Öyle bir boşluk hissi ki bu, yeri hiçbir zaman doldurulmayacak. Sonsuzluğu küçücük bir kalbe nasıl sığdırırsanız öyle işte. Ya da gereksiz gitmelerin ardından yalnız kalınan saatler gibi. Çünkü gitmelere hiç gerek yoktu. Gidilmese de olurdu yani.
Ama gidildi.
Hep gidilecekti.
Ve gidildi.
Kalan, öylece kala kaldı.
Çünkü habersizdi.
Çünkü kış kadar soğuktu.
Çünkü yalnızlığın en ağza alınmaz küfürlerinden biriydi.
Ama giden bunu düşünmemişti ki hiç. Sözde kıyamayacağı kişiyi en çok acıtan birinden başka ne beklenirdi ki?
Kalabilecek cesareti yoktu.
O da gitti.
Bu kadar. Basit. Değil. Hiçbir şey bu kadar basit değil. Gitmek de kolay değil, kalmak da. Peki ne yapılmalıydı ki, gitmemek veya kalmamak için?
Giden mi suçlu sayılırdı, kalan mı?
Gidilmeli miydi, kalınmalı mı?
Vazgeçmeli mi, savaşmalı mı? Vazgeçerse daha mı az yara alacaktı, savaşmaktan? Ya da savaşırsa daha mı çok tadacaktı zaferi, vazgeçmekten? Bir savaşın kazananı olmazdı ki. Vazgeçerse de savaş olmazdı.
Ne yapmalıydı öyleyse?
Ne yapılmalıydı?
Nasıl yapılmalıydı?