Ruhum dağınık, toplamadım. Çarşafını örttüm geçmişin, yıldızlar içimdeki volkanların patlamadan önceki sinyallerini çağrıştırıyor. Parıl parıl parlamaktalar. Gece, güne inat tılsımını ekliyor ay’ın…
Gönlümün yatağı dağınık… Uyuyanlar var, sessiz olun uyandırmayın. Öyle bir rüya gördüm ki, yalnızlık benden içeri serden dışarı çıktı. Takvimlerin insanları ağlatışları kelebekleri uyandırdı. İçimin mevsimi kıştı, ilkbahardan nem kaptım. Arabalar hızlıca geçiyorlar, kimi insanlar dağınık ruhlarının peşinde kimileri ise hayatlarının peşinde… İnsan neyi isterse onun peşinden koşarmış. Kendimi bulduğumda tamamlandım. Bam telimin ayarı kaçtı, keman çalıyor yüreğim…
Gidenler duyarlar da gelirler, hep birlikte şarkı söyleriz belki. Emeklemeyi öğrenmişti yüreğim, sonra umutların çatısından baktım dünyaya düşecek gibiydim bir an rezil oldum sandım. Yüreğim düşecek gibiydi gözlerden, son anda yakaladım.
Kimse anlamazdı hâlim perişan, duygularım yatak döşek yatmakta… Nevresimini 90 derecede yıkadım günahlarımın, çok kirlenmişti sonunda aydım. Bakın, içimdeki çocuk beni terk etti çıplak ayakla caddeyi alt üst ediyor.
-Dur gitme, yalvarırım gitme. Sana en sevdiğin oyuncağı alırım. Gözlerimin nemini siler, seninle hayata dair en güzel oyunları oynarım. Yalvarırım, dur gitme… Daha yapacak çok şeyimiz, gezecek çok yolumuz var.
Duymadı bile, yüreği nasır tutmuştu hayat göze gelince. Avizesi düştü, aydınlanmıyor dostlukların çıkmazı… Çıkmaz sokağa dönün, sağda bir yerlerde bulursunuz alnınızdan öpecek bir sevdalıyı; yarasızı. Merhemini gizli tutar, yarasızdır zararsızdır ışıklanır, ışık tutar… Bilirim o yolda bir şekilde karşılaşırız.
Gözlerim incilerini döküyor yağmur dolu koleksiyonuma. Pazartesi Salıdan umudunu keserse, Cuma alır mı Cumartesinin umutlarını? Bir yerden biten bir yerden başlamaz mı? Umut kapısı değil mi sevgi tezgâhınız? Can pazarından haliç köprüsüne uzanır bahtından umudumun geçtiği gönül dergâhım…
Kar’ı tutabilir misin gözlerinle? Beyaz gecelerde ağlayabilir misin ki bembeyaz düşlerinin yerine?
Düşlerine kıyma, çocukluğun gitti bak. Düşlerine yazık etme, kapılma gönlünün sel dolu sonbaharına…
Gidenler dönmezler boşuna nefesini tüketme, bağırma. Gidenler duyamazlar…
Ağlamak, şerefli bir Ekim sonunun Kasım ayına ihaneti sayılmakta…
Ağlamak; gülerken oluşturduğun gamzelerinden seni çalmakta… Bırak, yağmur ağlasın bırak İstanbul ağlasın, bırak ruhundan kopan fırtınalar ağlasın. Sen sakın ağlama…
Güneşini çalar gözlerim, affet bana bel bağlama. Büyüdün çocuk, hangi arada ne zaman oldu bilmem ama büyüdün işte…
Bisikletle geçtiğin o yollardan umutların sığmaz oldular. Hayallerin küçülürken gözpınarlarından nasibini aldın. Büyüdün çocuk! Okul yoluna sığmaz oldu bedenin, ayakların götürmez oldu seni çocukluk dolu günlerine… Ağladın, içtin, özledin, küfrettin kime ne!
Büyüdün, kalbine hançer saplanıp gözlerin çocuksu hayallerine sağanak yağarken… Ruhun dağınık, kilere sakladığın mavi bir kurdelen vardı. Şimdi git onu bul ve sal denizin saçlarını okşadığı mavi haziran gecelerine… Haziranlar bir başka gelirdi sana, umut kokardı.
Haziranlar ışıltı demekti, Nisanlar hep ama hep yeşil… Çimenlerde oturur, kendine kendini anlatmaktan korkardın. Denizin matemsiz gülüşlerinden kopardığın umut bahçelerini hayallerinin sepetine atardın. Döner dururdun denizin içinde, Ağustoslar hayat kokardı. Mevsimler seninle anlam kazanır, dört mevsimin beşincisinden kendine aşk mevsimini yaratırdın. Şimdi büyüdün çocuk! Bu yaşlar niye? Yapraklar sararır, ruhun dağılır üzülme! Şimdi sendeki gülüşleri görme hakkı faytondan el sallayan çocukluğunun son sevişlerinde… Bırak gitmeden önce sevsin son kez. Boşuna yalvarma.
Hangi giden durdu ki şimdiye kadar? Hangisi dinledi sözlerini, hangisi gördü gözlerinden yağan yağmurları? Umutlarından kaldırdılar şemsiyeni, sırılsıklam oldun üşüdün. Hangi biri acıdı ki? Boşuna yalvarma geri döndüremezsin hiçbir gideni…
Televizyondan hayat yolunun geçtiği insanlar geçiyorlar. Beşinci Kanal adı umut… Canlı yayındalar, baksana hayat yolunun bayrağını da devralmış sana sonsuz teşekkürlerini iletiyorlar. Onlar bittiler artık, büyüdün çocuk! Sonbahar yapraklarına kıyma…
Yüreğimin kemanı hiç susmuyor… Kopmuş bir teli, canımdan öte yollarda hayat yine bana çıkıyor.
Piyangosu sevmekmiş kaderimin, pişman mıyım? Hayır, değilim…
Sadece durduramadım geçmişin zincirleme kazasını, engel olamadım.
Ruhum kaçık, kaçak sevişlerin peşinden koştu. Olduramadım bugünün yazgısını, yarına karışmayalım…
Efsanevi Anka Kuşu’na uzanan hikâyenin önsözü misali; “Yarın, küllerimden yeniden doğacağım…” Şimdi söyleyin adım neydi benim? Unuttum…
Dün gelmezdi, bugün kaçaktı giderdi. Yarın ise belirsiz bir hediyeydi. Söyleyin bana, benim adım neydi? Hangi sonbahardan kalma günde ertelemiştim ki kendime dokunup, kendimi sevmeyi?
Çok ciddiye almıştım sevmeyi, sevmemeyi… Hoşça kal çocuk! Midye kabuklarına selam söyle!
Hoşça kal çocuk! Yıldızlara selam söyle…
Dilâra AKSOY