BÖLÜM -5-
Sıcak, güneş yükseldikçe daha çok kendini belli etmeye başlamıştı. Öğlenin sıcaklığı asfaltın ziftini ısıtıyor nerdeyse eritiyordu. Yorgunluktan bitkin kalmış beden ve gidilecek kilometrelerce yol vardı. Karavanın radyosuna elini uzattı, rastgele bir kanal seçti ve bir sigara yaktı. Ucuz eski karavanının kliması bile çalışmıyordu, açık camdan adete har yükseliyor sıcak rüzgar vücudunu yakıp kavuruyordu. İzmir’e yaklaştıkça nefes alması daha da zorlaşmaya başlamıştı. Ağustos ayının ortasında, sıcak bir İzmir gününde kısık bir şarkıyla düşüncelerinin, yaşanmışlıklarının uzağında yol almaya devam ediyordu. Gariptir ki yol boyu hiçbir şey düşünmemişti, aradığı huzura doğru yol alıyor gibiydi. Güneşin yükselişi saatin on iki ye yaklaştığını gösteriyordu. Sonunda kaçış noktasına varmıştı, artık İzmir’in merkezinde sıcaktan bunalmış bir halde, trafiğin tam ortasında zayıf ve güçsüz haliyle şehrin yabancılığını yaşıyordu. Etrafına bakınıyor, bu büyük şehrin kendisine katacağı her duyguyu, her düşünceyi, her olguyu önceden sezmeye çalışıyordu. Şuan aklındaki tek plan Kuşadası’na kamp atıp saatlerdir bedenini kavuran sıcaktan kurtulmaktı. Radyonun sesini biraz daha açtı, daha önce hiç duymadığı bir şarkıydı bu. Kulağını şarkıya, gözlerini de yola kesmişti… Özgürdü. Yıllar önce böyle bir işe kalkışacağını söyleselerdi kahkaha atar geçerdi. Evini satıp bir karavan alacağı, o karavanla hiç gitmediği bir şehre yolculuk edeceği… Rüya gibi geliyordu bazen de durumun gerçekliğini sorgulama gereği duyuyordu.
Sıcağın kendini daha çok belli ettiği saatlerdi. Kuşadası’na doğru devam ederken uzaklaştığı her şeyi düşünmeye başladı. Çevresindekilerden kaçıyordu, onların o kendini beğenmiş tavırlarından kaçıyordu. Yıllarca oturduğu evinden kaçıyordu. O fahişelerin sigarayı çekerek koluna yapıştığı dar sokaklardan kaçıyordu. Sıradan işinden, zaman kavramından, planlı yaşamaktan, o eski mutfağındaki düşsel kavgalardan.. Kararını verip işinden ayrıldığı gün arkasını dönüp giderken, çevresindekilere içinde biriktirdiği her şeyi söylemişti. “Sürekli haklı olma çabanızı, sizin o mükemmelliğinizi, o hiçbir hata payı bulunmayan hayatlarınızı, hiç yara bandı yapıştırmadığınız içinizin kolonlarını, ağlama duvarının yanında soğan satan ticari zekanızı, sürekli insanları birbiriyle kıyaslayan o analitik zekanızı, asla memnuniyet duymayan o kusursuz beyinlerinizi, kalp kırmaktan çekinmeyen o donmuş vicdanınızı, yarattığınız o küçük dağları, merkezinde sizin olduğunuz dünyanızı, kendi egonuzdan başka hiçbir şey göremediğiniz o at gözlüklerinizi, suya sabuna dokunmadan yıkadığınız ellerinizi, yarıştırdığınız dertlerinizi, bitmek bilmeyen sitemlerinizi, arı kovanına çomak sokan işgüzarlığınızı, karşınızdakinin son sigarasını almayan ama zor bela kurduğu prefabrik heveslerini yıkmaktan çekinmeyen o buldozer oportünistliğinizi hepsini tek tek ayrı ayrı sikeyim.” Kimse böyle cümleler beklemiyordu, aslında adam da kendinden böyle bir şey beklemiyordu fakat bunları birisinin onlara söylemesi gerekiyordu. Daha doğrusu adam öyle düşünüyordu. Hayatı boyunca zamanında söylemediği her şeyin acısını bir ömür içinde taşıyordu, bu sefer taşımak zorunda kalmadı. Düşünceleri bir ukte olarak kalmaktansa bir tokat gibi insanların yüzüne çarptı. İçi rahattı, bu sözleri söyledikten sonra işyerinden çıkmadan sigarasını yakıp büyük bir zevkle oradan ayrılmıştı..
Keşke sevdiğini de söyleyebilseydi, haykırabilseydi… Bir tokat gibi vurmasaydı da gözlerine bakıp anlatsaydı tek tek. Belki yine çekip giderdi, kaybolurdu ama küçücük de olsa yanında kalma ihtimali de olurdu. Bu küçücük ihtimal hayatındaki en büyük duyguların intiharı oldu. Belki de vazgeçememesinin unutamamasının tek sebebi de buydu. İhtimaller… Yüzdesi farketmeyen ihtimaller, dönüşü olmayan zamanlar, unutulamayan insanlar, silinemeyen duygular. Bu büyük acıların zincirini oluşturuyordu. Eğer ikinci bir şansı olsaydı geçmişe dönüp bu zinciri kırmayı isterdi. Ama bir süre düşününce de unutmayı istemiyordu, o zinciri kırabilseydi her şeyi anlatabilseydi sevdiğine ve yine terkedilişlerin ortasında acılara müptela kalsaydı bir gün unutacağını biliyordu. Şuan onu hatırlamasının tek sebebi her şey için geçte olsa o ihtimallerin var olmasıydı…
Kilometrelerce mesafe kat etti ama arkasında bırakmak istediği insanlar değildi. Zaten çoğunu yok saymıştı, etrafında nefes alıp veren bir avuç karakterden fazlası değillerdi. Bir şeyleri yok etmekten çok bir şeyleri bulma umuduyla kaçıyordu. Nitekim güzel şeylere de şuan itibariyle çok uzaktı. Ne aradığını bilmeden çıktığı bu yol mucizelerin var olmasıyla anlam kazanacaktı belki de…
İstanbul’dan Kuşadası’na uzanan yolculuğun sonuna varmıştı. Karavanıyla yavaş yavaş ilerlerken etrafı da süzüyordu. Denizin kıyısına düzensiz şekilde kurulmuş rengarenk yüzden fazla çadır vardı. Ormanın içine doğru ise tahmini kırk adet karavan kendine yer bulmuştu. Ağaçların kireçlenmiş gövdelerine yaslanan, öğrenci olduklarını varsaydığı gençlerin muhabbet ettiğini gördü. Kendi karavanına yer bulmak için fazla da zorlanmadı, ağaçların gölgesinde kuytu ve yüksek bir yeri gözüne kestirmişti bile. Yaklaşık denizden beş metre yükseklikte güneşin batışını daha net ve daha sessiz izleyebileceği bir kuytuydu. Her gün içerisinde sulayarak yaşattığı yalnızlığının bilmem kaçıncı kombinasyonuydu. Hayatını arkasında bırakıp, yaşadığı şehri kilometrelerce uzağında bırakıp geldiği bu yer de yalnızlığa olan düşkünlüğünü değiştirecek gibi görünmüyordu. Direksiyondan kalkıp karavanın arka tarafına geçti, o zar zor ayakta durabilen yatağına uzandı. Yaklaşık iki gün süren uykusuzluğun verdiği yorgunluğu sızlayan ayaklarından ve kan toplamış gözlerinden anlamak çokta zor değildi. Radyosundan gelen kısık müzikle birlikte uykuya dalmıştı bile…
Gözünü açtığında sersem gibi hissediyordu. Yaklaşık on sekiz saat uyumuş ve açlık hissiyle uyanabilmişti. Karavanından dışarıya adım attığında öğle saatinin sıcaklığı denizin de sağladığı nem ile fazlasıyla hissettiriyordu kendisini. Bu sırada kamp alanı da baya dolmaya başlamış gözünün alabildiği her yer karavanlar, araçlar ve çadırlarla dolmuştu.
2 comments
Cidden başarılı 😉
Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim 🙂