Elif gözünü açtı. Tavandaki anlamsız çatlakları seyretmeye başladı. Bunu her uyandığında yapardı. O çatlakları bir şeye benzetmeye çalışır, figürler çıkarır, o figürlerle oyun oynardı. Bazen, haftada bir zaman geçirdiği arkadaşları tarafından takdir edilen tek meziyeti telve yorumlamak olan o kadınlar gibi çatlaklardan hikayeler uydurur, o gün başına gelecekleri tahmin etmeye çalışırdı. Çatlaklar her gün değişiyordu, hayır hayır, eksik ya da yanlış görmüyordu. Buna emindi. “Değişiyorlar işte.” dedi, “Dün şu küçük çatlak tavanın sağındaydı, şimdi solda.”
Değişen sadece çatlaklar değildi. Kimi zaman yaşadığı ev, uyuduğu yatak, yatağının yeri; kimi zaman işi, saçları, zevkleri, hatta sevdiği yemekler bile değişiyordu. Oysa Elif sadece çatlaklardan emindi. Bazen gün içinde zihninde ufak kıpırdanmalar oluyor, duraksıyor, bunu çözmek için kendini zorluyor ama başaramıyordu. Örneğin, perdesini çekmeye yeltendiğinde, o perdenin turuncu olduğuna eminken; elini yeşil kumaşta gezdirmesi onu şaşırtmıyor, korkutmuyor, tedirgin etmiyor ama tuhaf bir boşluk hissetmesine sebep oluyordu. Böyle zamanlarda ne kadar uğraşırsa uğraşsın yaşadığı tuhaflığın sebebini çözemiyordu.
Tavan çatlaklarından yorumladığı fal bitince yatağında doğruldu. Yine dinlenerek kalkmıştı. Gün içinde yaşadığı zihin karışıklığına rağmen oldukça dinç uyanıyordu. Yüzünü yıkamak için aynanın karşısına geçtiğinde kıvır kıvır saçları gözlerinin önüne düştü. Eliyle ensesinden sağ omzuna topladığı saçlarına ilk kez görüyormuş gibi baktı. Düz müydü daha önce saçları? “Yok canım.” dedi bu düşünceye gülerek, “Bal gibi dalgalıydı tabi. Annem nasıl da zor tarardı. O tarağı çekiştirdikçe kafam elinin peşinden bir o yana, bir bu yana giderdi.” Gülümsedi. “Tabi ya.” dedi, “ Düz saçlı kızlara çok özenirdim okuldayken, unutmuşum. Sürekli tokalayıp tutturmama rağmen sağdan soldan fırlayan o tellere sinir olurdum. Diğer kızlar da nispet yapar gibi dümdüz saçlarını savura savura geçerlerdi yanımdan. Hiç karışmazdı onların saçları, rüzgar bile çıksa hep düzenli ve dümdüz olurdu.” Gözlerini aynaya dikti “Aptal!” dedi, “İsteklerinle gerçekleri karıştırma. Dengemi bozuyorsun.”
Çay suyunu koyduktan sonra akşamdan kalan bulaşıkları toparlamaya başladı. Lavabonun içindeki tabakları ve bardakları makineye yerleştirirken akşam ne yediğini hatırlamaya çalıştı. Önce beceremedi. Akşam yemek yediğini hatırlamıyordu. Hatta akşamı bile hatırlamıyordu. Bir an durdu, derin nefes aldı. “Kafanı toplamalısın kızım.” dedi. Makinenin kapağını hızla kapattı. Sakinleşmesi gerekiyordu. Raftan üzerinde “Kahve” yazan kavanozu aldı. Sıcak suyu fincana boşalttı. Sert bir kahve hazırladı. İlk yudumu aldığında aklına çay demlemek niyetinde olduğu geldi. “İyice saçmaladım. Ben çay sevmem ki…” diye düşündü.
Canı sıkılmıştı. Kendini tanıyamıyordu. Düşüncelerini, anılarını, günlerini sıraya koyamıyordu. Birçok hayatı aynı anda yaşıyor gibiydi. Sanki hepsinin zamanları, kişileri, zevkleri birbirine karışıyor ve o, bütün bunlar arasında kendine ait olanları bulup çıkarmakta zorlanıyordu. Tanrı, kurallarını anlatma gereği duymadığı bir oyun oynuyor olmalıydı.
Bunaldığını, nefesinin daraldığını hissetti. Sebebini bilmediği bir boğulma yaşıyor ve bununla başa çıkmanın yolunu bulamıyordu. Böyle zamanlarda annesiyle konuşmak hep iyi gelmişti. Onun yumuşacık sesiyle “Yavrum” demesi Elif’i hafifletir, ferahlatır, bütün sıkıntılardan çekip alırdı. Annesi olmasa delirmesi işten değildi.
Kahvesini yudumlayarak salona geçti. Daha dün açık renk olduğuna yemin edebileceği kahverengi koltuğa kendini bıraktı. Sehpadan telefonunu aldı. Bir an önce bu saçma durumdan kurtulmak istiyordu. Ekrana aceleyle dokunup annesinin numarasını buldu. Telefon uzun uzun çaldı. “Henüz uyanmadı herhalde.” diye düşündü. Sabırsızlıkla telefonun açılmasını bekledi. Karşıdan “Alo” diyen kadın sesini duyunca içi iyiden iyiye sıkıldı. Bir an sesi çıkmadı.
– Alo, Elif? Yavrum?
– Alo?
– Güzel kızım nasılsın? Nasıl oldun? Vallahi aklım sende. Ah yavrum, az daha kalsaydın keşke…
– Meryem teyze sen misin?
– Benim kızım, tanıyamadın tabi. Üzerine afiyet üşütmüşüm biraz…
– Meryem teyze annemde misin sen?
– Evet kızım, kalacağım biraz daha. Hele kırkı çıksın, öyle davranırım dediydim. Hem Rıfat da toplasın kendini biraz.
– Rıfat?
– Rıfat ya… Ah eridi bitti çocuğum. Ama merak etme sen, toparlanıyor, aklın kalmasın. E kolay değil tabi yavrum, biliyorsun pek düşkündü rahmetliye.
– Meryem teyze annemi verir misin?
– …
– Alo?
– Ah yavrum, ah Elif’im…
– Meryem teyze annem orada mı?
– Kızım mahsus mu yapıyorsun? Aklın iyi saatte olsunlara mı karıştı? Üzme beni çocuğum…
– Meryem teyze ne diyorsun?
– Kızım anneni kaybettik ya… Bir ay olacak yeni güne…
– …
– Alo? Elif?
Bu kadarı fazlaydı. Bunu nasıl hatırlamazdı? Nasıl unutmuş olabilirdi? Gözlerini sımsıkı yumdu, öylece dondu kaldı. Annesini hatırladı, sesini, gülümseyişini. Sonra kardeşi Rıfat’ın adını telefonunda gördüğünü, ağlayarak “Abla…” deyişini, iş yerinden fırlayıp çıkışını, cenazeyi, komşuları, duaları, yeşili, hepsini hepsini bir çırpıda hatırladı. Usulca kalktı. Mutfağa yürüdü. Masanın üzerinde duran ilaç kutusunu aldı, elinde çevirdi. İlaçların hepsini ancak üç seferde yutabildi. Yatak odasına geçti, yatağa girdi. Sol tarafına yatıp ellerini bacaklarının arasına aldı. “Kusura bakma tanrım, hamle sırası bende.” diye mırıldanıp gözlerini yumdu.
………………………………….
TASLAK-1
ELİF:
-Bekar.
-25 yaşlarında, düz saçlı, esmer, zayıf bir kadın.
-Ailesinin tek çocuğu, annesiyle çok iyi anlaşıyor.
-Yalnız yaşıyor.
-Asistan, bir yandan da yüksek lisans yapıyor.
-Çay sever, kahvaltısız çıkmaz.
-Turuncu perdeler ve açık renk koltuklarla dekore ettiği salonunda vakit geçirir.
TASLAK-2
ELİF:
-Bekar
-30 yaşlarında, dalgalı saçlı, kumral, zayıf bir kadın.
-Rıfat adında bir kardeşi var.
-Annesini yeni kaybetmiş.
-Yalnız yaşıyor.
-Hırslı bir yönetici.
-Çay içmez, kahveyi tercih ediyor, kahvaltı etmez.
-Koyu renk koltukların ve yeşil perdelerin olduğu salonundan nefret ediyor.
TASLAK-3
ELİF:
-25 yaşlarında, kısa kızıl saçlı, biraz topluca bir kadın.
-4 aylık bir oğlu var.
-Eşinden ve oğlundan başka kimsesi yok. Onlara tapıyor.
-Rezene çayı içiyor (Süt yapar, bunu belirt öyküde.)
-Beyaz salonunda misafir ağırlamayı çok seviyor.
-İyi fal bakar.
-Ev hanımı.
“Evet bu daha iyi, sıradan üstelik.” diyerek sigarasını yaktı yazar Burhan Gamzeli. Öyküyü üçüncü karakter üzerine kurmalıydı. Öykü dediğin basit olmalıydı, öyle ya. Bilgisayarını kapatırken epeyce rahatlamıştı. Şimdi biraz temiz havaya ihtiyacı vardı. Ceketini alıp evden çıktı.
……………………..
Elif gözünü açtı. Tavandaki anlamsız çatlakları seyretmeye başladı. Bunu her uyandığında yapardı. Ama bu kez bir tuhaflık vardı sanki. Şu en baştaki ufak çatlak solda değil miydi? Kaşlarını çatıp daha dikkatli baktı. İçeriden gelen ağlama sesini duyunca gülümsedi. “Küçük adam çok acıkmış anlaşılan.” diyerek yataktan kalktı…