Bir süre flört ettiğim bir oğlana “sen nasılsın?” diye sormuştum bir keresinde sosyal medya üzerinden yaptığımız konuşmanın bir yerinde… Nasıl olduğunu cidden merak ettiğim ve içimden de iyi olmasını dilediğim bir şekilde… Oğlan, hala aşık olduğu eski sevgilisi tarafından kullanılıp atıldığını-seks amaçlı bir gecelik ihtiyaç giderici olarak kullanılmıştı alkolün de etkisiyle, yoklukta iş görür sıfatıyla, evet; erkekler de tek geceliğine kullanılıp atılabiliyorlar bu evrende aynı kadınlar gibi, insan oldukları bir kenara konularak; çünkü insanlar duyguları olmayan birer alettir bir kısım insana göre ve duygusu olmayan aletler kırılıp dökülmezler- fark edip ilişkilerinin yeniden başlamayacağına hükmedip yıkılınca, ha ağladı ha ağlayacak bir ruhla benimle konuşma ihtiyacı hissetmiş olmalı ki -artık hangi saikle hissettiği bir ihtiyaçsa bu-, bana yazmış olduğunda kendisi, tarafımdan yine yazışma usulüyle-zira farklı şehirlerde yaşamaktayız bir süredir mesleki mecburiyetimden dolayı- teselli edilmeye çalışılmış idi “sen nasılsın?” dediğim konuşmamızdan bir hafta evvel… Yeniden konuşma imkanımız olmayan bu bir haftalık süre boyunca samimiyetle meraklanmıştım sağlığı konusunda haliyle ve daha iyice olduğunu duymayı umut ederek sormuştum sorumu son derece masum ve dostane duygularla… İşte oğlan soruma cevap vermedi anlayamadığım bir şekilde… İlerleyen zamanda ise konu aydınlandı; meğer oğlan, o an için-benim “sen nasılsın?” sorusunu sorduğum konuşmayı da bizzat kendisi başlatmıştı yine bir vesileyle esasen- bu sorunun sorulmasını istemiyormuş muhabbete devam edebilmek için… “İkinci kitabını yazmaktasın, ne aşamada?”-kendisi ilk kitabını bastırıp piyasaya sürdürmüş bir yazardır-, “hayat nasıl gidiyor?”, “en son hangi kitabı okudun?” diye sorsaymışım mesela o an “sen nasılsın?” diye sormak yerine, cevap verecekmiş soruma ve muhabbetimiz de sürecekmiş o sırada falan… Doğru soruları sormamışım ne yazık ki ve konuşma kilitlenmiş o dakika filan… Ha, sorumun “sen nasılsın?” formunda olması size, evvelinde hatırımın sorulması inceliğinin gösterilmiş bulunduğunu da düşündürmesin yani, haşa, yok öyle bir şey. Ne basitliktir önemsediğin insanlardan hal hatır suali beklemek(!)
Neyse…
Varmaya çalıştığım nokta şudur:
Faşizm, muhabbet ettiğin insanların, kendilerine senin tarafından sorulacak soruları, sana dayatmalarıdır.
Faşizm, içinden neyin gelmesi gerektiğine ve içinden kendi inisiyatifinle getirdiğin şey dolayısıyla yapacağın harekete karşındaki insanın karar vermesidir.
Faşizm, muhatap bulunduğun insana içinden gelen soruyu sorduğunda, onun seni “içinden bu soru gelmesin, şu soru gelsin!” diye azarlayarak senin bilincini, bilinçaltını ve bilincin ile bilinçaltın sayesinde oluşturduğun argümanı dışa vurumunu kontrol etmeye çalışmasıdır.
Faşizm, bir insanın başka bir insana kendini, zihniyetini, duygularını, düşüncelerini, sorularını, cevaplarını, elbiselerini, saç, göz ve ten rengini, sevgi ve aşk tanımı ile sevgi ve aşkını yaşama biçimini, arkadaşlık ve dostluk anlayışını… vb. dayatmasıdır.
Faşizm, insanın kalbini, onurunu, gururunu kıran bir şeydir.
Faşizm cehennemdir; ruhumuzda başlayıp bedenimize yayılan ve oradan da dış dünyaya aksedip topumuzu yakıp kavuran… Faşizm cehennemdir; tıpkı başkaları gibi.
“Demek cehennem bu. Hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını… Acı, ateş, kızgın ızgara hepsi sizsiniz demek… Ne gülünç şey! Kızgın ızgaranın ne gereği var: cehennem başkalarıdır.” Jean-Paul Sartre
* Faşizmle kedinin alakası yok esasen… Ama bana yukarıdaki yazıyı yazdıran kişi şu kedi kadar tatlı yani ve kedi cinsi kadar da şımarık; her ne kadar şımarıklık tatlılık kaçırıcı bir şey de olsa…