Son ses dinlediğim yaralı şarkıların yara bandı da sensin. Kulaklarımı kabul etmiyorlar, illa ki sen her kimsen ve hangi saatin buçuğundaysan bana ulaşıp onların ezberi olacakmışsın. Ben istemiyorum seni. Şarkılar istiyorlar. Keman, bateri, bas gitar, en tiz sesinden bir solist haykırıyor sana.
Bavulunu alıp yüklen ve bir pijaman olsun sadece yalnızlığında. Onu uyutup benimle sev, ben hiç uyumam çünkü.
Süt var ya, en beyazından. O da seni çağırıyor. Aman dikkat! Ben içmem. Boyum kadar sen dolar buralar, kısayım ama minik minik sevdalar bir gönül evini doldurursa hakkımızda aç olan aşk ne konuşur? Düşün.
Düşüm… Kirinden en paslı özlem geçiyor kapı kolumun, o bile senin elini istiyor. Tutsan. Düşün…
Düşüm… Gözlerim her yere ve herkese siyah bakıyor aslında. Kamufle bir siyah bu. Bir gün yalnız sana yeşil bakacak olan. Orman mı, yosun mu, fıstık mı, yoksa Cezayir menekşesi mi istersin? Düşün.
Düşüm… Elbiselerim… Onlar seni istiyorlar. Giymeyeceksin elbette. Senin gözlerinden bende nasıl göründüklerini merak ediyorlarmış.
‘Mış…’ Birazdan anlık bir haykırışa omuz vereceğim. Çok yalnız kaldı sensiz. “İmdat aşk!” diyerek bağıracak ve darbukasından kalem izi bulaşan yazarlar beni anacak. Hem çalar, hem yazar, hem de seni çok severim.
Üşüşen bayram şekerlerine de bak. Yanağından bir bitterli, kalbinden bir sütlü, gülüşünden de lokumlu bir mutluluk getirmişler bana. Asıl şimdi bayram…
Düştün, düşüm… Kalbimden kaldırmak zor olur şimdi seni. Önce ben kalkmalıyım ayağa, sensiz… Düştüm… Bir kalp veren, bir de çok seven sen yine sana kalınca…
Dilara AKSOY