Doruk ve aynı evi paylaştığı 3 arkadaşı İzmir otelinden yer ayırtmıştı. Diğer kursiyerler Otel yerine Ordu evinde kalmayı seçti. İsa, Musa, Süleyman ve Doruk, ellerinde valizleriyle, yatma vakti otelin kapısına dayandı.
İmroz feribotuyla yapılan bir kaç saatlik kısa yolculuk bilinçaltında iz bırakacak, keyifli anı olarak, kırmızı kalemle yazılmıştı.
Otel personeli, müşterilerini karşılayıp ellerinden valizleri aldı, odaya gidişe rehberlik etti.
Yan yana ikişer kişilik 2 oda ayrılmıştı.
Feribottan iniş, otele gidiş derken saatin yelkovanı saat 23’ü gösterirken sarkaç yat borusu çalıyordu.
Hiç nazlanmadılar.
Üzerini değiştiren, dişlerini fırçalayan, uzandı yatağına, koydu başını yastığa.
İstirahata çekilen her insan başını yastığa koyar ve iç dünyasında günün muhasebesiyle baş başa kalır.
Bu sefer Doruk, hiç hayallere dalmadı.
Sabah kalkınca ne yapacağının muhasebesini düşünmedi.
Kim bilir?
Belki de feribot yolculuğu yormuştu, başını yastığa koyar koymaz uyuya kaldı.
Sabah erken uyandılar.
Zira Askeri hasta hanesine gidecek ve heyet raporu alacaklardı. Gecikirlerse Cuma günü heyete çıkamaz, süre uzardı.
Rapor alma işi gözlerinde büyüttükleri kadar zor olmadı. Sevk yazısını verir vermez, her personel için ayrı olmak üzere matbu bir evrak tutuşturdular ellerine.
Her branş hekimi için onay bölümü vardı.
Başta Dâhiliye olmak üzere, matbu evrakı sırayla tek tek gezdirdiler.
Hiç bir hekim muayene etme gereği bile duymadan imzaladı ve ellerine geri verdi. Öğleye kadar neredeyse bütün evrak tamamlanmıştı.
Öğleden sonraya birkaç hekim imzası kaldı.
Bu Cuma günü heyete çıkacakları anlamına geliyordu.
Öyle arasında Boğaza nazır bir yer seçtiler.
Püfür püfür esen rüzgârın karşısında kendilerine mükellef bir ziyafet çektiler. Öğle yemeği yerken ellerini uzatsalar;
-Kilitbahir’e,
-Conkbayır’ına,
-Seddülbahir’e
-Arıburnu’na
–Dur Yolcu Anıtına dokunacak kadar yakındılar.
Doruk boğazın dalgaları arasında kendini, Çanakkale Destanının yazıldığı savaş alanı içinde buldu. Mustafa Kemal’i Yahya Çavuş’u, Nezahat ve Seyit onbaşı gözlerinin önünde canlandı. Çanakkale boğazına mayın döşeyen Nusret Mayın gemisini gördü küçük dalgaların arasında.
Bozguna uğrayan ve geri çekilen 600 kişilik bir alayın önünü atıyla kesen ve ben ölmeye gidiyorum siz nereye gidiyorsunuz diye, askere cesaret veren Nezahat Hanımı düşünürken; gözleri doldu.
Bir kere daha anladı ki vatan toprağının her karışı candan daha aziz ve ölmeye değer…
Savaş alanı hayalinden geri döndüğünde, öğle yemeği yenmiş, çaylar içilmiş, hastaneye gitme vakti gelmişti.
Askeri Hastane de boğazın hemen kıyısındaydı.
Mesai başlar başlamaz, eksik kalan imzalar için polikinlikleri dolaştılar.
Saat 1500 olmadan evrak heyete çıkmaya hazır hale gelmişti. Evrakı heyete hazırlayacak hastane yetkililerine teslim edip ayrıldılar.
Otele geri döndüklerinde vakit ikindiyi geçmişti. Hava çok sıcak değildi ama hastane telaşı, kuyrağa girip çıkmalar, bekleme bayağı yormuştu.
Dinlenmek için odaya çıkarken, otel kat sorumlusu hanım etrafı düzenliyordu.
Doruk, kat görevlisine; Hanımefendi rica etsem, banyoyu hazırlar-mısınız?
Diye sordu.
Görevli, işini bıraktı bir dakika dedi banyo zaten hemen yanındaydı, içeri girdi, girmesiyle çıkması bir oldu.
Buyurun banyo hazır dedi.
Şaşırmıştı Doruk.
Ne çabuk ısındı su diye sordu…
Gel göstereyim dedi bayan.
İkisi beraber girdiler banyoya.
Küvet musluğunu açtı, suyu avucuyla aldı doruğun eline döktü.
Gerçekten su sıcacıktı.
Sıcak su denemesiyle bir birine dokunan iki el yüksek voltajlı gerilim hattı gibi çarptı her ikisini.
Yüzü kızarmıştı Doruğun.
Ne diyeceğini şaşırdı.
Doruk şaşkın bakarken, kat görevlisi banyonun kapısını arkadan kilitleyiverdi …
Banyodaki suyun çabuk ısınma sırrı, meğer şofbenmiş.
Nereden bilsin Doruk?
Daha önce şofben hiç görmemişti. Okulda ve kıt’a da hamam, evde odunla ısınan banyo kazan vardı. Kelime dağarcığına şofbeni de yazdı.
…/…