Sonra tekrar çıktı karşıma… Özleyip, ihtiyaç duyduğundan mı, bilakis tahribatı yetersiz bulup, haz duymadığından mı orası zifiri bir muamma. Benim yine karşı koyamadığım muhakkaktı ki yüreğim boğazımda çarpıyordu. Dört duvar arasında titremeye başladım. Titremeye başladığımı hissedince de içimi derin bir korku sarıp sarmaladı. Onun denizinde hala ihtiras yüklü gemilerim geziniyor olamazdı. Bu olmamalıydı. Kendimle defalarca yüzleşip onu içimden def ettiğimden emindim. Bu imkânsız denecek kadar manidar bir şey. Neden bütün anılarım geçiyordu gözümün önünden? Sükûnet gömleğimi kapının arkasındaki askıya asıp haykıra haykıra küfür etmek istiyorum. Bu da ötekiler gibi bir rüyadan ibaret olmalı. Sabah sancılı ağrılarla gözümü açtığım yatakta evvela duvara buhrandan bir yumruk çakıp içten içe “yine mi rüya” diye gözümdeki çapağı yıkamak için banyoya doğru sekerek gidiyor olacaktım. Öyle umuyorum, öyle olmalıydı. Aksi beni felakete sürükler. Bendeki de deli cesaretiydi; çayı şekersiz içen kadını sevmek… Hem de defalarca… Düşe kalka değil, düşe düşe… Öylesine tesirli ki, ona karşı koymak yaratana şirk koşmak kadar günah… Zihnimde ne yapacağıma dair bir fikir, ne söyleyeceğim hakkında en ufak bir düşünce yoktu. Bu nedenle korkum ve titremem git gide artmıştı. Kulağımı arka sokaktaki usanmazcasına havlayan köpek tırmalayınca balkona çıkıp hem sesi daha net işitmeme, hem de kirli hava almama sebebiyet oldu. Bir ara havlamalara kulak kabartınca onunda ta arka mahalleden tehlikeyi sezdiğini düşündüm. Bu köpeği narkotiğe aldırmak lazım, harcanıyor buralarda. Oysa uyarılarını dikkate alamayacak kadar özlemişim, farkında olmadan. Hem de gecenin bu vaktinde, insanlar sıcak yatağında güzel rüyadan aldıkları hazzı yorganın altında genleşerek yaşarken… Bedenim yine yeniden o zaman ki gibi alevlendiğini hissettim. Yüreğimden utanmasa heyecandan tir tir titreyip, dilim iki cümleyi bir araya getiremeyecekti. Bunlara inanmak, bunları hissetmek istemiyordum. Bu duygulara malik olmak kendi mezar taşımı yıkamak gibi bir şeydi. Olacakların farkında ve bilincinde olmama rağmen kendimi frenleyememem seni muzaffer kılıyordu. Her zaman ki gibi… Hava iyice soğuyunca bu acıları ne kadar da çok özlemişim diye içerlendim. Hakikaten de özlemişim, ilk yara ehemmiyetini koruyor sanki… Hiç kabuk bağlamamışsın gibi… Üzerinde hiç sinek eksik olmamış gibi… Hepsi taze, hepsi muhtaç… Ve hala yaşayamadıklarımla kalmaktan korkuyorum. İçim sızlamaya başladı. Uykum da kaçtı. Sen ise her zaman ki misal soğuk gecede çıplak ayaklarımla bırakıp gittin. Ben bunlara hala alışmış değilim. Metresi olduğum acılarla sanki daha önce yüzleşmemiş gibiyim… Ve bu sabah güneş daha umutlu doğacak lakin yarının dünden kalır bir yanı olmayacak. Beni yerle bir edense ufak bir umut olarak tarihe geçmeyecek. Sadece içimde çarpışıp, eriyeceğim. Şimdi sakin olup gelişini -en ufak umudu gelişin olarak idrak ediyorum işte- zihnimden çıkarmalıyım, içime yeltenmiyorum bile. Soğuk duvarlar arasında, buz tutmuş yatağa sokulup yorganı alnıma kadar örttükten sonra uyumaya zaruriyet göstermek için çabalamam gerek. Rüya içinde rüya görmeye tahammülüm yok fakat mehtabı beklersem ayağa kalkamadan devrileceğim. İyi geceler. Işık açık kalsın, sen de hoşça…