kaldırımlar bizi bekler
sevgi dolu çiçeklerin kanalizasyonlara aktığı
şehirde
Yalnızlık bir sorun mu, bir zevk mi, bir duygu mu? Yaşamı anlamlandırma çabamızı başlatan bir araç mı, ya da yalnız olduğumuzu, tek, çiçek açamayan ağaç olduğumuzu, kendi varlığımızın bile aynada gülüp, sinsice sırt çevirdiğini unutmamızı isteten mi?
Biliyoruz, ama unutuyoruz. İstemli bir unutma bu. Taşıyabileceğimizden fazlasını yüklenmeye cesaret edemiyoruz. Kısaca unutmak işimize geliyor. Bunu yapmayı reddedebilecek kadar cesur olanlarımızı “adlandırıyoruz”.
“Bir acayip bu” diyoruz. Kaşımızla, gözümüzle işaret edip “şuna bak” diyoruz. Bazılarımız “deli” de diyor onlara. Ya da hiçbir şey diyemiyoruz, diyemeyecek kadar, birbirimize işaret edemeyecek kadar korkuyoruz onlardan, ürperiyoruz. Hatırlattığı için, o geçmişe ait, en eski; belki de tek gerçek duyguyu: Yalnızlığı.
Reddediyoruz. Öyle ettiğimizi sanıyoruz ya da. Kendimizi kandırıyoruz. Koca adamlar, kadınlar; oynuyoruz bu oyunu her gün, bıkmadan. Bu iğrenç oyunda ikinci perde yok. Tek sahne. Aynı oyuncular, en güzel maskelerimizi taktık. Belki unutturur gerçek yüzümüzü umuduyla.
Araçlarımız var. Sanat var. Sözlerle, seslerle, doğayla oynuyoruz. Sarhoş olmak için. Uyuşturuyoruz beynimizi her gün, kaç kere. En acısı; aşk. Aşk var, olduğunu sandığımız. Tanrısalı alıp kendi dünyamıza indiriyoruz. Aşkın; yaşarken ölmenin, insana ait olamayacağını unutup.
Tanrıyı cisimleştiriyoruz, her gün onu görüp, unutalım diye; aşkımızla. Komik, acınası…
karanlık giderek yükselirken içimizde
ışığın hapsolduğu
günlerde