Uzun zamandır yollardaydı kız, kimi zaman yürüyerek kimi zaman koşarak ilerlemişti hayallerine ulaşacağına inandığı yolda. Hayallerinin peşinden giderken yoruldu bir gün. Üzerinde ilerlediği yolun çok uzun ve engelli, hayallerinin çok imkansız olduğunu düşünmeye başladı; şüpheye düştü, varmak istediği noktaya hiç varamayacağından korktu…
Sıcak bir öyleden sonra adımları yavaşlamaya, nefesi sıklaşmaya, göğsü daralmaya başladı. Geçtiği yerde küçük bir kulube gördü, biraz dinlenmeye karar verdi. Bir süre orda kalır düşünür taşınır sabaha varmadan yine yola koyulur diye düşündü. Yolunu değiştirip dinlenmeye ve ara vermeye karar verdiği an kaybetti yolunu. Bu yola çıkmaya karar verdiği azim kalmadı içinde ve hayalleri silikleşmeye başladı. Yine aynı alev kavuruyordu yüreğini ama kaybolmuştu, göremez olmuştu yolunu. Çaresiz ve panik bir halde kulubenin kapılarını yumrukladı. Kapı ağır ağır açıldı kızın girebileceği kadar ve kız hiç düşünmeden içeriye adım attı. Bir kadın duruyordu karşısında saçları karman çorman yüzü güneş yanığı ve gözleri bir oraya bir buraya dönen. Kadın sordu;
-ne istersin benden be kadın, fal baktırmaya mı geldin ?
Kız şaşırıp kaldı. kesinlikle aklında öyle bişey yoktu. Kadının falcı olduğunu bilmiyordu, eve ne için girdiğini bile bilmiyordu üstelik.
-sen falcı mısın? Bana geleceği söyleyebilir misin? Benim geleceğimi ?
Falcı da : ‘paran varsa öleceğin günü bile söylerim’ dedi.
Fakat kızın hiç parası yoktu. Varını yoğunu harcamıştı buraya kadar gelmek için. Kız durumu kadına izah etti ve ikisi bir anlaşmaya vardılar. Kız bir süre kadının yanında kalacak onun hizmetçisi olacak ve falcı da kehantini dile getirecekti.
Gel zaman git zaman kız uğraşıp durdu. Falcının kıyafetlerini yıkadı kulubesini temizledi yemek pişirdi bahçesini bile güzelleştirdi ama falcıyı bir türlü memnun edemedi. Kız o saflığıyla her gün soruyordu falcıya;
-bak bugun da bitti her işini yaptım, artık söyleyecek misin bana geleceğimde ne var hayallerime ulaşacak mıyım?
Falcı her seferinde lafı geçiştiriyordu. Bir türlü kehanetini dile getirmiyordu.
Aylar geçti kız hala falcının evinde tıpkı bir hizmetçi gibi oradan buraya koşturuyor falcının her işini yapıyordu. O kadar çok işliyordu, falcının talepleri o kadar çoktu ki bırak düşünmeyi hayal kuracak geleceğini planlayacak bile zamanı kalmamıştı. Bir süre sonra kızın canına tak etti. Eşyalarını topladığı gibi gitmeye davrandı nereye gideceğini ne yapacağını hiç düşünmeden. Falcı kızı kapıda yakaladı.
-dur bakalım nereye gittiğini sanıyorsun sen?
-yetti artık senin hizmetçin değilim ben, gidiyorum.
-Peki o zaman sana kehanetimi söylememin zamanı geldi. Buraya ilk geldiğin gün sormuştun ya bana geleceğinde ne var hayallerin gerçekleşecek mi diye, sen o geleceği hayallerinden şüphe ettiğin gün kaybettin. Geleceğinin nasıl olacağından emin olacağına, kararlı olup hayallerinin peşinden gideceğine bir falcının sana kehanetlerde bulunmasını tercih ettin ve zamanını harcadın bu uğurda.
-peki bunları neden daha önce söylemedin de bunca zaman oyaladın beni!?
-seni ben değil kendi kendini oyaladın sen. O kadar zamandır seni burda zorla tutmadım ben. Sen kendin körü korüne bir fala inanıp kaldın burda. Hiç tanımadığın birinin sözüne inanmayı seçtin kendine inanacağına. Yolunu kahbettin sen, hayallerini kaybettin, yoruldun, pes ettin. Şimdi git geri kazan hayallerini.
Kız ne diyeceğini bilemiyordu artık. Falcının söyledikleri onu hem çok şaşırtmış hemde düşünmesini sağlamıştı. Kapıyı açtı ve sabahın ayazına çıktı. Güneş henüz doğmuştu ve ağaçlar ’peki şimdi nereye?’ diye sorar gibi bakıyorlardı yüzüne…