Gece etrafımı sarmıştı. Önümde deniz simsiyah uzanıyordu. Gökyüzünde yıldızlar parlıyordu ama hepsini seçemiyordum. Kayalıklara oturmuştum. Arkamdaki ağacın altında şarkı söyleyen iki adamdan başka kimse yoktu. Bazen bisikletle geçen insanların seslerini duyuyordum, bazen de patenle geçen… Bazıları koşuyordu, bazıları yürüyordu ama ben burada, bu iki adamla yalnızdım. Onları dinlerken ayın denizle oluşturduğu yakamozu seyrediyordum. Rüzgar da hafiften esiyordu. Ilık bir geceydi. Üşümüyordum. Belki sert estiğinde üşüyor olabilirdim fakat bunu hissetmiyordum bile. Uzakta adalar, tekneler, kayalara vuran denizin sesi… Üşümek umurumda mıydı?
Tüm bunlar gerçekleşirken düşünüyordum. Her şeyi düşünüyordum. Ailemi, arkadaşlarımı, hayatımın anlamını, neler yaptığımı, neler yapacağımı, ama en çok da şimdiki anı düşünüyordum. Nasıl olduğuma değil, ne olduğuma bakıyordum biraz da. Okuduğum kitaplar, eğitim hayatım, yetiştirilme şeklim, düşüncelerim, ellerim, kollarım, bacaklarım, saçım, yüzüm… Tanrı var mıydı yok muydu? Esen rüzgar yüzümü gıdıklıyordu. Gülümsemek mi? Evet, harikaydı. Her şeye rağmen gülümsemek. Belki eski komşumu düşünüyordum. Hoşlandığım erkekleri, kızları… Birilerine kendimi kabul ettirmeye çalışmıştım her zaman. Bu benim hayat felsefemdi. Ta ki on sekiz yaşıma kadar. Sonra kendimi tanıdım, etrafa bilinçli bakmaya çalıştım. Kendi kabuğuna çekilen, herkesten kaçan, iletişim sorunu çeken çocuk yoktu artık. Şu anda bu kayalıklarda oturan kişi başka biriydi. İlk öpüşmemi hatırladım, sevdiğim ilk insanı. Ruhen onlara yakın hissettiğim insanları… Bu harikaydı. Ablamı hatırladım. Trafik kazasında çocuğuyla ölmüştü ama ben hala nefes alıyordum. Görüyordum, kokluyordum, duyuyordum ve hissediyordum. Saatte yüz kilometreyle mıcıra giren araba gözlerimin önündeydi. Arabanın ters dönmesi, içeride ablamın oradan oraya savrulması, bebeğinin soluğunun kesilmesi ve teyzemin o boyunla ambulansı aramayı başarması… Gülümsedim. Gülümsemek zorundaydım. Elim kolyeme gitti. Kahverengi kaplumbağam. Kızılderili kolyesi gibiydi ama onu değerli yapan şey bu değildi: Bu kolye ablama aitti. Önemli olan şey buydu.
Adamlar başka bir şarkıya geçtiler. Damien Rice’ın Cheers Darlin’ şarkısıydı. Gitarla bir başka olmuştu bu şarkı. Orada kaç saat oturdum bilmiyorum. Müziği dinledim. Melody Gardot’un Same to You, Alphaville’in Big in Japan, Kovacs’ın Fool Like You ve Devil You Know, Yeşim’in Olmaz Öyle Şey, Ajda Pekkan’ın Boş vermişim Dünyaya… Hatta Caro Emerald diye çok sevdiğim bir sanatçının Maestro diye bir şarkısını da söylediler. Tüylerim diken diken oldu. Bu adamlar gerçekten başarılıydı.
Ablam çıkıverse ve yanıma otursa aramızda nasıl bir konuşma geçerdi?
Gülümserdim. Ona sarılmazdım. Sadece gözlerine bakardım ve gülümserdim. O da yanıma otururdu.
“Merhaba Kayra,” derdi.
“Merhaba abla.”
Bir süre sessiz kalırdık.
“Burada çok kalamayacağım,” derdi.
“Neden?”
“Öyle işte.”
Sessizlik.
“Bazen seni özlüyorum,” derdim.
“Ben de seni,” derdi. “On sekiz yılını çok iyi geçirdin. Öldüğüm günden beri, yani beş yıldır seni izliyorum. Çok cesurca davrandın. Kendini kabul etmen, başkalarının seni kabul etmesinden çok daha iyi. Kendinle barışık bir insansın Kayra ve bu dünyadaki en önemli şey. Sen mutluysan hiçbir sorun yok. Ancak sen aşırı iyisin. Nasıl desem? Bu kadar iyi olmak seni duygusal olarak parçalıyor. Bir insana o kadar çok değer veriyorsun ki, o kişiden aynı değeri alamayınca ruhsal olarak çöküyorsun. Bunu yapma Kayra. Kimse mükemmel değildir ve insan ilişkileri karşılıklı olmak zorunda değildir. Belki de o kişi sana çok değer veriyor ve sırf bunun için kendi isteklerinden vazgeçiyor. Seni parçalamamak için. İnsanlar bunu ifade edemeyebilir.” Uzaklara bakmaya başlardı. “Keşke her zaman yanında olabilseydim ama bu dünyanın sonu değil. Seni izlediğimi bil Kayra. Ben seni gerçekten seviyorum.”
“Bebeğin…”
Gülümserdi. “Öldükten sonra onu bir daha görmedim.”
Sarıldık. “Peki ya şimdi…”
“Gitmek zorundayım.”
Gözlerim doldu. Bir gözyaşının yanağımdan süzüldüğünü hissettim. Hayır hayır! Üzülmüyordum. Çok mutluydum hatta. Hüzün farklıydı. Çok farklı. Kendimi bu hayale öyle kaptırmıştım ki gerçek gibiydi.
Eve dönme zamanı gelmişti.
Nina Simone’nin Feeling Good’u çalıyordu şimdi de.
Kahkaha attım. Herkes bana baktı. Kalktım, üstümü sirkeledim ve eve döndüm.
Çok mutluydum.