Hayat nedir? Klasik bir soru ile başladım aslında içsel yolculuğuma.Sorunun cevabı zamanın içinde mi gizliydi,yada zamanın ta kendisi miydi yaşam? Zaman; maddeyle başlayan soyut bir kavram,içinde barındırdığı üç boyut insanın yaşam serüveni miydi? İşte böyle sorularla yolculuğumun duraklarında dinlendim. Aslinda duraklar arasında bir şey farketmiştim,herşeyin zıttıyla bilinen bir kanunu vardı kâinatta. Mesala karanlık olmazsa ışık, soğuk olmazsa sıcaklık, açlık olmazsa yemek lezzet ve zevk vermezdi.O vakit anlamıştım ki yaşamın zıttı olan ölümü anlamadan hayatı anlayamayacağım gerçeğini.Bir kitapta okumuştum; olimpik havuzun içersinde bir balina’yı görseniz ne düşünürsünüz ?Eğer havuzu ve balina’yı tanıyan birisiyseniz oraya ait olmadığına kanaat getirirsiniz. Ya tanımıyorsanız, düşünceniz ne olurdu? İşte şuan insan kendisini ve kâinatı tam anlamıyla tanımadığı için ait olduğu yeri bilmiyor.Şu soruyu kendime defalarca sordum, içimde sonsuz bir yaşam arzusu var mı? Varsa ve dünya onu karşılamıyorsa ben nereye aitim. Aslında ölümü ve ölüm sonrası hayatı anlamam adına sorduğum sorular kendi içersinde başka soruları doğuruyordu.Ölüm bir yok oluş mu ,yoksa bir mekan değişikliği mi ? Ya da yaşamın zorluklarından terhis mi, yoksa bir hiçlik mi?
Kant felsefesinde şöyle bir öğreti vardır; “Gayesi olmayan birşeyin varlığı da anlamsızdır.”
Peki bizim gayemiz neydi, yoksa yaşamımız anlamsız mıydı?
Hikmet YALÇIN