Bir bedende bütün olmak, bir kalpte can bulmak ya da tek nefeste aynı havayı solumak mıydı aşk? Mesafelere meydan okuyan, ondan başka bütün insanlara kalbini kapatan, yerini kimsenin dolduramayacağı mekanın yegane sahibine ait olması mıydı yoksa? Ya da ateşten denizleri, mumdan kayıkla geçmek? Her kalbe, her bedene, her dudağa göre tanımı değişse de; ‘‘A’’cısı ‘‘Ş’’urda ‘‘K’’alan mıydı?
Kafamdaki soruların her bir cevabı sana çıkıyor sevgili. Cevaplamaya irademin yetmediği duyguları, öğrenmeye başlıyorum yeniden. Son sarılmada, son bakışta, son dokunuşta mı anladım bunu? Yoksa yoksa ilk görüşte yeniden harlanan gönül ocağımın kor ateşinde mi? Bilmiyorum…
Saatler, günler, haftalar ilmek ilmek geçiyor ömür heybemden. Zaman geçiyor, ömür bitiyor, akrep yelkovanı kovalamaktan bitap düşüyor bazen. Her şey geçiyor gözlerimin önünden; gözlerin geçmiyor. Her şey içindeyken; içim olmuşsun, içime işlemişsin artık. Çıplaklığım ondandır. İçim içinde kaldı; özüm özünde. Kaç gündür nasıl anlatacağımı avarece düşünürken; kelam otağımın başucunda döküldü yine kelimeler işte.
Harfleri döktüm; sen, kelimeler yazdım; sen, cümleler kurdum; sen, bunları yazan; ben, yazdıran sen… Bu kadar senken bendekiler, olmayan; yine sen. Var olsaydın bu kadar yazabilir miydi kalemim yoksa heyecandan geveler durur muydu içindekileri…
Yokluğun da bir anlamı vardı elbette. Hiçlik değil mi zaten yokluk? ‘‘ Gel biz olalım demek kolay; benimle hiç olur musun? ’’ demiyor muydu şair. Biz olamadık, bir olamadık, her şey olamadık; tek nefesi bölüşemedik. Aynı yazılırken ayrı anlamlara çıktı yolumuz. Ama hiç olduk be sevgili. Bunu başarabildiysek işte ne mutlu sana. Ne mutlu içimdeki h‘‘iç’’ime…