İmkansızlaştıkça derinleşiyor aşk.
Aşk zaten başlı başına bir ısdırap iken, bir de imkansız olanı var ki düşman başına… Senin onunla kurduğun hayaller ne kadar imkansızsa, onunla birlikte olman, onun kokusunu duyman, onu hissetmen ne kadar imkansızsa aşkın da o kadar derin oluyor. Aşık olmadan önce, onun senin için imkansız olduğunu biliyorsan şanslısın. En azından aklının galip gelip kalbine engel olma şansı var demektir. Ama bilmiyorsan vay haline…
Aşık oldun,
Onu dünyanın merkezi yaptın,
Onlu hayaller kurdun,
Onu görmek için ne çabalar sarf ettin ama sonra ne oldu?
İmkansız aşk. Ondan sonra gerçeğe döndün, kendine geldin, acıyı hissettin. Aşkı daha derin hissettin, gittikçe de derinleşti arttı ağrın. Kalbine ağır geldi artık o. Önceden onu gördüğünde bahar gelen kalbine artık hüzün dolmaya başladı,
Yıprandın,
Üzüldün,
Ağladın.
Ama nafile… Heyhat! Hayat nihayetinde…
Divan şairleri aşkı; sevgiliye kavuşamamanın verdiği acı diye tanımlamışlar, sevgiliye kavuşmak değil onun acısını hissetmek istemişler. İşte divan şairlerinin o zaman “aşk” diye tabir ettiği şeyi, sen şimdi modern zamanda “imkansız aşk” olarak yaşıyorsun. Hele bir de onu bir daha göremeyeceksen acı kelimesi ne kadar yeter senin çektiklerini anlatamaya?