Her zamanki gibi sokaklarda dolaşıp bir şeyler aradı. Herodie zamanın kendisine eşlik ettiğinin farkında olmayan bir sokak çocuğuydu. Ona sokak çocuğu dememin sebebi genç sayılabilecek yaşta olmasına rağmen hiçbir işte çalışmaması ve aynı sokak çocukları gibi perişan vaziyette yaşamasıydı. Ailesini, nerede doğduğunu, nereden geldiğini bilmiyor, sanki bilmemesi onu pek ilgilendirmiyordu. Yapabildiği en iyi şey düşünmekti. Onu da fazlasıyla yapıyordu. Düşünmek onun için her şeydi. Bir şeyi görmek, hissetmek hatta var olduğuna inanabilmek için düşünmek şarttı. Bir sokak çocuğunun temel ihtiyaçlarını karşılamak için yaşam mücadelesine girişmesi beklenirken, Herodie, bunun aksine düşünmeyi bir temel ihtiyaç olarak görüyordu. Sürekli düşünüyor düşünmediği zamanlarda gözlerini bir yere sabitleyip uzun uzun oraya bakıyordu. Sanki ilahi güçler ona sadece düşünmesini söylemiş, diğer ihtiyaçlarını karşılamak üzere teminat vermişti. Onu gören kim olursa olsun nasıl yaşadığına hayret ediyor ve bu garip gencin kim olduğunu merak ediyordu. Herodie orta boylu geniş omuzlu, kısık gözlü ve Hint esmerliğinde bir gençti. En azından onu ilk gördüğünüzde fark edebildikleriniz bunlardı. Tabii üzerinden hiç çıkarmadığı bir de ceketi vardı. Siyah mı lacivert mi olduğu anlaşılamayan ceket Herodie’nin sırtından hiç düşmezdi.
Her zamanki gibi sokaklarda dolaşıp bir şeyler aradı. Aradığı ne yemekti ne de su. Kendisini şaşırtabilecek bir şey arıyordu. Hayatta karşısına ne çıktıysa, zihninde vardı. Gördüğü her şeyi daha önce hayal etmişti. Etmemiş olsa bile hayal etmesi zor şeyler değildi. Hiçbir şey farklı değildi. Kafasının içinde büyüyen bu düşünce, bu alışılmışlık ızdırabı, günden güne, aydan aya beynini kemiriyor ve hayatı ona çekilmez hale getiriyordu. Aynı şeyleri tekrarlamak -monotonluk- adeta bir yük gibi beyninin üstüne oturuyordu. Bir bunalımdan çıkıp diğerine giriyor, kabuk değiştiren böcekler gibi kıvranıyordu. Farklı bir şey arıyordu, daha önce hiç görmediği hiç düşünmediği bir şey. Sokaklarda deliler gibi dolaşıyor kendisini parçalıyordu. Beyninde derin sancılar hissediyor, hissettikçe düşünmeye devam ediyordu. Taa ki bir akşam sahil kenarında uyuyakalıncaya dek. (Şehirde yaz kış sıcaklık farkı çok azdı ki bu yüzden gece sokaklarda kalmak problem olmuyordu.)Pis bir sahildi ve Herodie taş dolu kumsalda hoyratça uyuyakalmıştı. Bir duvarın altında koyu yeşil çürümüş yosunlara sarılarak uyuyordu. Herodie’yi, acılar içinde kıvranan bu genci, keyifli görebileceğiniz tek zaman dilimi belki de uyurkendi. Sonra ne olduysa pis bir kokuyla uyandı. Gerçekten iğrenç bir kokuydu. Bir insanı yanarken yakından gördüyseniz bu kokuyu tanırdınız. Etrafına bakınmakla kokunun nereden geldiğini anlayamadı. Öyle ki beyninin üstündeki ateşi fark edinceye kadar. Saçları yanıyordu. Bu acı kesinlikle beyninin içindekilerden farklıydı. Kuvvetlice yerinden fırladı ve denize koştu. Suya balıklama atladı ve kayboldu. Duvarın üstünden 3 tane kız çocuğu ona baktılar. Aralarından birisinin rastgele attığı içmekten sonuna ramak kalmış sigara izmariti Herodie’nin başını yakmıştı. Sigarayı atan kızı her üçüne birden baktığınızda mimiklerinden anlayabilirdiniz. O kız merdivenlerden koşarak denizin kenarına geldi. Herodie’yi gördü ve ona korkuyla baktı. Kafasında o kadar az saç kalmıştı ki onların gölge mi karartı mı oldukları anlaşılmıyordu. Kız gence şaşırmak ve acımak arasında bir beyin karmaşasına girmişti. Herodie denizden çıkarak kıza kısa bir bakış attı. Bu sokakta rastgele gördüğü bir insana bakışından farksızdı. Sonra ters tarafa dönüp yürüdü. Kız arkasından koşup omzunu hafifçe salladı. ”Özür dilerim. Orada olduğunuzu bilmiyordum” dedi. ”Boşver’, dedi Herodie. Yürümeye devam etti. Yürürken omuzları geniş ve vucudu dikti. Karizmatik bile denebilirdi. Ona arkadan bakan kız bir şeylerin eksik kaldığını düşünüp tekrar koştu. Bu sefer daha sert salladı. ”Kötü görünüyorsunuz! Size bunu yapmak istememiştim, gerçekten…” Herodie yine kısa bir bakış attıktan sonra tekar yoluna devam etti.
Yine bir gece sokakta yürüyordu Herodie. Yürürken hep düşünürdü. Uykusu gelmişti. Etrafta çok köpek vardı. Uzakta bir kamyon gördü. Yaklaştı ve sonra arkasına atladı. Şanslı ki kamyonun arkasında kirli küçük kumaş parçacıkları vardı. Onları birleştirip yastık yaptı ve anne karnındaki bebek gibi kıvrılıp uyudu. Yine keyifli görünüyordu. Taa ki kafasına cam şişeyi yiyene kadar. Acıyla inledi. İnlemesinde küçücük bile öfke tonu yoktu. Acınacak bir inleyişti bu. Kamyonun yanından geçen bir gurup genç sebep olmuştu bu inlemeye. Onlar da şaşkınlık içinde etraflarına bakındılar. Aralarından birisi kamyonun üstüne yarım tırmanıp baktı. Yarı baygın yatan bir genç gördü.
-”Hey dostum bir şeyin var mı” diye sordu. Cevap gelmemişti. Fakat karanlıkta Herodie’nin kendisine baktığını fark edebiliyordu. Genç korktu ve aşağı indi. İner inmez kahkaha patlattı. Sarhoştular. Şehirde dolaşan bir grup fakir gençti bunlar ve kahkahaları azalarak kayboldu.
Sabah olduğunda beyni ağırıyordu. Henüz düşünmeye başlamamış bir beyindi bu. Düşünmeye başladıktan sonra acı beyninin üstünden içine geçti. Daha çok acı verdiği kesindi. Kalabalık bir caddeye çıktı. Yine ilginç bir şeyler bulmak umuduyla çevresine merakla baktı. Tam karşıdan iki kişi geliyordu. Yol ortasında birbirlerini öpüyorlar ve gülüşüyorlardı. Bu tabii ki ilginç olamazdı ama onlara neden baktığını anlayamadı. Ta ki onlar yaklaşana kadar. Birisi kafasının yanmasına diğeri de şişmesine sebep olmuştu bu insancıkların. Onları hatırlamıştı. Kız durdu ve Herodie’ye baktı. Berbat görünüyordu. Oğlansa bir şey anlamamıştı. Kızın içinde öyle derin bir acıma duygusu oluştu ki birden ağlamaya başladı. Pis görünümüne ve yanmış saçlarına rağmen Herodie’nin üstüne atladı. Onu sıkıca kavradı. Bir annenin yavrusunu sarması gibiydi bu kavrayış. Aynen öyleydi. Herodie ifadesiz bir şekilde etrafa bakmaya devam etti. Kızın sevgilisi olanlardan habersizdi. Öfkeyle bakan genç Herodie ile kızı ayırdı ve oracıkta sıkı bir dayak attı. Herodie perişan olmuştu. Kız ağlamaya devam etti. Hayat akışındaydı. Kuşlar, uzaktan bakarsanız bir çocuğun çizdiği resimde uçuyor, gökyüzünde birbiri üstünde renkler eriyordu.
Nedense dayak yediği günden beri Herodie’nin içinde bir şeyler hareket ediyordu. Sanki yeni fışkırmış bir volkanın süzülen lavlarıydı bunlar. O günden beri acıları biraz dinmişti. Daha dengesiz ve umursamaz olmuştu. Apaçık aşık olmuştu. Önce o sarılışa aşık oldu sonra da kendisine sarılan Hintli kıza. Daha önce o kadar yumuşak bir şeye dokunmamıştı. Kızın adı Rymie idi. Hindistan’dan fakirlik nedeniyle göçen bir ailenin kızıydı. Yanakları beyaz olsalardı bu kadar güzel kızaramazlardı. Esmer kızı iki kez görmüştü Herodie. İkisinde de esmerin kırmızıya çaldığı utanmış yanaklarıyla görmüştü Rymie’yi. İlk defa aşık olmuştu. Dayak yediği günden beri yedi gün olmuş ve belki de hayatının en güzel yedi gününü geçirmişti. Kızı her gün o caddede bekledi ama bulamadı. Hayvani bir içgüdüyle ona hayran kalmıştı. Neden sonra sekizinci akşam içinde akan lavlar bitmişti. Bunu fırsat bilen beyni hemen çalışmaya başladı. Aşık olduğunun farkında değildi. Onu unuttu. Öyle bir şeyi yaşamamış gibi eski saplantılı düşüncelerine devam etti. Farklı bir şeyler aramak üzere yürüdü. Daha da berbattı. Yürürken dik duramıyor sağa sola yalpalıyordu. Gördüğü intihar eden insanların, burnuna gelen kan ve yanık kokularının, bağırışların hayal mi gerçek mi olduklarını fark edemedi. Fark edecek gibi de değildi ve bir yerde yığılıp uyumaya başladı.
Rymie dünyada gördüğünüz bütün genç kızların ortalaması gibiydi. Gerektiği yerde sevinir gerektiği yerde ağlardı. Her dişi gibi duygusaldı. Hayatı ne çok güzel ne de çok kötüydü. Yaşayıp gitmek deyimini onun hakkında rahatlıkla söyleyebilirdiniz. Hint olmasının kendisine kattığı ayrıcalıkları güzel kullanıyordu ki yakışıklı bir sevgilisi vardı. Herodie’nin kamyonun arkasında uyurken kafasına yediği bira şişesini Zealot atmıştı. Rymie onunla bir eğlencede tanışmıştıı. Zealot yine sarhoştu ve Rymie’yi kendisine aşık edebilmeyi başarmıştı. Zealot fakir bir Fransız ailenin çocuğuydu. Fakirliğini hiç belli etmezdi. En iyi yaptığı şey eğlenmekti. Her gördüğü şeye daha önce görmemiş gibi bakar, hayretler içinde kalırdı. Gözleri belki de bu yüzden kocamandı. Beyaz tenli olan bu gencin hiçbir zaman üzgün olduğu görülmemiştir. Her zaman kahkaha atar ve bira içerdi. Sokaklarda sarhoş dolaşır akşam eve yatmaya giderdi. Şöyle ifade edebiliriz ki insanlar gördükleri şeyleri hayretle karşılama oranlarına göre sıralansa listenin başında Zealot olurdu. Kafamızı aşağı çevirip listenin en altında bakabilmiş olsak Herodie’yi orada görebilirdik.
Zaman içinde Herodie, Rymie ve Zealot arkadaş oldular. Her ne kadar kötü tanışsalar da hayatın kanunu gereği kötü bir başlangıcı iyi bir arkadaşlık devam ettirir. Kanun kendisini bir kez daha ispatlamıştı. Herodie yine acı içinde kıvranıp duruyordu. Düşüncelerini bir buzdağı olarak düşünsek Zealot ve Rymie ile paylaştığı kısmı ancak görüneni kadar olurdu. Yine de az değillerdi. İçinde Rymie’ye karşı derin duygular besliyor ve bunu hiçbir şekilde ona belli etmiyordu. Zealot’a da küçücük bir öfke veya kıskançlık duymuyordu. Hayat akışındaydı. Kuşlar, uzaktan bakarsanız bir çocuğun çizdiği resimde uçuyor, gökyüzünde birbiri üstünde renkler eriyordu.
Yine zaman içinde bu üç gencin arkadaşlıkları gelişti. Fakat nedense hiçbiri değişmiyordu. Zealot yine her şeye şaşırıyor içip sarhoş oluyor ve kahkaha atıyordu. Rymie yine duygusal ve değişkendi. Hayat ona göre ne iyiydi ne de kötü. Herodie ise acı içinde kıvranmaya devam ediyordu. Ne olduysa o gün oldu. Rymie’nin , Herodie’nin kafasına içmekten bitmeye ramak kalmış sigara izmariti attığı o duvarın üzerinde oturuyorlardı. Yanlarına bir adam yaklaştı. Üzerinde uzun bir palto olan bu adam düzgün kesilmiş sakalı ve dik duruşuyla kendini fark ettirdi. Ona dikkatlice baksanız aslında yaşlı olduğu belliydi. Yaşlı bir ermiş, bir bilge veya bir bilim insanı gibiydi. Rymie onu bir psikiyatra benzetmişti. Adam arkasında sakladığı siyah ve mat bastonu duvara dayayarak gençlerin yanına oturdu. Bir yerden girerek onların muhabbetine karıştı.
Zaman her zaman yaptığını yapıyordu. İnsanlar ölmekte ve doğmaktaydılar. Üç genç ve bir ihtiyar duvarın üstünde oturmuş gölgelerini denize yatırıyorlardı. Uzaktan baksanız çok ciddi bir mesele hakkında tartışıyor gibiydiler. İhtiyar sırayla gençleri dinliyor, gözlerini dikkatlice onlara dikip bir şeyler anlamaya çalışıyordu. Biraz daha dikkatli bakarsanız sırayla konuştuklarını anlardınız. Konuşurken en heyecanlı gözüken Zealot’du. Onu Rymie takip ediyor ve en bunalmışı da Herodie gözüküyordu. Ne konuştukları merak edilsin diye konuşuyorlardı sanki. Gökyüzünün eriyik renkleri yeryüzüne yaklaşmış, kuşlar daha alçaktan uçuyordu sanki. Onları dinlemek için olmasa da öyle düşünmeme sebep oluyorlardı. Şehrin sıradan bir vatandaşı olup o duvarı gören caddeden her gün geçseniz bu dört insanı sık sık görebilirdiniz.
Şairler betimlemek üzere doğaya bakıyorlar, ressamlarsa doğayı yaşatıyorlardı. Hayat akışındaydı. İhtiyar artık duvara gelmez olmuştu. Bu durum Zealot, Herodie ve Rymie’de bir değişikliğe neden olmadı. Çünkü ne zaman buluşsalar üçü konuşuyor ihtiyarsa dört gözle onları dinliyordu. Üçü yine konuşmaya devam ettiler. Hiçbirisi değişmiyordu. Zealot şaşkın heyecanlı ve sarhoş, Rymie standart ve Herodie’yse perişandı.
Şu an karşımda duran kocaman HERODİE heykeline bakarken düşündüklerimin yoğunluğu ve ağırlığıyla beynim sızlıyor. Bizler beyinleri yıkanmış bir toplum olarak hayatımızı gün boyu eğlenerek, içerek ve hayret ederek geçiriyoruz. Beynimizi yıkayan şeyin farkındayız ve bunu bize yapmadan önce sormuş olsalardı tereddütsüz kabul ederdik. Herodie bir halk kahramanı olmuştu. İhtiyar üç genci iki ay boyunca dinlemiş böylesine farklı üç insanı değişik bir açıdan görmüştü. Onun bilimsel açıklamasına göre ”Zealot olağanüstülük sınırı çok düşük olan hayatta her şeye şaşıran ve eğlenmenin esas olduğunu düşünen bir kitlenin tam anlamıyla tercümanıydı. Bu insanlara göre dünya bir eğlence yeriydi. Düşünmeye ve plan yapmaya gerek yoktu.” Rymie ise sokakta gördüğünüz insanların %95 iydi. Olağanüstülük sınırı ortalama olan bu kızcağız gerektiği yerde şaşırır gerektiği yerde normal karşılardı. Yüzyıllardır insanoğlunun biriktirdiklerini yaşıyorlardı bu tip insanlar. Seviyor, ağlıyor, heyecanlanıyor, bütün duyu ve hisleriyle yaşıyorlardı” Herodie’ye gelince. Onu da adeta insanlığın bütün fikir yüklerini omuzlayan, beyin sancıları çeken ve olağanüstülük sınırı aşılamayacak derece yüksek olan bir halk kahramanı olarak tanımlıyordu. Herodie gibi dünyada az insan vardı ona göre. Olaylar şöyle gelişti. Bu üç genci uzunca dinleyen ihtiyar aslında bir psikiyatrdı. Aynı zamanda sosyoloji alanında uzmanlığı vardı. Toplumların değiştirilebileceğine inanır ve bunu yapabilmeyi en büyük hayali olarak görüyordu. Bu konu üzerine aylarca çalıştı. Bir sürü insan dinledi. Tabii dinledikleri arasında en çok dikkatini çeken bizim üç gençti. ”Bir toplumun olağanüstülük sınırı ne kadar düşerse toplum o kadar mutlu olacak ve dünya daha katlanılabilir hale gelecek” düşüncesi beyninde uzunca biriken bir şimşek gibi çaktı. Yani şöyle ki insanlar her şeye şaşıracak sürekli eğlenecek ve kahkaha atacaktı. Böyle bir misyonla çalışmalarını sürdüren ihtiyar devlet adamlarıyla görüştü ve gizli özel yetkiler aldı. Televizyonda, reklam panolarında, aklınıza gelebilecek her yerde şaşıran insan figürleri, kahkaha atan ve eğlenen insan toplulukları gösterildi. Bu kadar basit ve sınırlı değildi. İnsanların yemeklerine olağanüstülük sınırlarını düşürecek ilaçlar, kimyasallar katıldı. Her yer bütün ülke bir değişimdeydi. Beyin yıkamanın akla gelmeyecek yöntemleri uygulandı ve çok değil 10 yıl sonra ihtiyarın istediği toplum oluşmuştu. Sokaklar sirk yerleri ve eğlence mekanlarıyla doldu taştı. İnsanlar eğleniyor ve kahkaha atıyordu. Düşünmek eylemi sözlükten çıkarılmış insanlar mutlu gözüküyordu. Benim gibi düşünebilen sınırlı sayıda insan kalmıştı şehirde. Bizler de düşünebildiğimizi belli etmeden yaşıyorduk. Belki düşünemesek daha eğlenceli olurdu. Gelgelelim Herodie gelecek yüzyılın intihar eden tek insanıydı. Toplumdaki bu değişme onu hiç etkilememiş, aksine onu daha hırçın daha vurdumduymaz ve olağanüstülük sınırı had safhada olan bir insan yapmıştı. Kısacası daha keskinleşmişti. Hayatta olağanüstü bir şey görmek isteyen kişinin ölmesi gerektiği, istediği şeyi ancak ölerek görebileceği fikrine sahip oldu. Sahip olduğu son fikir buydu ve her şeyi bana anlattıktan sonra intihar etti. Heykelinin altında gerçek intihar sebebi yazmasa da Herodie’nin bir halk kahramanı olduğu herkese öğretilmişti. Öyle zannediyorum ki ihtiyarın günahlarını affettirmek için yaptığı son hamlesi buydu.
Hayat akışındaydı. Kuşlar, uzaktan bakarsanız bir çocuğun çizdiği resimde uçuyor, gökyüzünde birbiri üstünde renkler eriyordu. Ve sonra herkes öldü. Ben dahil. Öyle olması gerekiyordu. Oldu.