öyle şeyler anlattım ki duyanlar yalnızlıklarını toparlayamadı. Şimdi gözlerini anlatsam duyanlar hasret diyecekler.
11,45 ve 22,40 metroları seni iyi tanır, bu yalnızlığı da. Anca toplu taşıma araçlarında vicdansız oluyorum onu da anlatmak çok basit olur.
bu gece fark ettim ensemden gök yüzüne 3 el ateş edildi. Biri yavru gezegen plüton’u vurdu garibime yıldızsın sen dediler. Biri cennetin 3. katında
ağaç diken bi meleği vurdu, melek kanatlarını ateşe verip “Rabbim birdir ve resulullah onun elçisidir lakin bu can bu kurşunun ağırlığına dayanmaz. Azad et beni ey rabbim kurşun sahibine döner, ben melek canımla dayanamadım bu fani ne eder.” diye inlemeye başladı. Diğer kurşun 3 adım sonra sol omuzumdan göğüsüme 3 delik açtı.
….
Kimsenin bilmediği, uyanamadığım bi geceydi.
Herkes serilmişti kum taneleri üzerine bi tek sen benim dizime, iliklerime. Telafisi imkansız bi mutluluk yaşadınız mı siz hiç? Ben yaşadım hem de bunca bencil insanın arasında. En yakınlarım tarafından dışlandım, iyiye değil kötülere dua ettim daha fazla gelmesinler diye. Bunların ne önemi vardı ki sizin hayatınızda.
Sizlerin hayatınızın en büyük hiç kimsesiyim ben.
Tarihini bilmediğiniz bi gecede kimsesiz bi sahil kasabasında bulundu cesedim teşekkür ederim.
…
Geçmişi özlemekle geçiyor günler artık. Biraz erken değil mi? diye sormadan edemiyorum kendime. İnsan ihtiyarlığında düşünmeli bunları, gencecik hayatımı geçmişin çıkmaz sokaklarına tutuklu bırakmak, nasıl bi delilik. Boğazıma kadar batmış vaziyette bakıyorum 20’li yaşlarıma oradan bakınca hiç iç açıcı değil gördüklerim.
Şimdi Gaia ile oturmuş bunları düşünüyorum, elimden her şey gitti neler olduğuna dair en ufak bir fikrim bile yok. Düşünmeye başladıkça insan, kayıplardan başka aklına bi şey gelmiyor. İlk kendimi kaybettim ben, ailemin, çevremdekilerin dayatmalarıyla koca koca yalanlara inandırıldım. Olmak umuduyla yaşadığım insandan çok uzakta elim kolum bağlı bi şekilde, gözlerimi açtığımda karşımda kapkara örtüsüyle bir azize beni vaftiz etti. 15 yaşında ve çırıl çıplaktım. O günlerden aklımda kalan anıların çoğunda çocukça şiddet doluydu. Gerisi kaçamak sigara tüttürmek, atari salonlarında aylaklık, sokak aralarında ucuz serserilikten öteye geçemezdi. İlk adam akıllı acımı köpeğim öldüğünde yaşadım sanırım, gerisi çok basitti. Zihnim ölüme odaklandı ve olanlar oldu. Ölüm bana acıydı yaşayana belki de bulutlardan gökkuşağına atlama hissini veren renkli bi rüya bilemem. Ama ben ölümün en canlı şahidiyim. Çünkü benim dedem rengarenk bir kaydıraktan kayarken ben kendimi 9 yaşında bırakmak zorunda kaldım. Bunun için birileri kesin bi şeyler söylemiştir “Ben çocukluğumu yaşayamadım, şimdiki çocukça tavırlarım bunun için tabiidir.” bunun gibi bi şeyler. Benim dedem öldü annem ağladı, ben bi sigara yaktım. Benim dedem öldü babamı gömdük. Hem de bir gecede, çok zor olmadı göğüsümde yer açmak o zamanlar bomboştu. Benim dedem öldü ben birini sevdim. Benim dedem öldü elimden sadece omuzumda taşıdığım
tabutun eli tuttu. Arkaya dönüp baktığımda aslında o güzel çocukluk anılarımın bile bi köşesinde hep ölüm, acı, şiddet, nefret varmış iyi olarak bi tek sen varsın. sen diyorum, çünkü bu yazılanları senden başkasına yazamıyorum. Belki de yazabilmekten korkuyorum. Bilmiyorum.
Bunca hengameden nasıl olurda çıkıp gelebildiğini hala aklım almıyor. Hoş, geldiğin de söylenemez ya. En incesinden en kalına bütün damarlarım sıkıştırılıyor. Artık büyüdüm ve olan biten her şeyi kendi istediğim gibi anlayabiliyorum. saat 12,17 cumartesi günü metroda muazzam bi kalabalığın içinde kayboldum. Bazen gördüğüm şeyler bana olmamış bi olayın cereyan ettiği yer gibi görünürdü, ya da ben olmuş bi olayın orada cereyan etmesini isterdim. O sabah bütün bi kalabalığın içinde nasıl yalnız kalına bileceğini öğrendim. Ne para için çırpındıkları o kirli elleri, ne dünyadan bi haber zehirli dilleri kafamın içine kimse dokunamıyordu. Kalabalık artık yavaş yavaş yerini sessizliğe ve hissizliğe bıraktı. Korkuyorum yalnızlığın en salt haliyle baş başa kaldım artık hiç bi şeyin tadı yok, sigara yaksam ne olur diye düşünmüştüm çok kısa bi süre. Korkuyorum ama korku bu değildi mutsuzluğa benzemiyordu, ayaklarım yere basarken boşluğu hissediyordum.
Kulaklığımda şarkı avaz avaz ağlıyordu, etrafımda tanıdık bir yüz bir yer görmek için var gücümle göz kapaklarımı çırpmaktan başka elimden gelen bişey yok..
Tam anlamıyla çaresizlik. Zihnim bana çok oyun oynardı fakat bu kez olanlar farklıydı yabancılaşmaya açılmıştı aklım. Aylardan beri çalıştığım iş yerinde ki her yüz bana olmamış insanları hatırlatıyordu. Kimsenin farkına bile varmadığı müthiş bi sıkkınlık içinde tekrar kayboldum. Nedenini her canlı tahmin edebilirdi ama benim aklıma bile gelmemişti. Sonradan fark ettim. Önceleri zihnimle beraber münakaşa ettiğim 128 karakter vardı şimdi ise 15. Unutmak kendi parçalarından feragat etmeyi gerektirirmiş. Evet seni unutmak için 113 benden vazgeçtim ama başaramadım, daha önceleri de başıma bu tarz başarısızlıklar gelmişti belki onlardan bir tanesini başarabilseydim şuan bunları sana yazacak bi çift ele ve yazdıracak akla sahip olamazdım. Şimdi elimde hiç susmadan konuşan 15 tane ben var her atak 20 yıl sürer bunu daha öncede söylemiştim. Zihnimin hızla akıp gittiğini hissedebilmek korkunç bi acıya neden oluyor. Attığın her adımın hesabını kendi aklına bi polisle cinayetten yargılanan bi zanlının sorgu odasında ki hesaplaşması gibi hesap veriyorsun. Gözlerin dünyadan ziyade zihninin dayatmalarına maruz kalıyor.
Bunların bi tanesinde, seni ilk gördüğüm gün ki gibi kap kara bi örtüyle seyir halinde ki arabamın önündeydin ve ben kaza yaparak orta vadeli geleceğimi mahvettim. Özür dilerim, ben hayatımın hiç bir döneminde okula veya işe endeksli yaşamadım, ama seni bi türlü ordan çıkaramıyorum o yüzden başıma ne geldiyse belki biraz seni suçladım. Şu an bi sigara yaktım, zihnimin bu kontrolsüz hareketlerine alışmak isterken seni unutmayı hala var gücümle deniyorum. Doğrudur belki eskisi kadar umursamıyorum seni ama her göz göze geldiğimizde, uzun yolculuklarımız canlanır. Sahilde bira içip deli gibi koştuğumuz anlar devlet binalarının otoparkında öpüşmeler, hasta hane bahçesinde çay içerken sıcak kaşığı eline dokundurucam diye korkudan çayı masaya dökmen, sırf biraz daha fazla görmek için kuaför randevunu ekmen ve doğum günü gecen, kahvaltılarımız bunları unutmak mümkün mü? bunlara alışarak yaşamak peki? bilirsin ben naif adamım atila abinin dediği gibi “Ayrılıkta sevdaya dahildir.” Ben en çok seni sen yokken sevdim şimdi varlığın bana en sıcak duyguları hissetirecek kadar yakın ama dokunulamayacak kadar uzak. Bir sigara daha yaktım, seni düşünürken sigara içmek kadar keyifli bişey yoktur yer yüzünde. Artık büyüdüm ve ne yapmak istediğim hakkında hala bi fikrim yok.
Geç oldu bu saatte sokaklar boştur elimi tutabilirsin, belki biraz dolaşırız da ne dersin?
Allah belamı verdi…