Gönül toprağına bunca hasedi, kini, bencilliği nefreti kimler dikti? Bunların gönül toprağımıza ekilmesine nasıl imkân ve olanak verdik? Üç beş lira ve bin dolar için mi? Tüm dünya bize ihtiyacımız olanı Âlemlerin rabbinin Nusret’iyle verirken, paylaşın derken neden paylaşamadık? Bunca depremden sonra geriye dönüş mümkün olabilir mi? içimizdeki bunca fesadı ile yaşayanıyla birlikte? Bu mümkün olsa, bunun olasılığı yüzde yüz olsa geriye dönmek ister miyiz? Hayır, elbette ki hayır? Cevabımız hayır ise bu insanların aramızda olmasına neden izin verdik? Neden bin liralık evin kirası birden bire üç bin beş yüze, çıktıktan ve depremden sonra altı bine çıkmış iken, biz bu insanlarla nasıl yaşayacağız bileniniz var mı acaba? Her gün zamla yaşamak kolay mı? Bunu nasıl aşacağız elbette ki Rabbim yardımıyla o halde bizler neyiz? Bizler hissiz duygusuz tenekeden demirden yapılmış taştan yapılmış insanlar mıyız?
Depremle birlikte gökyüzü ağladı, şeytan güldü halimize! Lakin depremden sonra içimizde saklı duran merhamet duygusu yardımla coşarken insanımıza yardım için her şeyi bir anda yapan insanımızla, buna sebebiyet vererek işini yapmayan beton, çimento, demirinden çalan müteahhitle artık nasıl yaşayacağız? Gereken ceza bence idam olmalı hem de sorgusuz! Her gün zam yapanlar idam edilmeli sorgusuz! Kira artışıyla vicdansızlığıyla zirve yapan acımasız ev sahipleri hapse atılmalı evi elinden alınmalı! Bu mümkün olabilir mi? Mümkün olmazsa bu dünya yaşanılacak bir dünya değil ve Rabbimiz bizi bu felaketle yanına alırken o vicdansızlar bom boş cesetlerle bırakın yaşasın onu da diri diri toprağa gömelim! Gömemiyorsak bunda suçlu olan biziz!
Hep beklemekle iyilerin bir şeyler yapması için hala bekleyecek miyiz? Beklerken usulca değil deprem şiddetiyle ölümlere seyircimi kalacağız tedbirini almadan? Dünya küçük gönüller büyük iken, içine insanı neden sığdırmadan beton binalardan çaldıklarımızla nefret kin ile dolduruyoruz ki? Bulunamayan teselliyi arıyoruz gönlümüzde sevmeyle bir köşede beklerken neden bulamıyoruz? Ne zor sorular! Kaybolmaya mahkûm değiliz kendimizi karanlıklar içine gömmeyelim lakin bunu anlatmak çok zor anlayan bulmak daha da zor! Yoksa anlayanımız çok olsaydı bunca çalmak çırpmak olmazdı. Üniversitede mezun olmak “bilmek” için yeterli olmuyor, insanlık dersini her bireye vermek gerek onu da seçmeli ders değil her gün iki saat verilmesi gereken ders olmalı da, giren bulunur mu acaba?
“Ne güzel söylemiş Cemal Süreyya: “Sen aklımla kalbim arasında kalan en büyük çaresizliğimsin…”
Senden vazgeçmenin bu kadar zor olabileceğini tahmin edemezdim. Kendime engel olmakla sana koşmak arasındaki koca boşlukta savruluyorum sanki.
İçimdeki adlandıramadığım adını koyamadığım bu duygularla sana gelmek en büyük haksızlık olurdu sana. Biliyorum şuan kızıyorsun bana. Yaşayabilecekken engel olduğum mutluluklarımızı elinden aldığımı düşünüyorsun. Belki bir gün anlarsın beni, çaresizliğimi…(üstat sen gittikten sonra hala anlayan çıkmadı-bu söz bana aittir cevaben)
Enkaz gibiyim bu aralar ve bu enkazı kendimden başkasına yıkmak birine yapabileceğim en büyük haksızlık olurdu. Paramparça bir kalp taşıyorum içimde ve sen o kalpte kendine yer aramaya çalışıyorsun. Aşktan fersah fersah uzak bir kalpten aşk bekliyorsun. Kendine bile ait olamayan bir ruhtan sana ait olmasını bekliyorsun. Üzgünüm ama bunu sana veremem. Kendime bile yetmeyen sevgi kırıntılarımla yetinmeni bekleyemem senden.(haklısın üstadım haklısın)
Öylesine minnettarım ki sana… En zor anlarımda sevginle sarıp sarmaladın beni. Ben bile artık kendimi sevemezken aşkla bakan gözlerinle hissettirdin ne kadar değerli olduğumu. Bu aralar öylesine ihtiyacım vardı ki buna.
Bana âşık bir adamın dizlerinde uzanırken bana kitap okuması kalbime dolan en güzel sıcaklıktı. Ömrüm boyunca unutamayacağım bir anıydı. Tıpkı üstümüzden martılar uçarken suda oluşan yakamozun yansımasını gözlerinden izlemek gibi. Ya da saatlerce kollarında, sana sarılarak gün batımını beklemek gibi…
Bunların hepsinden vazgeçmek öylesine zor ki… Ama biliyorum doğru olan bu. Olması gereken bu…
Benim kalbim dikenlerle, taşlarla dolu engebeli bir yol.
Oysa sen çiçekli yollarda yürümeyi hak ediyorsun…
Hani o gittiğimiz kıyıya huzur köşesi der dururdum ya, aslında benim huzur köşem sendin. Bu kadar kısa zamanda bana böylesine güzel ve huzurlu anılar biriktirdiğin için teşekkür ederim.
İyi ki geçtin hayatımdan…
Hoşça kal.” Tina Vilan Genç yazı”
Yine ben kendi kendime küsmek istiyorum lakin kendime insana küsemem buna Rabbim izin vermez. Öyle ise neden nefret ve kini taşıyoruz neden gönül toprağımıza bunu serpiyoruz? İnsan olmak zor! Yaşamak kolay iken zor! Bunlar varken başka neyi yazayım ki, vesselam.
Mehmet Aluç