Mesela sen griydin benim için. Ya asaletin, ya hüznündendi böyle deyişim. Aklınla, kokunla, kirpiklerinle, her şeyinle griydin. Asla tanımlamak istememiştim aslında seni. Kim olduğunu bile bilmiyorum desem yeridir. Ama eğer bilseydim, bilebilseydim, anlatmaktan kaçınırdım seni. Saçlarına “kahve, kızıl, sarı” demezdim, öyle “renk”lerle hakaret etmeye yüzüm olmazdı. Ya da “zeytin gözlü” olduğunu söylemezdim, “yemyeşil” gibi güçlü tabirlerden korkardım. Öyle bir sadelikti hayatıma bahşettiğin. Dudaklarına da benzetmeli isimler takmazdım mesela, güzel olduklarını düşünmediğimden. Güzel değilsin.
Sen nesin ki? Sakın söyleme. Grisin sen. Bir avuç dolusu grisin benim için. Asaleti temsil edişin belki gizeminden, bilmiyorum; ama emin olduğum tek bir şey varsa o da korktuğum. Hem de her şeyden. Seni duymaktan korkmak. Seni başkalarından dinlemekten korkmak. Seni çok iyi tanıyınca sevememekten korkmak. Sana “gri” demekten vazgeçme ihtimalimden korkmak. Bırak böyle kalsın. İçimiz içimizi yer her gün belki; ama keyifli olmak tek istediğimiz. Seni tanıyor gibi davranışım ondan. Seni tanımlamaya çalışmaktan kaçınmam da ondan. Senin hakkında çok şey bildiğime inanmak keyif veriyor bana. Umduğum gibi biri olduğunu düşünmek ve tüm bu fantazyaların üzerine oturtmak Gri’yi, bir övgü olarak.
Her akşam kendime anlatıyorum seni, bilebildiğim kadar. Oldukça basit kelimelerle hem de. Renklerle belirtiyorum saçlarını mesela, aptal aptal gülüyorum. Ama başkası sorarsa, Gri’sin sen benim için. Benim Gri’msin. Keşke tanışsak, keşke bilebilsem seni, emin olabilsem! Keşke gerçekten Gri olsan! Keşke’ler, yavaş yavaş İyi ki’lere bıraksa yerini, keşke! Keşke gri Tanrı’nın en sevdiği renk olmasa. Keşke bu kadar sevmesek gizemi.