Bir insan ne kadar renkli, sevecen, insan canlısı ve hatta gereğinden fazla pozitif olursa olsun, hiç ummadığı bir sokağa çıkar bazen yolu. Hüznün, kaybetmenin ve yalnızlığın sokağıdır bu çoğu zaman. Her insanın harcı değildir bu sokağı sağ salim geçmek, atılacak her adımdan önce defalarca düşünmek gerek. Ve hayat bazen bu yola girmek mecburiyetinde bırakır insanı? Tüm kaçışlarında hep ama hep aynı sokağa çıktığını düşünün bir insanın? Yaşanan olaylar durulsa bile artık o insanın içinde bir sızı olarak kalacaktır.
Deniz boylu boyunca uzanıyordu karşımda, ucu bucağı yokmuş gibi. Güneş o ilk doğarken ki kızıllığıyla vurunca denize göz kamaştırıyordu. O vakitleri severdim tıpkı karpostallardaki gibiydi. Evet, kesinlikle muhteşemdi. Bense evin salonundan aldığım mavi yastığı, bahçemizdeki sarı polenler döken akasya ağacına dayayıp sırtımı yaslamıştım. Orada tattığım mutluluk, yalnızca derin bir iç çekişle anlatılır, saf özlemle. O güzel anları tadıp huzurun sesini işitirken başka bir ses hiç aksatmadan o büyülü anı bozardı. Kim mi? Tabii ki de annem. Fakat ne kadar keyfimi kaçırsa da ona kızamazdım.
Babam mütemadiyen kasabadaki bir markette çalışıyordu, her gün giderdi. Sadece ağustos ayında 2 hafta tatili vardı. Sabahları annemle birlikte uyanır, annem kahvaltıyı hazırlarken babamda sigara sarıp tabakasını doldururdu.
Kahvaltımızı yapıp babamı yolcu ettikten sonra her gün olmasa da sık sık, bahçede çimlerin üzerinde, mis gibi deniz manzarası eşliğinde çay içer, sohbet ederdik. Saat 12 olmadan gelirdi komşular ama annem her zaman hazırlıklı olurdu. Kekler, pastalar, börekler eksik olmazdı. Zaten komşularda elleri boş gelmiyorlardı. Uzun uzun sohbet ediyorlar, gülüyorlar, ağlıyorlardı. Bense misafirlerin yanına eskisi kadar gitmiyordum artık. Odama geçip kitap okuyor yahut dışarıyı seyredip düşüncelere dalıyordum.
Bir cumartesi günü misafirler yeni gitmişti. Saat 15:30 civarıydı, anneme bulaşık yığınını yıkamasında yardımcı olurken kapı çaldı. Annem önlüğünün havlu kısmıyla ellerini kurulaya kurulaya kapıyı açmaya gitmiş ve hemen bana seslenmişti. Baban gelmiş.. ebru gel şu poşetleri al.
Babam normalde bu saatte gelmezdi. Hemen gittim ve ellerimi annemin önlüğünde kurulayıp poşetleri aldım. Poşetleri bırakıp salona gelin dedi babam. Salona geçtiğimizde annem, babamın yanına oturdu, bende aralarına girdim. Babam sözü uzatmayı sevmediği için direkt olarak saadete gelip, ” Hazırlanın, gidiyoruz buradan” dedi, annemle bir ağızdan, ” Nereye” diye sorduk. ”Bugün büyük patron geldi ve bana bir iş teklif etti, inanabiliyor musunuz? Hemde ne teklif” Yine bir ağızdan sorduk,” Ne dedi, ne dedi?”. Biz sorunun cevabını beklerken babam tabakasını çıkartıp, içerisinden bir sigara alıp yaktı. Ama, ama bu benim çok garibime gitmişti, zira ben babamı daha önce bu denli rahat görmemiştim, galiba mutluydu. Rahat olması elbette iyiydi, ancak onu her daim stresli gördüğümden bu ahvali beni cidden şaşırtmıştı. Sigarasını içerken, beklediğimiz cevabı vermek üzere söze girmişti babam, ” Bizim şirketin şehirde yeni marketi açılmıştı onun müdürü ölmüş, bana onun yerine geçmem için teklifte bulundu. Ayrıca geniş, ferah bir ev, üstelik çalışma saatim 8 saate indirilecekmiş, bende hemen kabul ettim.” Babam mutluluğunu, annem şaşkınlığını yaşıyordu. Bense ikisinin arasında bir yerdeydim. Evet tam burada, bir yanım gitmek istemiyor, diğer yanım gitmek için can atıyordu. Ve o gün ilk defa içimde bir sızı hissetmiştim.
Devamı Gelecek…