapılabilirdi.
Selami Paşa’ya “İçtiğin şınabı amma da iştahla içiyorsun. Neredeyse benimde içesim geliyor. Ama ben biradan başkasını tercih etmem. Birayıda senede bir içerim.”
Paşa “Biranın tadını hiç sevmiyorum. Çöp kokuyor birada. Ama içtiğim patlıcan şınabına diyecek yok. Ben alkole bağımlı değilim. Haftada bir içiyorum. Ben birayı bana alerjik reaksiyon yaptığı için bıraktım. Bira içince parmaklarımın arasında kabarcıklar çıkıyor. Ama konyak öyle değil. Tıpkı şınap gibi. Ama konyak pahalı almıyorum.”
İşçi arkadaşların biri de bayandı. Adı Esma’ydı. O da diğerleri gibi hava aracından inmiş hava alıyordu. Sigara içmeyen biriydi. Alkolü de sevmezdi. Paşa’ya “İçki içip karılarını kız arkadaşlarını döven çok oluyor. Sende bu eğilim var mı. Bakıyorum da siluetine sert mizaçlı birisin.”
Paşa “Benim bir kız arkadaşım var. Evli değilim. Onunla alkol sorunum hiç olmadı. Sorunu onun da alkol içmesi ile ortadan kaldırdık. İkimiz de aynı kafadan olunca medeni bir şekilde yaşayıp gidiyoruz.”
Hava aracından anons geldi. Molanın bittiğini söylüyordu. Yolcular tekrar bindi. Havalandılar. Esma konuşmaya başladı. “Aramızda işini bilmeyen yok sanırım. Fabrikanın patronu bana sizlerin işi hakkında raporlar düzenlememi söyledi. Sigara içer ve alkol kullanırsanız bunları da rapor edeceğim. Darılmaca gücenmece yok. Sizlere bunları açıkça söylüyorum ki bende iyi bir intiba uyandırabilirsiniz.”
Paşa araya girdi. “Ben içkimden vaz geçemem. İşimi ne şekilde iyi yaptığımda ortada. Şimdiye kadar fabrikada üretimler için hiçbir uyarı almadım. Patron Beresi kentine gidecekler arasına beni seçmiş demek ki işimde iyiyim.”
Esma “Zaten sorunda orada. Sen çalışırken alkol kullanmıyorsun. İş dışında istediğin kadar alkol alabilirsin. Buna diyeceğim bir şey yok.” Sessiz kaldılar. Araya giren Selami oldu.
“Elinde wifi olan var mı. İnternete gireceğim. Gazetelere bakacağım.” Paşa da wifi vardı. Şifresini verdi. Selami teşekkür etti. Gazetelere bakıyordu. Başlıkları okudu geçti. Bir başka siteye girdi. Çemre gazetesiydi. Ulusal ölçekliydi. Bir genç kızın sevgilisi için ailesi ile tartıştığı ve Çarşamba isimli çaya kendisini attığı ve boğulduğu yazıyordu. İkinci haberde dondu kaldı. Gezegene inen nestarlılar insanları fabrikalarında çalıştırdığı ve böyle giderse devletleri hiç birinde bilim adamı ve okumuş insanın kalmayacağını yazıyordu. Haber doğruydu. Çünkü nestarlılar ünlü ve zevklerine düşkündü. Güçlüydüler. Ayrıca onlardaki güç köleliği de beraberinde getiriyordu.
Beresi kentine varmışlardı. Onları hava alanında nestarlılar karşıladı. Kontrolden geçmeleri gerekiyordu. Güvenlik amiri onlara “Kentimize hoş geldiniz. Sizleri önce hastaneye götüreceğiz. Orada çekaptan geçeceksiniz. Biliyorsunuz bizler insanlarda bulunan hastalıklara aşırı duyarlıyız. Sizlerin bünyeleri farklı bizlerinki de. En ufak bir etkileşimde hem siz zarar gören biz oluruz. Hastaneden sonra sizleri kalacağınız otele götüreceğiz. Buyurun sizi götürecek olan taşıtlara gidelim.”
On işçi güvenlik amirinin peşinden taşıta bindiler. Taşıt minibüs büyüklüğündeydi. Yerden yarım metre yukarıdan gidiyordu. Anti yer çekimli araçtı. Selami şehre girdiklerinde “Devasa binalar ne kadarda şaşaalı. Kısa bir zamanda nasıl yaptılar böyle.” Diye içinden geçirdi. Binalara hayran kaldı.
Güvenlik amiri “Bizlerin teknolojisi akıl alır gibi değil. Daha şehirde öyle şeylerle karşılaşacaksınız ki şaşıracaksınız. Arkadaşınız Selami az önce hayranlığını içinde yaşadı. Sizlerin ne düşündüğünü bizler okuyabiliyoruz. O yüzden kentte ne düşündüklerinize dikkat edin. Tavsiyem aklınıza hiçbir şey getirmeyin. Bizlerin psikolojide ilerlemesi sizlerin, telepati dediğiniz olayı bizler binlerce yıl önce aştık.”
Yollarda kulukse yapımı robotlar yürüyordu. Tıpkı bir insan gibi işlerine gidiyormuş gibi kaldırımda yürüyorlardı. Aralarında nestarlılar da vardı. İri siyah gözleri gizemli şeyler çeviriyorlarmış hissini veriyordu.
Gök yüzünde korab yıldızı ufka gömüldü. Akşam olmuştu. Bir anda beresi kentini nereden geldiği belli olmayan ışık kapladı. Işıklar kaynağından bağımsızdı. Güvenlik amiri
“Gördüğünüz gibi sokaklarımızda hiç lamba yok. Gördüğünüz ışık bizim teknolojimizde ne kadar ileri gittiğimizin belirtisi. Bu teknolojiye bin yıl önce kavuştuk. Biz ışığı durdurup onu yoğunlaştırıp şehrimizin üzerine saldık.”
Selami sordu. “Ne yiyip içiyorsunuz. Elbette sizde besleniyorsunuz. Ama bakıyorum hiç kilolu değilsiniz. Hepiniz aynı bedensiniz.”
Güvenlik amiri “Bu da çok önceleri kavuştuğumuz bir sağlık yöntemi. Bizler siz insanlar gibi yemeklerimizi ateşte ne de bir ısı ile pişiriyoruz. Beslenmemiz tek bir yiyecekten oluşuyor. Sugişo isimli yiyeceğimiz üstün bir teknoloji olan markana isimli cihazdan elde ediyoruz. Cihazımız boşluktan esir enerjiden elde ettiği mineralleri vs. yiyeceğe dönüştürüyor. Yiyeceğimiz hafif tatlı. Sizde yiyebilirsiniz. Aynı cihazda siz insanların yiyeceğini de elde edebiliriz.”
Hastaneye gelmişlerdi. Araçtan indiler. İçeriye girdiler. Onları beyaz önlük giymiş robot karşıladı. On arkadaşı peşinden bir odaya götürdü. Hepsinin eline kırmızı renkte sıvı dolu bardaklar verdi. Robot bardağın içindekilerin içilmesini istedi.
Robot “Bu içtiğiniz şeyin içinde nanobotlar var. Vücudunuzdaki yirmi bin sağlık konusunu çözecekler. Şimdi teker teker kabinin içine girip bir dakika boyu bekleyeceksiniz. Kontrol o zaman başlayacak.”
On arkadaş teker teker dört tarafı panolarla çevrilmiş kabine girdiler. Kabindeki gelişmiş aygıtlar nanobotların göndermiş olduğu verileri işlemeye başladı. Yarım saat sürdü. Sonuçlar temizdi. Hiç birinde sorun yoktu. Sonra hastaneden çıktılar.
Selami yaptığı yolculuktan çok yorulmuştu. Aç olmasına ve yemek yemesi gerekmesine rağmen oteldeki odasında hemen uykuya daldı.
Sabah kalkınca ilk iş sugişo yiyeceğinden yedi. Karnını onunla doldursa yeridir. Nestarlıların yediği sugişoyu çok beğenmişti. Arkadaşlarını brifing vermek için odasına çağırdı. Biir araya toplandılar.
Selami “Yapacağımız işler malum. Beresi kenti için ürettiğimiz robotların servis bakımını yapacağız. Her robotun bir şifresi var. Şifreleri internet ile açacağız. Robotlara akıttığımız kutsal ışığın rengini iyi ayarlayın. Düşüncede bir sıvı ile eşleşme yapın. Bu içtiğimiz bir çay olabilir veya oralet. Eşleşmede renklere dikkat edin. Kutsal ışığın aktığı anlarda hiç kıpırtı yapmayın. Unutmayın robotlar yüklediğimiz kutsal ışığa göre çalışıyor.”
Selami brifingten sonra odasında yalnız başına çalışmaya başladı. Selami ve Paşa kendi odalarında paralel olarak işe giriştiler. Paşa da kutsal ışık uzmanıydı. Renklerin dilini anlıyordu. Renk üzerine doktorası vardı. Kızıl ötesi ve mor ötesi tayfları ölçen cihazı ile kutsal ışığın, düşününce hangi aralıklarda ışıdığını tespit ediyor, veriyi kendine tahsis edilen robotlara aktarıyordu. Bu bir çeşit robotlara nasıl düşüneceğini öğretmekti. Selami Paşa’dan aldığı verileri inceliyor ve kutsal ışığa engel olan bazı tayfları kafasına taktığı kask sayesinde düşüncesi ile yok ediyordu.
Düşüncenin insanda özgür şekilde var olması istenilen tek şeydi. Akla erken veya geç gelen şey varlığı ile ayarlanması gerekiyordu. O şey insana stres veya neşe verebilirdi. Düşünülen şeyin varlığının berraklığı söz konusu olunca bu insanın beynine oksijen gitmesi gibi bir şeydi. Vesvese denen şey insanlık tarihi kadar eskiydi. Vesvese kutsal ışığın zıttı olan katrandan ileri geliyordu. Katran ise şeytanın tek karanlık ışığıydı. Şeytan katran ile hayat bulur katranla kötülük yapardı. Selami’nin yapmaya çalıştığı da buydu. Robotlara kutsal ışığın inişi sırasında parazit dalgalarının bertaraf edilmesiydi. Selami kendine ayırdığı robotların bakımını kısa sürede bitirdi. Bir saat içinde diğer arkadaşları da bitirdi.
On işçi otelden ayrılmak için hazırlandılar. İstikamet ülkelerine geri dönmekti. İşçilere eşlik eden nestarlı güvenlik amirine haber edildi. Amir gelince onları hava alanına götürdü. Hava araçlarına bindiler.
Araç biraz yükseldikten sonra hızla hareket etti. Pilot dünyalı insandı. Şemikler kentinde sürekli bu işi yapıyordu. Kentler arası ve ülkeler arası uçuş lisansına sahip bir pilottu. İşçilere “Görevlerinizi hayırlısı ile yaptınız. Sizler işleriniz ile meşgulken ben beresi kentini biraz gezdim. İnanılmaz şeylerle karşılaştım. Nestarlı biri beton duvardan kapı olmadığı halde içine girdi çıktı.”
Selami “Zannımca bu da nestarlıların bir oyunu. Akıllarınca kendilerini üstün gösterip bizim hayran olmamızı beklemek. Ne domuz ölüsünün körüdür onlar. Onların amacı düşüncelerimizi ele geçirip bizleri kullanmak. Yanı başımızdaki tehditi büyümeden bertaraf etmemiz gerekiyor.”
Paşa araya girdi. “Nestarlılara gezegenimize davet eden kulukse komutanı. Kuluksede ki devletler birleşip ona yetki verdi. Elimizden bir şey gelmez ki.”
Selami “Bunlar insanı acz içinde görüyorlar. Ama yanıldıklarını kısa zamanda anlayacaklar.”
Pilot “Selami bey insanların bir tek dayanağı var. O da din. Dinsel esrarlara başvurup bunu bilime teknolojiye uygularsak onları yenebiliriz.”
Selami “Henüz öyle bir tehdit yok. Zannedersem nestarlılar insanların sahip olduğu tüm gizlerini çözmeden saldırıya geçmezler. Bu onlar için hata olur.”
Çumra devletine vardıklarında korap yeni batmıştı. Karanlık basınca tüm kentler enerjisi hiç tükenmeyen lambalarla ışıldamaya başladı. Şemikler kentine bir saat sonra vardılar. Hava alanına indiklerinde asker olan Naci onları karşıladı. Güvenliğin içinde o da görevliydi.
Selami “Allaha şükür kullanılmadan ülkemize döndük. Seni gördüm iyi oldum. Söyle bana daha kaç sene askerlik yapacaksın?”
Naci “Ben teskeremi askerlikte bıraktım. Uzman olarak emekli olana kadar çalışacağım. Sen söyle bana böyle nerelerden geliyorsunuz?”
Selami “Nestarlılar için ürettiğimiz robotların bakımı için gittik. İşimiz uzun sürmedi. Bir gün içinde işlerimizi hallettik. Nestarlılardan bana kalan tek intiba aşırı gösterişçiler. Teknolojileri ile bize bol bol caka sattılar. Utanmasalar bize imza verecekler.”
Naci “Neyse gelen geçti. Artık nestarlılar düşman değil. Gezegenimizin yerlisi oldular.” Dedi. Sonra beraberindeki askerler her bir işçiyi ayrı ayrı araçları ile evlerine kadar götürdü.
Nestarlılar bir taraftan paralisa madeni keşfi yapıyorlar diğer taraftan buldukları maden yataklarına ocaklar kurup işliyorlardı. Kulukse buna kayıtsız kalmadı. Nestarlıların paralisa madeni hakkındaki bilgileri bilim adamları tarafından incelenmeye alındı.
İşlem çok karışıktı. Tıpkı uranyum madeninin nükleer santralinde kullanılması gibi güvenlik hassasiyetliydi. Paralisa madeni radyoaktif bir maddeydi. Tek güvenli tarafı madde işlenince ışıma yapmıyordu.
Nestarlıların madenlerde çalışan araçları tıpkı kömür çıkarır gibi çalışıyordu. Nestarlı yerli halktan yüz elli kişilik bir grup kutbu evvel isimli yerde ilk çalışanlardı. Üç vardiya çalışıyorlardı. Maden ocağında oksijen tüpü takıyorlardı. Madenin doğal kokusundandı. Zehirli kokuydu. Ocaktan çıkarılan madenler aynı bölgedeki işleme fabrikasında işleniyor ve kuluksedeki insanların hizmetine sunuluyordu. İnsanların marketlerden aldığı işlenmiş madde bir cihazın içindeydi. Cihazın ismi kerakolot’tu. Bir ekran vardı. Bitmeyen bir ışığı vardı.
Kerakolot ruhları görüntüleyebilen bir cihazdı. Nestarlıların son teknoloji harikasıydı. Bununla ölen bir insanın ruhunu doğacağı yer olan yeni bedenine kadar takip ediliyordu. Bu sayede insalnlar ölen anne babalarını yakınlarını takip ediyor onlara daha çok sahip çıkıyorlardı.
Reenkarnasyon insanların hukuk tarihine de geçmişti. Henüz yeniydi ama ilk kanun ölen kişilerin yeninden doğan ruhları önceki hayatlarından miras alabiliyordu. Kuluksede kimi çevreler buna karşı çıkıyordu. Reenkarnasyon kanununun insanları tembelleştirmesinden dem vuruyorlardı. Ama yeni doğan bedenlerin geçmişten gelen güvenceyle büyümesi halkın çoğunluğu tarafından kabul edilmişti.
Nestarlıların ürettiği kerakolot cihazı Selami’de de vardı. Selami cihaz ile Gönül’ün ruhunun var olup olmadığını kontrol etti. Onun ruhunun zayıf olduğunu gördü. “Cihazın bir sorunu yok. Zayıf yoğunluklu ruhun yarı makine oluşundan ileri geliyor. Vücudunda hiç makine olmasaydı ruhun yoğun görünürdü. O zaman şimdiki gibi ölümsüz olmazdın.”
Gönül “Kerakolot cihazının seni bayağı eğlendiriyor. Oradan ruhtan başka cin veya şeytanda görüyor musun?”
Selami “Kendi vücudumda beş cin iki tane de şeytan tespit ettim. Ama onların vücudumdan çıkarmaya gücüm yetmez. Bana kötülükleri dokunmuyor.”
“İnsan ruhunun kutsal ışıktan yaratıldığını biliyorum. Cin ve şeytanlar ise ateşten yaratılmışlar. Elindeki bir ruh cihazı. Peki cinleri ve şeytanları nasıl tespit ettin?”
Selami “Bu elimdeki cihaz ünlü ermeni Kirliyan metodu ile çalışıyor. Cihaz ruhu ve cinleri kolaylıkla tespit edebiliyor.”
O an Selami bir cinin kıpırdamadan Gönül’ün önünde durduğunu gördü. “Ey cin İsmini ve görevini söyle. Seninle dost muyuz düşman mıyız?” dedi. Kerakolottun ses ayarını iyice açtı.
Cin “Ben senin yeryüzünde dünyadayken bağladığın siyaset cini Humakail’im. Süreli peşindeyim. Bana verdiğin sağcıların siyasette galibiyet emrini sürekli gözetiyorum. Şimdiye kadar iki yüz bin solcu insan sağcı oldu. İstersen beni serbest bırakabilir veya siyasette başka görevler için beni yeniden bağlayabilirsin. Ben bağlanması zor bir cinim. Ama sen kutsal ışık esrarının büyüklüğüne inanmış ve özel yönteminle beni bağlayan birisin. Bu yüzden içim rahat.”
Selami “Ben dünyadayken bir çok cin bağladım. Onlarda kulukseye taşındı mı?”
Cin “Evet hepsi buradalar. Senin insanların fakirliğini bağlaman onlara zenginlik vaat etmen bütün cinler arasında memnuniyetle karşılandı. Bağladığın edebiyat cini Hiyeruhamil, Hugam kölelik cini, Urumhamatahayil aşk cini ve diğerleri hepsi kuluksedeler. Cinler özellikle Firdevs cennetini bağlamanı çok sevdiler. Bizler kuluksede sabah olurken yönümüzü hep dünyaya çeviririz. Orada dünyada kalan Firdevs cennetinin ışığı ile can buluruz.”
Selami “Artık gidebilirsin. Sen latif birisin. Sana sorular ile kırılgan ruhuna zarar vermek istemem.” Dedi. Cin ortadan kayboldu.
Elindeki cihazla ölen anne ve babasının mezarına gitmeyi ve onların doğdukları yeri bulmaya karar verdi. İyi ki onların kemiklerini kulukseye getirmiş şehrin mezarlığına gömmüştü. Diğer insanlarda yakınlarının kemiklerini taşımıştı. Sahipsiz iskeletler de gelmişti. Evliya, alim, kahramanlar bunların iskeletleri mecburi taşıma statüsündeydi. Onlar bir milletin kültürüydü. Nasayen Arap devleti ise peygamber ve ashabı kiramın kemiklerini taşıdı. Müslümanlar namaz kılarken kıble sorununu da çözmüşlerdi. Nasayen devletinin tam ortasına yeni bir Kabe inşa etiler.
Gönül’ün canı gezmek istiyordu. Çocuğunu da yanına alacaktı. Fikrini Selami’ye söyledi. Beraberce dışarıya çıktılar. Mevlana kültür merkezine gittiler. İçeride semah ayinleri başlayalı bir hayli olmuştu. Merkezde dervişler her gün semah yapıyordu. Bu kadar sık semahın oluşu insanların rağbeti nedeniyleydi. Kültür merkezine ülke dışından gelenler çoğunluktaydı. Merkezin kapı önünde Mevlana’nın mesnevi kitabı da satılıyordu. Gelenlere broşür de veriliyordu. Broşürde Mevlana’nın kısa öyküsü anlatılıyordu. Yanında bir ay sonra başlayacak vuslat günü şeb-i aruz töreninin tanıtımı da vardı.
Selami ve Gönül iki bilet alıp içeriye girdiler. Yerlerine oturduklarında ulvi bir ney sesinin ruhlarına işleyip onları latif bir yolculuğa çıkarıyordu. Mevlana’nın torunları işlerini gayet güzel yapıyordu. Sol el aşağıda sağ el yukarıda normal tempoda dönerek bir nur oluşturuyorlardı. Nura ortak olan seyirciler kalpleri ile bu nuru alıyordu. Bazı cemaatler Mevlana’nın maneviyatın çocuğu olduğunu söylüyordu. Galiba çocukluk semah ayininde isteklice Mevlana’nın dönmesinden ileri geliyordu. Semboller anlamlıydı. Dönmek nuru eğiriyordu. Ses ve müzik kalbe hitap etmese de dikkat yoğunluğu sağlıyordu. Üstelik semahın Mevlevi dervişlerince her gün yapılması onları transa sokuyor kozmik yalnızlıkları ortadan kalkıyordu.
Semah bir süre sonra durdu. Sahneyi seyircilerin alkışları eşliğinde boşalttıklarında bir adam geldi. Ney ve teflerin eşliğinde ilahi söylemeye başladı. Yunus Emre’nin ‘sordum sarı çiçeğe’ isimli divanını söylüyordu. İlahi söyleyen birkaç eser daha seslendirdikten sonra sahneden çekildi.
Çumra devletinin uzay araştırma merkezi Aselsan merkezinde olağanüstü gelişmeler yaşanıyordu. Nestarlıların ilgi duyduğu paralisa madeninden dünyayı, güneş yörüngesinden alıp istenilen bir yıldız sistemine taşımak için gerekli manyetik bir güç elde edilebiliyordu.
Olay televizyon haberlerine, radyolara, gazetelere yansıdı. Kulukse çapında kısa sürede duyuldu. Paralisa madenindeki atomlar hiçbir zaman birbirinden ayrılmıyordu. Yalnız birbirlerinden uzaklaştırılabiliyordu. Bu da büyük bir manyetik alanın oluşmasına neden oluyordu. Manyetizma mühendisleri ise bu çekimi kolayca kullanabileceklerini gördüler. Bunun için kuluksenin bilim adamları toplandı. Dünyayı taşıyabilecek beş adet uzay gemisi inşasına karar verildi. İnşa için devletler tüm desteğini verdi.
Selami de bu projedeydi. Uzay gemisi inşası kısa sürede başladı. Malzemeler kuluksenin yeryüzünde üretiliyor uzay kayıklarıyla gezegenin yörüngesine taşınıyordu. Selami uzay gemilerinin elektronik ve biyolojik aksanlarında görevliydi. Aynı görevde çalışan yetmiş kişi daha vardı. Diğer mühendisler ise uzay gemilerinin parçalarını test ediyordu. Onayı alan parçalar yörüngeye sevk ediliyordu.
İnşa kısa sürede bitti. İşlenmiş paralisa madenleri uzay gemilerinin haznesine yerleştirildi. Bir sorun vardı. Bu taşıma esnasında dünyanın atmosferi değişecekti. Atmosferi onarmak ise biraz çaba gerektirecekti. Hesaplamalara göre dünya gezegeni kuluksenin korab yıldızına uzun bir sürede taşınabilirdi. Bilim adamları ve devlet başkanları bu sorun için bir araya geldi. Dünyanın yolculuğunun kısa olması için çareler aramaya başladılar. Toplantıda Artur Penzias Konuştu.
“Dünyayı taşıyacak manyetik alanı uzay gemilerimiz kolayca oluşturabilir. Taşımanın hızlı olması için dünyaya, verilmesi gereken manyetik alanı yeryüzüne yayacak olan stonage duvarlarının olması lazım. Biz bu teknolojiye vakıf değiliz. Ama bu manyetik duvarların işlemesini sağlayan bilgiye nestarlılar sahip. Onların bilgisine başvurmalıyız.”
Çumra devletinin başkanı araya girdi. “Biz onları ikna edebiliriz. Ama bizden buna karşılık istekleri olabilir. Onlarla konuşup anlaşma şartlarını dinleyeceğiz. Aramızda nestarlıların siyasi elçisi de var. Şimdi sözü ona veriyorum. Siyasi yetkili konuşmaya başladı.
“Kulukse bizim için değerli bir gezegen. Burada bol miktarda paralisa madeni mevcut. Liderimizin tek bir isteği var. Şu an nestar gezegeninde vereceğiniz yanıtı bekliyor. Bizim isteğimiz dünya, yeni yörüngesine başarılı bir şekilde taşınırsa, dünyada bize ait yeni bir ülkenin kurulması.”
Kulukse başkanları buna karşı çıktı. Söz konusu aralarında hem sayıca fazla iri siyah gözlü yaratıkların yaşamasıydı. Çumra devletinin başkanı “Bu kararı biz başkanlar tek başımıza alamayız. Zannedersem siz başkanlarda aynı fikirdesiniz. Bu sorun ancak halk oylaması bir referandum ile giderilebilir.”
Araya Fransızların başkanı girdi. “Türk dostumuz doğru söylüyor. Bizler bu sorunu bir bakanlar kurulu ile de halledebiliriz. Ama yabancı bir ırkın insanlarla sayıca fazla bir şekilde yaşaması kritik bir sorun arz ediyor.”
Bu sefer Almanların başkanı konuşmaya başladı. “Bende aynı fikirdeyim. Biz kulukse gezegenini kendimiz keşfettik. Burayı kendimiz inşa ettik ve insanlarımızı buraya getirdik. Fornox birliği bizi aralarına aldı. Her şey görüş alış verişi ile olur. Biz almanlar referandumu destekliyoruz. Çünkü bir birliğe kabul edilmemizin karşılığını nestarlılara göstermek istiyoruz.”
Sözü Amerikalı başkan aldı. “Ben anlaşmaya karşıyım. Şu farla biz, gezegenimiz kulukseye nestarlıları kabul ettik. Gelip yerleştiler. Sorun nestarlıların devlet kurması. Biz madenlerimizi kullandırıyorsak ticari bir amaç içindir. Dünyanın taşınması ise teknolojik bir durum. Şuna eminim ki nestarlılardan alacağımız teknolojiyi biz insanlar da yapabiliriz. Bu durumda hepimiz el ele verirsek gerekli olan teknolojiyi milyonlarca olan bilim adamlarımız icat edebilir.” Toplantıya katılan başkanların hepsi buna kabul oyu verdi. Kısa bir süre sonra kulukse bilim adamları manyetik duvarları icat etmek için seferber edildi.
Netarlılar ürettikleri paralisa madeninin insanlarca kullanılıp dünyanın taşınmasında aracı edilmesine sıcak bakmıyorlardı. İşin içinde hem insanların bir başarısı olacaktı hem de dünyada yeni bir koloni kurulmasına izin verilmiyordu. Her şeyi askıya alıp insanalara bir daha paralisa madeni vermeyebilirlerdi.
Nestarlılar kulukse gezegeninde insanlara bildirmediği gizliden gizliye, araştırma yapıp buldukları hekat p3, botal r2, manis n4 madenlerinden gayet memnundular. Hekat p3 madeni yıldızlar arası seyahate olanak sağlayan bir maddeydi. Botal r2 madeni ise doğada kaybolmayan sesin yeniden elde edilmesini sağlayan bir maddeydi. Manis n4 ise ölen ve kemikleri kalan birinin dirilip vücut bulmasına yarıyordu.
Nestarlıların gizli araştırması bir bilgisayar hackeri tarafından öğrenildi ve haber yayıldı. Kulukse yönetimi bunun için yeniden bir araya geldi. Amerikalı başkan söz aldı.
“Nestarlıların bizler için oynadığı oyun hepimizce malum. Bunlar biz insanların dostu değildir. Teklifim nestarlıların gezegenden kovulması. Eğer bu işin sonucunda yeni bir savaş çıkarsa gücümüze fornox birliğini çağırmamız gerekiyor. Bu gezegen fornox birliği kararınca biz insanlara aittir. Şimdiden savaş durumuna geçmeliyiz.”
Gezegen yöneticileri oy birliği ile savaş kararına evet dedi. Karar bir ulak ile gezegendeki nestarlılara bildirildi. Nestarlılar karara uydu. Kulukseyi on gün içinde boşalttılar.
Nestarlılar kendi aralarında bir toplantı yaptı. Nestarlı komutan “Savaşmak için bundan daha kötü bir şey olamaz. Yeterince maden çıkardık. Bu madenler bize yüz yıl yeter. Diyeceğim o ki ben savaştan yana değilim.”
Siyasi bir yetkili araya girdi. “İnsanların antlaşmalara ne kadar sadık oldukları ortada. Hemen cayıyorlar. Onları kendi hallerine bırakmak en iyisi. Uygarlığımız ihtiyaçlarımız olan madenleri başka gezegenlerde bulacak kadar büyük.”
Gezegenden nestarlıların tahliyesi bitmişti. Büyük filolarla uzayda ilerlemeye başladılar. Işınlama geçidine geldiklerinde bir sürpriz ile karşılaştılar. Fornox birliğinden bir grup uzay gemisi nestarlılara ateş açtı. Nestarlılar kısa sürede ortadan kaldırıldı. Parçalanmış gemiler boş uzaya dağıldı.
Fornox birliği mevzilerini terk etmedi. Geçitten çıkacak olan nestarlıları yok etmek için beklemeye geçtiler. Kuluksenin çağrısına kulak veren fornox birliği nestar yıldızı yaşayanlarına saldırma amacı gütmüyordu. Amaçları insanları korumaktı. Kıs abir süre sonra geçitte bekleyen fornox birliği savaş gemileri arttı. Çünkü nestarlıları yok etmişlerdi ve geride kalan nestarlılar bunun önünü almak isteyebilirlerdi.
Kulukseden gelen bazı medya yayıncıları savaşı naklen vermişti. Onlarda küçük uzay araçlarında beklemeye koyuldu. İnsanlar televizyonları karşısında yeni savaşın başlamasını merakla izliyordu. Herkes heyecan içindeydi. Gözlemci bir televizyon kanalı fornox birliği gemilerinin birine girmek için izin aldı. Bunu duyan diğer televizyon kanalları da ilk gidenin ardından savaş gemisine doğru araçları ile ilerledi.
Büyük bir girişten gemiden çıkan ışıkların yoğunluğunda içeri girdiler. Onları bir savaşçı karşıladı. İri gözleri ve uzun kolları vardı. Televizyonculara Türkçe hitap etti.
“Aramızda sizleri görmekten memnunuz. Savaş için sizlere gerekli bilgileri komutanımız verecek. Sorularınızı da o cevaplayacak.”
Televizyoncuları peşine takarak komutanın odasına getirdi. Komutan konuşmaya başladı. “Siz insanların merakı öğrenmenin bir yoludur. Bu sorarak, konuşarak ve dinleyerek olur. Sizlerin savaş alanında tehlikeli bir şekilde beklemesi bizleri endişelendiriyor. Ama vazifenizin sorumluluğunu herkesten çok siz bilirsiniz. Nestarlılara gelince onları toplu halde gezegenlerinde de yok edebiliriz. Ama fornox birliği yasaları buna müsait değil.Anayasamızın üç yüz seksen yedinci maddesi her uzaylı ırkının korunması gerektiğini söyler. Bizlerin yaptığı bu saldırı ise ışın geçidinden artık geçilemeyeceği anlamını taşır.”
Hrs televizyonu muhabiri söz aldı. “Fornox birliği kuruluş amacını açıklar mısınız. Ne zaman kuruldu?”
Komutan “Birliğimiz sizin dünya tarihi ile bin yüz on iki de kuruldu. Fornox birliğinin kuruluş amacı uzayda, hiç bir canlıya yalnız olmadığını hissettirmek ve onlara yardım etmek.”
Bu sefer Tls isimli televizyon kanalı sordu. “Efendim sizler gibi insanlarda biir gün ölümsüzlüğe ulaşacak mı?”
Komutan “Ölümsüzlük insana çok yakındır. Ama ölümsüzlük yolunu insanlar kullanmıyorlar. Eğer insanoğlu kutsal ışığa gerekli önemi verirse ölümsüzlüğe o zaman ulaşır. Bizdeki ölümsüzlüğü m siz insanlara aktaramayız. Bunun teknoloji ile ilgisi yok. Kutsal ışığa sabreden insan bunu kazanmış demektir. Aranızda çok yaşamış insanlar var. Bunlardan Hint topluluğu yoga yapmayı biliyor. Çiçekten kutsal ışık içtiğini düşünüyorlar. Siz de onlar gibi yoganızı insan, çiçek veya tanrıya yaparsanız uzun yaşamınızda yalnız kalmazsınız. Rabıtanın esrarının büyüklüğüne inanın. Bu size yeter.”
Yahudi televizyon kanalı sion muhabiri sordu. “Sizler ne zamana kadar bekleyeceksiniz. Nestarlılar gelirse yine onları yok edecek misiniz?”
Komutan “Sizleri nestarlılardan korumaya kararlıyız. Eğer düşman gemileri buraya tekrar gelirse bu savaşın devam edeceği anlamına gelir. Nestarlıların büyük filolarla gelmesi demektir. Bizlerde tedbirimizi almış durumdayız. Yola çıkan takviye birliklerimiz var. Onlar gelmeden düşman saldırıya geçerse tek yapacağımız şey gezegenlerini yok etmektir. Bunun için gerekli teknolojimiz var. Yok ediş sırasında nestarlı yerlileri de düşündük. Onlar masum kavimler. Biz onlardan iki yüz erkek iki yüz dişi olarak gezegenden alacağız. Geri kalanları düşünmeden gezegenle birlikte yok edeceğiz.”
Sion muhabiri yeniden sordu. “Bu nestar ünlüleri nereden geldi. Uzayda böyle ünlülük özentisi taşımak neyin nesidir?”
Komutan “Uzayın birçok yerinde menfaatlerini birleştirip koloni kuranlar var. Bu tabiat kanunu gibi bir şey. Biz fornox birliği de böyleyiz. Ortak amaçlar için siz dünyalılar bile kulukse gezegeninde bir araya geldiniz. İleride belki siz insanlarda acımasız davranabilirsiniz. Siz insanların tarihi savaşlarla dolu. Nestarlılardan kalır yanınız yok. Hatta tarihinizde onları geçmiş durumdasınız.
Hiçbir şey ortak amaçlar için bir araya gelip faaliyet yürütmek kadar güzel değildir. Hele bu amaçlar için savaşmak tarihi ilmek ilmek ruhlara dikmektir. Ruhun bundan hoşlanması gayet doğal. Kendi parçalanıyor karşı tarafta parçalansın istiyor. Parçalanmak doğanın yıpratıcılığı, ölüm, duygusal sıkıntılar, kaygılar iledir. Böyle bir doğada hiçbir canlı olumlu düşünemez. Bir yerden mutlaka fire verir. Hele sonsuz uzaya çıkanlar daha özgürdür ve saldırganlığı daha fazladır.”
Bu sefer Türklerden bir muhabir “Efendim sizler bilgili kişilersiniz. Kıyametin kopması yan mı Koparsa kimler ölecek kimler kalacak?”
Komutan “Sizlerin kutsal kitabı İncil, Kuran ve Tevrat’ta kıyamette tüm uzayın yok olacağı yazılıdır. Bu doğru ama dünyanızın durumu gibi nice kıyametler var. Biz fornox birliği sizlere teknolojik desteği vermeseydik kıyametiniz ile hepiniz ölmüş olurdunuz. Nesli tükenen insanlara uyguladığımız prosedür, kutsal kitaplarınızda yazıldığı gibi önce, sorgu sual sonra cennet cehennem sahaları gelecekti. Bizlerin dünyadakileri bir diriliş ile soran p2 gezegenine naklimizin sebebi ise prosedürde dünyada hiçbir çalının kalmamasıydı. Yasalarımızda bu böyledir. Yasalarımız kutsal kitaplara göre kurulmuştur.”
Fornox birliği komutanı soru gelmeyince muhabirleri yemek yemeye davet etti. Başka bir odaya geçtiler. Hazır yemeklerin olduğu masaya oturdular. Aralarında komutanın dışında birkaç fornox askeri de vardı.
Yemekler insanların yediği yemeklerdi. Az sonra içerisi mis kokularla doldurdu. Komutan açıklama getirdi. Kokunun askerlerin ve kendisinin üzerinden geldiğini söyledi. Yedikleri yiyecekler ter vasıtası ile miske dönüştüğünü açıkladı.
Selami odasında tüm konuşulanları izlemişti. Muhabirlerin ve fornox komutanın yemek menülerine iştahı kabardı. Aynı şeyleri yemek istedi. Gönül’e kuru fasulye ve pirinç pilavı pişirmesini söyledi. Kısa sürede yemeği hazırlandı. İşe geç kalmamak için acelece yedi.
Bu gün son iş günüydü. Dünyayı taşıyacak olan uzay gemisinin son kontrolleri yapılacaktı. Hemen hazırlandı. Gönül’e veda edip evden çıktı.
Kulukse yöneticileri dünyaya manyetik duvarları inşası için bilim adamlarının yetersiz kalacağını biliyordu. Bunun için fornox birliği merkezi olan pata gezegenine baş vurdular. Onlardan bir grup bilim adamı kulukseye geldi. Bir toplantı düzenlediler. Toplantıya Selami de çağrıldı.
Fornox birliği heyetinin sekreteri “Sizlere yardım etmek bizim için sevindirici bir şey. Şimdiye kadar hiçbir gezegeni yerinden başka bir yere taşımadık. Bunun için böyle bir teknolojiye sahip değiliz. Ama manyetizma konusunda herkesten üstünüz. Siz dünyalıların bulduğu yeryüzüne manyetik duvarlar dikme tekniği hesaplarımıza göre işe yarar bir durumda. Ama manyetik bir alan oluşturduğunuzda güneşin yörüngesinden dev uzay gemileri ile çıkmanız için harcayacağınız enerji devasa boyutlarda. Bu siz gemidekilere büyük zararlar verebilir. Onun için sizi manyetik darbelerden koruyacak ‘mati’ isimli bir teknolojiyi önereceğim. Mati teknolojisi kısaca manyetik darbeler sonucu vücudunuzdaki sıvıları atomlarına ayrışmasını engelleyecek giyilebilir bir teknolojidir. Giysiler vücudunuzun manyetizmasını normal seviyede tutacak.”
Sözü kulukseli bir bilim adamı aldı. “Bizler dünyayı taşımaya kendimizi muktedir gördüysek onu korab yıldızına da taşıyabiliriz. Bunun için siz fornox bilim adamlarına güveniyoruz.”
Fornox bilim adamları dünyanın ışınlanması için dev geçitlerin inşasının gerekli olduğunu açıkladılar. Bunun için paralisa madenlerinin işlenmesini kendi üzerlerine aldılar.
Selami sevinç içindeydi. Şu an yörüngede beş uzay gemisi vardı. Dünyayı taşıyacak olan gemilerde uzman olarak çalışmış ve hatırı sayılır miktarda para kazanmıştı. Şimdi ise dünya gezegenini ışınlayacak olan geçit inşası başlamıştı. Devasa geçit dört parçadan oluşuyordu. Paralisa madenleri geçide enerji verecekti. Oluşturulacak manyetik alan için geçidin dört parçası birbirinden ayrılacak ve mekanizmaya enerji verilince dünyanın üç katı büyüklüğünde geçit hazır duruma gelecekti.
Selami yeni görevi için hazırlandı. Gönül’e veda etti. Dünyayı taşıyacak olan gemiler Çumra devletinde hezarfen uzay merkezinde inşa edilmişti. Devasa ışınlama geçidi de burada inşa edilecekti. Kuluksedeki tüm ülkeler bu merkeze para yağdırıyordu. Selami durakta servis aracını beklerken yanına siyah renkli bir araç yaklaştı. İçinden iki kişi indi. Selami’yi kollarından tutup araca bindirdiler.
Gerisi karanlıktı. Selami nereye gittiğini bilmiyordu. Siyah camlardan dışarısı görünmüyordu. Yarım saat sonra araba durdu. Dışarıya çıktılar. Ormanların içinde düz bir alanda duran hava aracına bindiler. Havalandılar. Selami ne yöne doğru gittiğine dair tahmin yürütüyordu. Şimdiye kadar konuşmayan siyah giymiş adamlardan biri konuştu.
“Ben bu organizasyonu düzenleyen ekibin başıyım. Seni kaçırmamızın nedeni dünyayı taşıma projeniz. Senin kutsal ışık uzamanı olduğunu biliyoruz. Ekibinizden senin gibi uzman birinin ortadan kaybolması bizim işimize geldi. Biz bermuda devleti için çalışan CIA Amerikan ajanlarıyız. Seni bermuda devletine götürüyoruz. Seni dünya taşıma projesi sekteye uğrayana kadar gizli bir yerde saklayacağız. Eğer dediklerimize uyar ve kutsal ışık ile ilgili esrarları bize anlatmazsan bu sefer seni hiç bırakmayacağız. Seni bırakmayacağımızın delili anlattıklarında olacak. Eğer mantığa uygun şeyler anlatırsan serbest kalacaksın.”
Selami konuşmaya başladı. “Böyle önemli bir görev üslenmişken beni kaçırmanız Türk istihbaratı MİT’in gözlerinden kaçmayacak. Size tek bir soru soracağım. Dünyanın taşınmasına neden karşısınız?”
Kimseden cevap gelmedi. Selami “Ben anlatayım. Siz nestarlılardan teknoloji almaya devam ediyorsunuz. Bunun karşılığında nestarlıların isteği olan projenin sekteye uğramasıdır. Aklınıza hiç mi ihanetinizin açığa çıkacağı gelmiyor. Oysa siz projenin ana destekçi devletisiniz.
Ajanlar cevap vermedi. Selami ve beraberindekiler bir saat daha havada uçtu. Bermuda semalarına geldiklerinde hava aracı alçaldı. Yere kondu. Onları eli silahlı askerler karşıladı.
Ekibin başı “Seni askeri bir bölgeye getirdik. Burası yetmiş birinci bölge. Tıpkı dünyadaki elli birinci bölge gibi işlev görüyor. Ülkemizde elli birinci bölge yok. Burada Amerikalıların çıkarlarına gizli işler yürütüyoruz. Onlardan biri sen de bu amaca hizmet edeceksin.”
Selami’yi büyük bir binanın içine götürdüler. Koridorlardan geçirip bir odanın koydular. Her yer güvenlik güçlerince korunuyordu. Selami’nin odası demir parmaklı koridorun içindeydi. İzinsiz dışarı çıkamazdı. Odasında bir yatak, televizyon, buzdolabı, banyo ve tuvalet vardı. Ekibin başı son kez konuştu.
“Seni kaçırmamızın asıl amacı kutsal ışık ile ilgili bütün bildiklerini bize anlatman. Artık gitmek zorundayım.”
Selami’yi odasında tek başına bıraktılar. İçi rahattı. Dünyanın geçeceği geçidi kendisi olmadan da yapabilirlerdi. Bunun için gerekli bilgileri arkadaşı Paşa’ya öğretmişti. Paşa kısa sürede dikkatleri üzerine çekerdi. Televizyonu açtı. Haberlere baktı. Nestarlıların canlı yayın haberini veren bir kanalı açtı. Uzay gemileri hala teyakkuz halindeydi. Fornox birliği tetikteydi.
Selami işine gitmeyince onu aradılar. Kaçırıldığı kısa sürede öğrenildi. Şehirdeki mobese kameraları ayrıntıları bir bir ortaya çıkardı. Selami’nin yerine artık Paşa geçecekti. Paşa’nın kutsal ışık uzmanlığı kendisinin başvurması ile bilim kurulunca onaylandı. Yörüngede devam eden dört parça geçit kapısının inşaatı kısa sürede bitti. Parçalar denendi. İçinde robot olan bir aracı geçide saldılar. Diğer taraftan sorunsuzca çıktı. Robot karşı tarafta dünyayı gördü.
Her şey yolunda gidiyordu. Kulukse insanı bu heyecan yaratan olayı televizyonlarında canlı olarak izliyordu. İnsanların son teknoloji uyduları güneş sisteminden de yayın yapacaktı. Kafile yola çıktı. Malzemeler ışınlama geçidine girdi. Devasa dört gemi ve devasa dört parça geçit ve dünyada manyetiği artırmak için kullanılacak on beş adet devasa manyetik duvarlar aniden gözden kayboldu.
Televizyon kanalları canlı olarak hep bu haberi verdi. Muhabirler artarda açıklamalar yapıyordu. Dünyanın geçitten nasıl geçeceği tartışılıyordu. Dünya insanı ilk kez Apollo ile aya ayak basmıştı. Şimdi insanlar kurtulan gezegenlerine ayak basacaktı. Çünkü dünyaya güneş ısısından korunma umudu doğmuştu.
Selami kapalı odasında canlı yayını heyecanla izliyordu. Uzay gemilerinin ve diğer kargoların ışın geçidinden girişine gözünü kırpmadan izledi. Gemilerin diğer taraftan çıkışı kısa sürdü. Yaklaşık yirmi saniye.
Muhabirler ardı ardına açıklamalar yapıyordu. Uzay gemlerinin çıktığı yerde sayılamayacak çoğunlukta televizyon kanallarının küçük uzay kayıkları vardı. Uzay gemileri durmadı. Dünyaya doğru bir aylık mesafeyi aşmak için harekete geçti. Peşlerinden televizyon kanalları.
Yahudi sion televizyonundan muhabir “Geleceğimiz aydınlıklar içinde. İnsanın kudretini görmeyen kalmasın. Artık firavunlar gibi bizlerde yıldızlardan geldik diyebiliriz. Biz Yahudiler diğer milletler gibi dünyada bir ülke kuracağız. Kutsal kitabımızda bize vaat edilen topraklara yerleşeceğiz.
Kimileri dünyanın eskimiş olduğunu vaat edilen topraklardan daha güzel yerler olduğunu ve bizlerin ideallerimizden vazgeçmemizi söylüyorlar. Bize diğer milletlerin var olduğu bir gezegende yani dünyada topraklar vaat edildi. İlk vatanımız dünyadır. Ve şimdi o dünyayı korab yıldızına getiriyoruz. Dünyanın tamamı bizim olana kadar çabalayacağız. Bu diğer milletleri terk etmemize neden olsa bile bunun peşini bırakmayacağız. Ve şimdi dünyayı taşıyacak olan uzay gemilerindeki muhabirimize bağlanıyoruz.”
Devreye uzay gemilerini içinden takip eden muhabir girdi. “Şu andaki hızımız saniyede elli bin kilometre. Güneş sistemine bu hızla bir ayda varacağız. Ulusumuzun medarı iftiharı Einstein ‘Bana uzayda dayanabilecek bir yer gösterin dünyayı bile taşırım’ demişti. Ve bu söz bir ay sonra gerçek oluyor.”
Selami sion kanalından Türklerin kanalı Ergenekon’a geçti. Televizyonun sesini hafifçe açtı. Canlı yayında bu kanal dünya yörüngesinden yayın yapıyordu. Yörüngede uzay gemilerini bekleyenlerdendi. Muhabir konuşuyordu.
“Biz Türkler Ergenekon dağında hapistik. Demirleri eriterek dağdan birr tünel açtık. Ergenekon hapisliğinden kurtulduk. Türk milletinin körüğü ile uzayda devasa bir geçit inşa ettik. Bir ay sonra dünyayı taşıdığımız an Bozkurt’umuz korab yıldızında uluyacak. Sesimiz tüm yıldızlara ulaşacak.”
Muhabirin sözlerinde haklılık vardı. Işınlama geçidinin yüzde elli projesi Türk mühendislerince yapılmıştı. Bu mühendislerden biride Selami’ydi. O şu an kapalı olduğu yerden kaçmak için hazırlıklar yapıyordu.
O kimsenin bilmediği, keramet unsuru olan kutsal ışığın yardımı ile kaçacaktı. Gözünü kapattı. Başını kalbine eğdi. Çumra’daki evini düşündü. Evinden kalbine görünmez ve gizli manevi bir hat çekildiğini düşündü. Evinden kalbine kızıl kırmızı renkte kutsal ışığın aktığını düşündü.
Selami’nin odası kamera ile izleniyordu. Görevli az sonra Selami’nin ortadan kaybolduğunu görünce alarm düğmesine bastı. Gözetleme odasına iki ajan geldi. Kameranın kaydettiği videoyu izlediler.
Ajanlardan biri “Biz Selami’nin üzerini iyice aradık. Üzerinde cep telefonundan başka bir şey bulamadık. Nasıl olur birden ortadan kaybolur.”
Diğer ajan “İşte biz bu sırrı öğrenmek için onu kaçırdık. Adamımızın bildiği teknolojisiz ışınlama metodu. Bizlerin yüzyıllardır üzerinde çalıştığı bir konu. Kim bilir Çumra devletinde bunun gibi nice kişiler var.”
Selami’nin mekan atlaması sorunsuz bir şekilde gerçekleşmişti. Gönül sesler işitmişti. Yerinden tam kalkmıştı ki Selami’yi gördü.
Gönül “Dünden beri seni arayan sormayan kalmadı. Senin kaçırıldığını duyduk.”
Selami “Beni kaçırdılar ama benim onlardan kaçmam daha büyük bir soruna yol açtı. Şimdi tüm Bermudalı CIA ajanları peşimdedir. Kameralı bir ortamda teknolojiyi kullanmadan evime ışınlandım. Beni gördüler. Onlardan gizlenmek için MİT teşkilatından yardım isteyeceğim. Eminim istihbaratımız bize güvenli bir yer bulacaktır.”
Selami vakit geçirmeden Türk istihbaratını aradı. Onlarda biliyordu kaçırıldığını. Takip halindeydiler. CIA’nın elinden kurtulduğunu söyledi. Kalacak yeni bir yer için yardım istedi. Bir saat içinde evlerinin önüne siyah bir jip geldi. İçinden iki kişi çıktı. Gönül biraz tedirgin oldu. Acaba Selami’yi kaçıranlar yeniden mi gelmişti.
Türk ajanlar apartmana girdi. Merdivenlerden yukarı çıktılar. Selami ayak seslerini duyuyordu. Ajanlar kapı önüne geldiğinde biri,
“Biz MİT’ten geliyoruz. Senin güvenliğin devletimizce garantilenmiş durumda. Seni hep takip ediyorduk. Seni korumalıydık. Seni kaçırdıklarında hatamızı anladık. Şimdi sizi ormanlık bir alanda gizli üssümüze götüreceğiz. Orada dayalı döşeli bir eviniz olacak. Şehirle irtibatınızda size hep iki kişi eşlik edecek. Artık robot fabrikasında çalışmanıza gerek kalmadı. Siz artık istihbaratımızın para normal araştırma bürosunda çalışacaksınız. Maaşınızı biz elden vereceğiz.”
Selami yanına giysilerini aldı. Çocuğunu da alıp Gönül’le dışarı çıktılar. Jipe bindiler. İçeride bir sessizli vardı. Bu sessizlik Gönül’e huzur verdi.
Bir aylık süre heyecan içinde geçti. Bu zaman zarfında televizyon muhabirleri yetkililerle defalarca buluştu. Basın toplantıları yapıldı.
Kafilenin yetkilisi uzay gemilerinin amiri “Bu gelişme bizim için küçük bir adım. Ama insanlık için büyük bir adımdır.” Diyordu.
Dünya korab yıldızına taşınacaktı. Sorun burada başlıyordu. Taşınma sonrası dünya yörüngeye oturtulduktan sonra neler olacaktı. Dünyada ki toprak paylaşımı nasıl olacaktı. Amir bu soruna kulukse birliğinin çare bulacağını, dünyadaki ülke sınırlarının belki değişikliğe uğrayabileceğini söylüyordu.
Büyük an yaklaşmıştı. Devasa manyetik duvarlar yeryüzüne indirildi. Sonra işlenmiş paralisa madenleri ile çalışan ışınlama geçidi kuruldu. Çalıştırıldı. Dört parça dünyanın içinden geçebileceği şekilde birbirinden uzaklaştırıldı. Geçit yüksek enerjinin etkisi ile önce kızıl renge büründü. Sonra alev mavisi renge dönüştü. Bu arada dev uzay gemileri dünyanın dört köşesine çekildi.
Uzay gemilerinin amiri komut verdi. Önce yeryüzündeki manyetik duvarlar çalıştı. O an yeryüzünde depremler oluşmaya başladı. Uzay gemilerimdeki sismik algılayıcılar depremlerin on beş şiddetinde olduğunu tespit etti. Denizler, okyanuslar dalgalanmış dünyadaki tüm kara parçalarını yutmuştu. Atmosfer ise olağanüstü değişiklikler ile devasa fırtınalar çıkarmıştı. Dünyanın atmosfer tabakalarında sorun yoktu. Yedi katman yapısını hala koruyordu.
Amir ikinci bir emir verdi. Uzay gemileri yeryüzünü yavaş yavaş yörüngesinden çıkarıyordu. Dünya güneş yörüngesinden yedi derecelik sapmayla hareket ediyordu. Bir saatin sonunda uzay gemilerindeki göstergeler dünyanın asıl yörüngesinden tamamen çıktığını gösterdi. Dünya ışınlama geçidine doğru yol aldı.
Televizyon muhabirleri arasında heyecanlar hat safhadaydı. Onlar dünyanın hareketini dijital göstergelerle heyecan içinde seyircilerine aktarıyordu. Sürekli göstergeler üzerinden haber yaptılar. Kah güneşten şu kadar uzaklaştı, kah dünyanın hızı şöyle, kah uzay gemilerinin ve manyetik duvarların harcadığı enerji şu kadar. Muhabirler yorum yapmıyordu. Sadece bilimsel verilerle naklen yayın yapıyordu.
Dünya yalnız başınaydı. Uydusu ay geride kalmıştı. Ay şimdi dünyanın uyduluğundan çıkmış artık güneşin yörüngesinde bir gezegen payesi edinmişti. Dünya için ay takvimi olmayacaktı. Ay ile olan mistik inanışlar olmayacaktı.
Dünyanın ısısı güneşten uzaklaştıktan kısa süre sonra hızla düşmüştü. Dev okyanuslar denizler buz tuttu. Denizlerin içinde yaşayan balıklar dondu. Hayat emaresi gösteren sadece ağaçlardı. Onların içindeki çam ağaçlarıydı. Yeşil yaprakları hiçbir zaman donmadı. Dışarısı soğuktu ama soğuk çam ağaçlarının köküne ulaşamıyordu. Yeryüzünde hayatını sürdürebilen birkaç canlı türü kaldı. Biri foklar, ayılar ve kurtlar.
Işınlama geçidine yaklaşmak üzereydiler. Uzay gemileri taşıdıkları dünya ile hızını düşürdüler. Işınlama geçidinden dünyanın geçiş anını tüm televizyon kanalları geride durarak görüntülediler. Ardından kendileri de ışınlama geçidine girdiler. Yirmi saniye sonra samanyolu galaksisinden fornox galaksisine ulaştılar.
Artık geriye dünyanın kulukse gezegeni yörüngesine yerleştirilmesi kalıyordu. Dünyanın uydu olması bir sakınca teşkil etmiyordu. Kuluksedeki tüm insanlar dünyayı görmeye başladı. Rasathaneler insanlarla dolmaya başladı. Bu tarihi anı görebilmek için insanlar sıraya geçmişti. Çıplak gözle seyredenler daha rahattı.
Dünya bir hafta sonra kuluksenin yörüngesine oturtuldu. Bu tarihi an için kulukse yöneticileri bir araya gelip basın toplantısı yaptılar. Çumra devletinin yöneticisi İlhami Soybaş Konuşmaya başladı.
“Siz değerli basın mensuplarının heyecanlı olduğunu biliyorum. Bende heyecanlıyım. Bilim adamlarımızın söylediğine göre dünya gezegenindeki atmosferin normal hale gelmesi bir ayı bulacak. Bu zaman zarfında dualarımız hep dünya için olacak. Eğer bir sorun çıkmazsa yıldızımız korab dünyaya hayat verecek. Dünya bizim medeniyetimizin parçasıdır.
Işığımızı hep dünyadan aldık. Nurumuz dünyadandır. Bizler ışığa doğru dönen insanlar olarak medeniyetlerimizi geride bırakmayız. Bizler bu nurlu dünyada yeniden yaşamak için bekleyeceğimiz süre bize baldan tatlı gelir. Bilim adamlarımız gezegene yakınlıktan dolayı daha rahat çalışacaklar. Biz kulukse yöneticilerin antlaşması ile milletlerin dünyadaki sınırları değişmeyecek. Biz Türklerin ülkesi yine Türkiye olacak.”
SON
Tuna Mustafa Yaşar
2 comments
Herkese slm
selamgencyazi