Sonsuz zaman içinde yaşayan biriydi Fikret. Uzun LM içerdi. Her gün takımlarını çeker bir yerlere giderdi tramwayla. Kahvenin önünden geçerken mahallenin delikanlıları laf atıp dururdu,aldırmazdı. Her gün aynı takım ve aynı solmuş lalelerle iskeleye gitmeye devam ederdi. Ben Edip’ten öğrendim oraya gittiğini. Bir gün kız arkadaşıyla sahilde dolaşırken görmüş Fikret’i. Akşamına apartmanın önünde kola-çekirdek yaparken anlattı. “Olum bizim Deli Fiko’yu bugün Beşiktaş sahilde gördüm,mal mal denize bakıyordu.” dedi. İçime bir kurt düştü. Fikret’in Beşiktaş Sahilinde iki dirhem bir çekirdek,elinde kurumuş lalelerle ne işi olurdu? Bir gün dayanamadım takıldım peşine. Beşiktaş-Anadolu Kavağı vapurlarının kalktığı iskelenin biraz sağında bir banka oturdu ve beklemeye başladı. Saatler geçti,Fikret yerinde kıpırdamıyordu. Ara ara sigara içip sağına soluna bakıyordu o kadar. Sıkıldım bir süre sonra mahalleye döndüm tekrar. Mahalleye dönünce Edip ve saz arkadaşlarını dün gece bıraktığım yerde buldum. “N’oldu kanka ne yapıyormuş Fiko?” diye sordu Sebo. “Bilmiyorum moruk,bütün gün bir bankta oturup geleni geçeni kesti.” dedim. “E yanına gitseydin,sorsaydın.” dedi Burak. Sahiden neden yanına gidip sormadım ki? Bugüne kadar Fikret ile bir kaç kere konuşmuştum. O da bayramlaşmak için. Aynı mahallede büyümüştük. Onlar sonra Bursa’ya taşınmışlardı buradaki evi kiraya verip. Melahat Teyze,yani Fikret’in annesi,ölünce Fikret tekrardan taşındı buraya. O zamandan beri böyle.
Ertesi gün tekrar takıldım Fikret’in peşine. Yine aynı iskele aynı bank. Bu sefer dayanamadım gittim oturdum yanına. Şöyle bir baktı bana,gözleri dolu doluydu. Hiçbir şey söylemeden bir tane sigara çıkardı paketinden. Uzattı bir dal. Kullanmıyordum ama aldım yaktım bir tane. Başta biraz aksırıp tıksırdım ama alıştım sonra. Fikret’e baktım,inceden gülümsedi. Bir müddet daha öyle sessiz sessiz oturduk. Elindeki kurumuş lalelere takıldı gözüm.
“Laleleri çok severdi. Beyazdı bu laleler üç yıl önce.”
“Kim severdi Fikret?”
“Bir zamanlar bu iskelede beklerken ölüm haberini aldığım kadın.”
Adaletini siktiğimin dünyası dedim içimden. Nedenini nasılını sormak istedim ama boğazım düğümlendi o an. Fikret ağlıyordu. Bir delikanlı gibi ağlıyordu,çıt çıkarmadan. Benim de gözlerim doldu ama sıkıyordum kendimi. Birden Fikret’in başı omzuma düştü. Sessiz sessiz hıçkırıkları iç çekmelere dönüştü.
“Fikret,” dedim “neden sustun? Biz seninle çocukluk arkadaşıyız Fikret neden anlatmadın bunca zamandır?” Gözümdeki yaşlar kendini farkettirmeden süzülüyordu yanaklarımdan.
“Anlatamazdım. Anlatsaydım eğer ölümünü meşrulaştırmış olurdum. Anlayamazdın da… Boş ver,kimseye söyleme tamam mı?”
“Söylemem merak etme,haydi gidelim artık.”
“Sen git ,benim için henüz erken.”
“Tamam,görüşürüz mahallede.”
Görüşemedik. Ben gittikten tam bir saat otuz yedi dakika sonra kafasına sıktı Fikret. Çünkü bana anlattığı için o hikayeyi,sevdiği kadının ölümünü meşrulaştırdığını düşündü. Fikret’in ölüm haberini aldığımız zaman tam kadro aynı yerde aynı eylemi ifa ediyorduk. Hepimiz sanki sessizlik yemini etmiş gibi gözlerimizi sabit bir noktaya dikip düşünüyorduk. İyi adamdı Fikret,uzun LM içerdi. Bir gün sevdiğinin ölüm haberini aldığı iskelede kafasına sıktı. Sessizliği bozan Ertuğrul oldu.
“Olum bir şey söylemedi mi sana?”
“Hayır,tek bir kelime bile etmedi.”