Aşkın kıymetli yol hançerinde gözyaşımı asfalta döktüğümden beri artık gerçeği biliyorum ben. Aldandım, kendi masalını yazıp kendi hayaline sığdırdığı bir prensi kalbinde ufacık kilit sesi duysa ilk o anda hiç değmeyecek olanlara teslim eden sahte bir prensestim ben. Sorsan bana, hiç tanımadığım, hiç birlikte olmadığım, ellerini tutmadığım hayalet adamlar kırmışlardı beni. Aşka olan inancımı güvercinlere simit diyerek atmışlardı; aşka aç kalmıştım ben de. Hâlbuki hiçbiri yoktu, hiçbiri gerçek değildi, hiçbiri seven ve hiçbiri gerçekten senden çok sevilen değildi. Ben seni arıyorum dört odacıklı kalbimin kar sağanağına yenilmiş hazin yağmurlarında. Ben seni bulmaya çalışıyorum kendimi görmediğim ve kendimde görmek için çırpındığım yanlışlarda. Onu sen sandığım ve canımdan öte yollarda kaldırımlarda çıplak ayakla dolaşıp avare gibi kendimi aradığım son bir masalım oldu. Kalbindeki anahtarı yalnızca bana vermiş de başımı uzatıp kalbinden içeri girecek olduğum sırada kalbinin kapısını kilitlemiş gibiydi. Zaman perimi öldürmüştü; çok uzun zaman, çok uzun yıllar, çok uzun aylar geçse de yalnız başıma, beklediğim ve beklenmeye değer bulduğumu sandığım o olmuştu. Hâlbuki o çekiçle kırmaya çalışıyordu kalbimi, sözlerinin namussuzca değişiyle kulaklarıma, aşka yelken açtığımı sandığım yelkenimden beni denize atıyordu. Kötü fırsatların kötü yokluğuydu o. Varlığı hiçbir zaman olmamıştı, seni beklerken onu sen sanmıştım.
Sen! Sen işte… Hayalimdeki adam… Cismini, ismini, zamanını, yolunu, yerini bilmediğim; hayalet adamların beni öldürmek için fırsat kolladıkları anları fark edemeyip seni onlardan herhangi biri sandığım adam; asıl beklediğim adam… Kalbime çekiçle vuran bendim, namussuz sözlerin hedefi olmayı seçen, öksüz şarkıların gözyaşı tuzu olmayı isteyen bendim. Senden binlerce kez özür diliyorum. Zamanını, yerini, yurdunu, beni çok sevecek olan kalbini mutlu gençliğimin asil yalnızlığından çaldım. Selam sana!
Belki şu an birini seviyorsun, belki bir sevgilin, bir nişanlın var; ya da sen de benim gibi bizi bir araya getirmesine engel olacak olan hayallere aldanıyorsun. Hayal kuyumun kırmızı başlıklı kıza büyük annesinin öldüğünü söylediği zamanlardaydım, toydum, kırmızı başlıklı kızın tarafındaydım. Döktüğüm gözyaşlarımdan ıslak sevinçler yaratıp mutlu olacağımı sanandım. Aşk acılar meyhanesi değilmiş bekleyenim… Aşk, acılar meyhanesindeki rakı sofrası da değilmiş. Aşk, mutluluk demekmiş. Biliyor musun? Elimi tutan olmadı daha, gözlerime aşkla bakıp yalnızlık şarkılarını bırakarak bana aşkı anlatan biri de olmadı. Ben hep, hayal kuyumdan kurtarmaya çalıştığım iyilik timsali kalbimin kurbanıydım. Birini görsem, kimi görsem sen geldin sanıyordum. Hayallerin şah mat savaşındaki hiç unutmayan fildim ben. Kendimce mat eder, aslında şahlığımın ayarını kaçırıp mat olurdum.
Yanlış rüzgarların şalımı uçurduğu yerde şalımın uçuşuna ağıtlar yakmayıp yanlış rüzgarların şalımı benden alışına sırf sen bana geleceksin ümidiyle umutlar saçacağım. Akvaryumda yalnızlığını örten ve suyunda serinleyen serin bir balıksın sen… Oradan çıkmak için çabaladığın günler oluyor belki de, suyundan çıktığın anda öleceğini bilsen dahi bana gelmek adına nice savaşların oluyor senin de benim gibi. Savaşma boş yere!
Kaderimizde sevmek fazlalığı yazıyorsa eğer ve birbirimize sevmek faslından gerçekten sevebilmeyi satın alabileceksek eğer kavuşuruz zaten. Gönderdim, onları gönderdim; elimi bir kez dahi olsun tutmayan hayalet adamları… Sendeki hayal hâlâ bende, sen hâlâ bende, hayallerimle…
Merhaba gelişine güzelliğimi halı gibi serdiğim adam! Ben seni, beni olduğum gibi sevebilme merdiveninin ilk basamağında bekliyorum. Belki bugün değil ama bir gün kavuşmalı şarkılar yazacaksın bana. Alnıma düşen saçımı gözümün önünden çekip “beni o kadar çok bekledin ve o kadar çok sevdin ki yalnızlığıma hâlâ aç olsam da sırf seni doyurmak hatırına sana geldim” diyeceksin. Senden özür diliyorum, hayalet adamların maskelerini çıkartmalarını istemedim. Umutlar bir genç kız için hiç el değmemiş nevresimi gibidir. Temizdir; beyazdır çoğu zaman, asildir. Kıyamadım işte, kalbimin hasret odalarına sığdırdığım da acılarımı; yine de kıyamadım umutlarıma sırf bu yüzden yanlışa meyil ettim.
Ama benim için üzülme, ben artık üzülmüyorum. Beklediğimin onlar değil; hayalet adamlar değil, yalnızca hayalimdeki adam ve sen olduğunu biliyorum. Zaten elleri bile değmemişti ellerime, gözlerinde sahilin gölgesinin değdiği çay bardağını anımsatan sıcak çayımı da görmemiştim. Bir kahveydi, telvesinde bir tek hayalimdeki gözlerini gördüğüm. Sadece acı bir kahve, içmedim.
Gülümsüyorum, gülümseyebiliyorum. Belki yarın değil ama belki bir gün şu kapıdan içeri girip “hayatım sensin” diyeceksin bana. Ben de, “Bu yüzden mi sen gelinceye dek hep yarım hep eksik hissettim kendimi?” diye soracağım. Sonra hayalet adamlar geçecekler önümüzden, hayalet halleriyle. Onlara bakıp gülümseyeceğim, iyi ki de hep hayalettiniz, iyi ki de hep hiç yanmamış gönül sahtesi sigaramdınız diyeceğim. Elimi tutacak ellerin, sarılacaksın bana nefes gibi. İşte o an, işte o anda hissedeceğim yaşamın seninle yaşanılır kılınan öz gerçeğini…
Dilara AKSOY