Biliyorum, bir önceki mektupta seni unuttuğum zaman bu mektubu silmiş olacağım dedim ama şu an ikincisini yazıyorum.
Çünkü dün gece ilk kez rüyama girdin. Seni en çok görmek istediğim zamanlarda bile, seni rüyamda görmek için dua ettiğim gecelerde bile görememiştim oysa.
Tam senden vazgeçmişken, seni aklımdan çıkarmışken neden rüyama girdin ki? Senden vazgeçtiğimi hissetmiş gibi bana gitme dedin… Biraz daha kalsan olmaz mı diye sordun dudak bükerek. Olmaz diyemeden, gitmeliyim diyemeden uyandım. Ve yine bütün günü seni düşünerek geçirdim. Oysa çok yaklaşmıştım hiç tanımadığım bir adamın adlandıramadığım hislerini kalbimden atmaya.
Sen beni hiçbir zaman tanıyamayacaksın, varlığımı bile bilmeyeceksin. Ama rüyamdaki adam beni tanıyor gibiydi, bu duyguların aşk olmadığını biliyordu ve bunu görmek içimi rahatlattı açıkçası.
Çünkü eminim bu duygunun aşk olmadığına. Belki merak sadece, belki tutku, belki heyecan arayışı, belki de birine bağlanma, yakın olma isteği…
Belki, acaba, keşke gibi sözcüklerden kurtulmuşken rüyama girip kendini hatırlatmak zorunda mıydın gerçekten? Sana mektuplar yazarken bunu söylemek ne kadar inandırıcı olur bilemem ama Seni ve sana karşı olan adını koyamadığım bu hisleri çok kısa bir zamanda unutacağımdan öylesine eminim ki… Çünkü eğer kader bir gün bir şekilde yollarımızı kesiştirmezse birbirimizi hiç tanımayan iki yabancı olarak kalacağız. Ve aşktan çok uzak olan bu karmaşık hisler azalıp yok olacak içimde.
Hayat ne getirir bilemeyiz;
Belki bir gün…
Belki de hiçbir gün…
Şimdilik hoşça kal!