Londra’nın kapalı iklimi için bugün fazlasıyla güneşli ve aydınlık. O gün, insanlar da benim gibi güzel havanın tadını çıkarmak için sokaklara dökülmüştü. Üzerimde kuru temizlemeden bir kaç saat önce teslim aldığım üniformam vardı. Bu üniformayla dolaştığım zaman insanların bana karşı bakışı bile değişiyordu. Londra’ya döneli iki günden fazla olmamıştı. Bu güzel günde hayatımın bir daha eskisi gibi olmayacağını düşünemezdim.
Manavdan biraz meyve aldıktan sonra arabaya binip eve doğru yola çıktım.
Avrupa’da savaş kopmuştu. Genç İngilizler bir bir askere çağırılırken bende izin günlerimin tadına varamadan her an gelebilecek olan sefer emrini bekliyordum. Yıllarca Avrupa’nın çeşitli yerlerinde, Hindistan’da, Çin’de görev yaptıktan sonra evime geri dönmüştüm ve ansızın bir savaş kopmuştu. Hem de aptal bir radikalin Avusturya Prensi’ni öldürmesiyle… Sanki savaşı başlatmak için yıllardır uzak kaldığım evime geri dönmemi bekliyorlardı.
Evin önüne geldiğimde bir tuhaflık fark etmemiştim. Arabayı her zamanki yerine park ettim. Yan koltuktaki meyve filesini aldım, eve doğru yürürken yan komşumun bana el salladığını fark ettim.
“Bay Bennett! Nasılsınız?”
“Teşekkür ederim Bay Smith, siz de iyisiniz umarım.” dedim gülümseyerek.
Bay Smith bir süre daha el salladıktan sonra dönüp eve girdi, ben de eve yöneldim.
Kapıdan içeriye adımımı attığımda kapı kilidinin her zaman olduğunun aksine kolayca açıldığını fark etmemiştim. Meyveleri mutfağa bırakıp salona girdiğimde hayatımı değiştirecek olan adamla karşılaşmaya pek hazır sayılmazdım. Tam karşımda, babamın koltuğunda ihtiyar bir adam oturuyordu! Üstelik rahat ve sevecen bir tavırla bana bakıyordu.
Adamın bu rahatlığı bende bir saniyeliğine yanlış eve geldiğim gibi saçma bir düşünce oluşturdu. Zararsız görünüyordu fakat suratındaki gülümseme hayra alamet değildi. Bir hırsıza da benzemiyordu, temiz bir yüzü vardı. Acaba bu adam bunamış bir ihtiyar mıydı? Yine de eve nasıl girmiş olabilirdi? Bir saniyeliğine arkamı kolaçan ettikten sonra salonun içlerine doğru birkaç adım atarak adama yaklaştım.
“Bayım sanırım bir yanlışlık var.”
İhtiyar, parmaklarını birbirine geçirerek çenesinde kavuşturdu. Yüzündeki gülümseme bir nebze silinmişti. Aslında bu ifade adamın her zamanki yüz ifadesi miydi şu an bilemiyordum.
“Bir yanlışlık yok, Bay Bennett.”
Tanrım! Bu adam beni nereden tanıyor? Bu aksan nereye ait?
“Siz kimsiniz ve evimde ne arıyorsunuz?”
Adama doğru yavaşça bir kaç adım attım. Ellerini görüyor olmam beni bir nebze rahatlatıyordu.
“Buyrun oturun lütfen” derken bana karşısındaki koltuğu işaret ediyordu.
Kendi evimde beni kendi koltuğuma davet eden garip bir yabancı!
Bir şey söylemeden geçip karşısındaki koltuğa oturduğumda yüzünü daha ayrıntılı bir şekilde inceleme fırsatı buldum. Kırlaşmış saçları geriye doğru özenle taranmıştı. Dudaklarının üstünde düzgün bir bıyık vardı. Sol kaşını ikiye bölen bir yara izi yukarıya doğru ince bir yay çiziyordu.
Burnuma gelen losyon kokusundan yakın bir zamanda traş olduğunu anladım. Belki devlet memuruydu, hatta belki de askerdi. Fakat neden evime böyle gizlice girmişti?
“Sizi dinliyorum bayım, umarım evime gizlice girmek için geçerli bir sebebiniz vardır.”
Adam suratındaki gülümsemeyi yüzüne yayarak konuşmaya başladı. Aksanı oldukça dikkat çekiciydi. Hayır, bu adam kesinlikle İngiliz olamazdı!
“Özrümü kabul edin lütfen Bay Bennett. Bir tebliğ için burada bulunmaktayım.”
“Tebliğ mi?”
“Evet.”
“Neyin tebliği?”
“Bir görev.”
“Bayım, öncelikle kendinizi tanıtmanızı rica ederim.”
“Sabırlı olun.”
“Şu an evime girerek zaten bir suç işlemiş bulunmaktasınız. İsterseniz bu işi daha fazla zorlaştırmayalım.”
Adam gevrek bir kahkaha patlattı. Sonra birden ciddileşti.
“Bay Bennet, ben sizin hayatınızda bir kere görebileceğiniz cinsten bir adamım.”
Bu adam kendini ne sanıyor? Sanırım gerçekten de bir deliyle konuşuyorum. Yine de merakım bastırmıyor değil.
“Peki öyleyse, beni aydınlatın.”
Adam elini iç cebine götürdü. Bir refleksle elimi belime attıktan sonra silahımın yanımda olmadığını hatırladım . Bu hareketimi fark etmiş olacak ki gülümseyerek cebinden bir tabaka çıkardı. Elimi yavaşça koltuğun kenarına götürdüm. Adam tütün dolu tabakayı açarak bana doğru uzattı.
“Konuya geçebilir miyiz lütfen?”
“Tabi” diyerek kendisine bir tütün yaktı.
“Avrupa’da savaş başladı.”
“Bayım buraya benimle siyaset konuşmaya gelmediniz herhalde?”
“Hayır hayır, yanlış anladınız. Tam olarak konuya geliyorum.”
“Evet, lütfen.”
“Ne diyordum, ah evet, Avrupa’da savaş başladı ve görünüşe göre yayılacak gibi duruyor.”
“Evet öyle görünüyor.”
“Yakın bir zamanda İngiltere’nin de savaşa gireceğini düşünmek çok abes kaçmaz sanırım.”
Cevap vermedim. Adam da bir cevap bekliyor gibi durmuyordu.
“Bu durumda sizin gibi bir majora (binbaşı) önemli görevler düşecektir, değil mi?”
“Evet, kesinlikle ama nereye gelmek istediğinizi hala anlamış değilim.”
Adam sanki söylediklerimi duymuyor gibiydi.
“Siz bu durumda milletinize ve vatanınıza hizmette bir adım geri duymayacaksınız, değil mi major?”
Ona bir sır verecekmiş gibi eğildim. O da bir parça bana yaklaştı.
“Britanya İmparatorluğu için gerektiğinde canımı bile feda edeceğim!”
“Hayır major hayır. Milletiniz ve vatanınız için dedim sanırım beni anlamadınız.”
Nabzımın yükseldiğini hissediyordum. Alnımdan akan bir parça teri kolumun tersiyle sildim.
“Ne demek istiyorsunuz?”
“Ben size milletiniz ve vatanınız için hizmet edeceksiniz derken siz Britanya için canınızı vermekten bahsediyorsunuz.”
“Evet” dedim sabırsızlıkla, “Çünkü ben İngilizim ve Britanya’da benim vatanım!”
Adam oturduğu koltukta yavaşça eğilerek bana doğru yaklaştı.
“Yanılıyorsunuz! Siz İngiliz değilsiniz.”
Adamın yüzündeki ciddiyet her şeyi ifade ediyordu. Aksanını artık çözmüştüm. Tiyatroyu daha fazla uzatmanın bir anlamı kalmamıştı. Bugünün geleceğini hiç beklemiyordum.İlk o adımı o attı.
“Teşkilat sana güveniyor evlat.”
Bu kez Türkçe konuşmuştu. Ayağa kalkıp pencerenin perdelerini çektim. Sonra karşımda oturan bu yabancı adama selam durdum. O da benimle birlikte ayağa kalktı.
“Emirlerinizi bekliyorum.”
“Rahat.”
“Beni nasıl buldunuz?”
“En başından beri takip ediyoruz.”
Şaşırmıştım. Adamın işaretiyle koltuğuma oturdum.
“Bak evlat, bu savaş yayılacak, belki de dünyanın bugüne kadar görmediği kadar büyük bir savaş olacak. Bu aşamada senden imparatorluğun çıkarları doğrultusunda çalışmanı bekliyoruz.”
“Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.”
Adam yavaşça kafasını salladı. Birden ayaklanarak kapıya yöneldi.
“Nasıl haberleşeceğiz?”
“Zamanı geldiğinde sana ulaşacağız.”
Bunu söylerken elini omzuma atmıştı.
“Allah yardımcın olsun oğlum.”
Kapıdan çıkıp gitti. Bugün, yeni hayatımın ilk günüydü.