Bir araba camının ardından sevdiği insanların hüzünle sallanan ellerini görmüştü.. Onları daha da hüzünlendirmemek için her zamanki rolüne devam ederek suratına aptal bir gülümseme yerleştirmişti.. Sonra araç hareket etmeye başlayınca, artık sevmediği şehri sevdiren insanlar git gide uzağında kalmaya başlamıştı. Arkasından devamlı bakan birileri olunca küçücük göz yaşını gizleyemeyip olduğu yere bırakmak durumunda kalmıştı.. Koşar adım evine doğru yol alınca anlamıştı o an.. İçindeki tüm insanları sırtında taşıyormuş gibi hissediyordu. Bu yüzden yorgunluktan ayakta duramayacak hale gelmişti. Belki de yol yorgunluğu bu demek oluyordu.. İşte, canını yakan, nefesini kesen hatta boğazını düğümleyen bu basit görünümlü olay özgürlüğüne düşkün olmasına rağmen sanki onu dahada kısıtlı hale getirmişti.. Bu öyle bir şeydi ki; ne yapsa iflah olmayan, tertemiz kelimeleri uzatabilecek kadar fenaydı. Her ne kadar “güçlüyüm” dese de bakmasa da ardına bilir ki içinde kopmuştu o an her şey..
Ve bilir ki yine, bilmez giden..