O, bir sarmaşık misali sardı, sarmaladı. Gidemem. Gidemem işte bu yüzden. Hep zorundaydım, kalmak. Kalmak zorunda olmak beni yağmaladı. Toparlamaya yeltendiğim dikkatimi bir türlü toparlayamadım, darmadağınığım. Telaşe kapıldım mecburen, mecburiyetten. Gecikmiştim..fakat sen gecikmeyi bilemezsin, idrak dahi edemezsin. Hayır, aşağılamıyorum. Bak işte! Görseydin gelirdin ama sen göremezsin de. Devrildi koca çınarları heyecanımın. Sen yeni bir kurban bulup onun heyecanını da vakumlarsın. Artık tanıyorum kendimi, tanıyorum seni, tanıdıklarım gırla. Ve tanırım yüzünden, bakışlarından, hal hareketlerinden, heyecanını kaybetmiş birisini..hiç şaşmaz. Dram ağacının en ağlak dalındayım, seher vakti kuşlar gelip uyandırır ölü olan kalbimi. Bu diyardan göçmüş bir aklım var, bedenim zindanda. Çatlamış bir sabır taşım var, ancak gel gör ki gelene gidene tebessüm dağıtırım. Kolaçan ederler beni, sırf çatlayan meraklarından yaparlar bunu, seviyorum diyenler. Ama.. Ama olmadılar kol açan. Yağmuru bol bir gecenin, sırılsıklam sokaklarından birisinde bir kuraklık var, işte o benim. Gereksiz, boş, geçiçi davalar tüketiyor ömrü. Ömür ki hiç bir mücevherat olamaz dengi. Bir korku salar ölüm yalnızca hissedebilenlere. Ölümü hissedebilenler, geçmiştir bir çok şeyden. Ölüm de bir tattır. Herkes kendi ölümünü kendi elleriyle hazırlar. Ve ben umarım acı katmamışımdır ölümüme, zira acıları dünyada tüketiyorum. Gözüm tekler, ne sinirden, ne kızgınlıktan yalnızca gidemediğimden. Gidemeyenleri sende tanırsın gözlerinden. Gidemeyenlerden de bahsetme deme bana. Artık bahsetmeyeceğim hüzünden, ancak gidememek hüzünlü geliyorsa sana bunda benim suçum ne?