Enerji kaçakları her zaman prizde olmaz. İlişkilerimiz de enerji kaçırır. Çıkan kıvılcımlar bazen bir dostluğu aşka dönüştürür, bazen de bir dostluğu sonsuzluğun, yumuşacık sevginin kollarına bırakır. Her zamankinden kıvılcımlı bu zamanlarda, akışın, ana elektrik hattının hangisi olduğunu anlamak kolay olmuyor. Kırmızı kablo mu, mavi kablo mu çekilmeli, insan kestiremiyor. Akışın nereye doğru yöneldiğini görmek için 3.gözün miyop olmaması gerekiyor.
Akışın yönünü kestiremesek de, akışa teslim olmayı ufak ufak becerebiliriz galiba. İzlemeli, film gibi kendini izlemeli insan. Sevgi dediği neydi, şimdi ne? Koşulsuz sevginin ne kadar yakınına yaklaşabiliyorsun? Paylaşım, sohbet, merak, ilgi azaldıysa geriye kalana ne diyoruz? Alışkanlık mı? Peki ya eş zamanlılıklar? İki insan arasındaki en naif melek izi değil midir eş zamanlılık?
“Ben de seni düşünüyordum.”
“Şimdi seni arayacaktım.” Ya da tık tık düşen çift taraflı mesajlar bitmişse artık?
Adını koyamadığın, koyamasan bile geçemediğin, geçti desen bile durup durup ısıttığın yemek yenir mi artık? Her ısıtışta enerjin azalır. İki taraf da neyi, ne için yaptığını bilemez olur. Belki de tek sınav kalır geriye: bırakmak ve kabullenmek.
Sevginin tanımının değiştiğini kabul etmek,
Onu seven seni bırakmak, daha az seveni kabullenmek,
Onunla artık bu düzlemde paylaşımın azaldığını kabul etmek,
Senden sıkıldığını, senin de onu sıktığını kabul etmek,
Bir alışkanlıktan ibaret olabileceğini kabullenmek,
Sıkı sıkıya tutmayı, tutunmayı bırakmak,
Enerji kaçağını fark etmek,
Enerji açlığını kabullenmek,
Hep olanın hep olmayabileceğini görmek,
Her an eşsiz, her tecrübe anda. Eskiyle karıştırmamak…
Yine de sevgiyle bırakmak…
Sinem / Mart 2014