Çok yorgundum. Gözyaşlarım çok yorulmuştu kirpiklerime tutunmaktan… Yol bulsaydı akacaktı taşkınca feyezan… Gün bitti. Gecenin siyahı şafakları önüne kata kata bastırdı kızıllığı… Yüreğimden kan sızarken sızıp kalmışım… Göz kapaklarıma dokunan güneşin ışığıyla sıyrıldım kâbuslarımdan… Gözlerimi araladığımda kâğıttan bir gemi duruyordu karşımda. Parmaklarımla gözlerimi ovuşturup iyice baktığımda yanılmadığımı anladım. Gerçekten de kâğıt bir gemi yastığıma demir atmıştı. Bu da nereden çıkmıştı şimdi?!. Şaşkındım. Kalakalmıştım. Hiçbir bayrak yoktu gemide. Bayraksız gemiler korsan değil miydi?! Ürpermiştim… Biri çıktı geminin güvertesine. Berduş bir hali vardı. Salkım saçak kıyafetinin yamaları dahi sökülmüştü… Kocaman bir burnu kayık gibi bir ağzı… Gözlerinde ise yüzündeki dalga dalga kırışıklıklara rağmen anlamsız bir durgunluk… Ben ise hala yattığım yerde duruyordum. Gemideki adam susuyor ben susuyordum. Nefes dahi alamıyordum. Bu sessizlikte boğulmak üzereydim ve yatağımda bir cankurtaranın olmadığından da emindim. Yaşlı adam halimi anlamış olacak ki sessizliği bozup güverteden bana seslendi: “Hey sen!”
“Ben mi?”
“Evet, sen! Kaptanımız seni çağırıyor!”
“Kaptanınız mı? O da kim?”
“O kuzey ve güney okyanuslarının en cesur korsanıdır! Çok da sinirlidir, bekletilmeyi de hiç sevmez o yüzden acele etsen iyi olur”
Birileri benimle dalga geçiyor olmalıydı. Dalga denizde olmaz mı?! Gemiler de deniz de olur. Lakin şuan yastığımın üzerindeki gemi… Tüm neonlarım kısa devre yaptı… Yapacak bir şey yoktu, takıldım berduşun peşine. Etraf da kimsecikler yoktu. Sanki geminin tek mürettebatı bu berduştu. Ve kaptanın odasına gelmiştik. Kapıyı çalmadan önce bana dönüp konuşmaya başladı berduş “Sakın kaptanın yanında küstahlık yapma! Bedelini ağır ödersin”
Neler olduğu konusunda en ufak bir fikri olmayan ben, bu tehdit ve ikaz karışımı sözlere gayri ihtiyari başımı sallayarak “peki” dedim. Onlarca soru işareti vardı aklımda. Ve hepsinin cevabı bu kapının ardındaydı. Berduş kapıyı çaldı. İçeri girdik. Kaptan piyano çalıyordu. Başka bir şey yapsa şaşardım zaten. Bu kaptanların ortak hobisiydi galiba… Kaptanın bastığı her notada içimdeki korkular ayyuka çıkıyordu. “La”lar içimde birikmiş tüm “Yok oluşları” haykırırken “mi” ler cevabını Kaf dağının dahi taşıyamadığı sorularımı ünlemliyordu. Her “sol” ise sol yanımı kanatıyordu bir kez daha. Ve “Fa”… “Fa” “Fa” “Fa”…
“Do” ya basıp durdu kaptan. Şarkının bitmediği belliydi. Belki de bana daha fazla acı vermek istememişti.
“Evet, küçük kız, neden burada olduğunu biliyor musun?”
“Hayır”
“Beni tanıyor musun peki?”
“Hayır”
“Bana Kaptan Bozrak derler, buradasın çünkü sende kıymetli bir mücevher var. Bahreyn körfezinden dahi çıkarılan incilerden daha değerli bir inci”
“İnci mi, ne incisi bende inci falan yok”
“Yanılıyorsun var. Var ama farkında değilsin. Ben nice kıyılarda, nice limanlarda dolaştım. Hep onu aradım. Ve en sonunda buldum.”
“Hayır bir yanlışlık olmalı bende inci minci yok. Bırakın beni gideyim.”
“Seni burada zorla tutmuyorum. İnciyi bana verdikten sonra gidebilirsin.”
“Ne incisi yahu?! Neden anlamıyorsunuz yok işte! Olsaydı sizden kurtulmak için bile olsa verirdim ama yok”
“Şu gözlerinde sakladığın ne o halde?”
“…”
“Gözlerindekini diyorum. O ışıl ışıl parlayan iri inciler ne?”
“Gözlerimdeki mi? Onlar benim gözyaşım sadece…”
Kahkahalarla gülmeye başladı Kaptan Bozrak. Aslında gülmekten ziyade İsrafil’in sur sesini andırıyordu.. Gemi fırtınaya kapılmışçasına sallanıyordu o güldükçe…
“Demek gözyaşı, peki sen gözyaşı de ben de inci. İsminin ne olduğu önemli değil. Şimdi ver onu bana.”
“Neden benim gözyaşımı istiyorsunuz ki? Ne yapacaksınız onunla?”
“Bunu sorduğuna göre gözyaşlarının ne kadar kıymetli olduğundan habersizsin. Bu da nankörlüğünün alameti. Ağlamanın, gözyaşı dökebilmenin nasıl bir hazine olduğunu bilmiyor musun?! Benim yıllardır gözümden tek damla dahi gözyaşı akmadı. Gözlerim yaşarmadı bile. Ağlamak zayıflıktı benim için. Ve ben güçlü olmalıydım. Ağlamadım. İçime akıttım gözyaşlarımı. Ve en sonunda kurudu göz pınarlarım. Ağlayamaz oldum. Acılar daha çekilmez oldu. Gözyaşı serpmeyince okyanuslar bile söndüremedi içimdeki yangınları… Ben de yelken aldım. Nerede gözyaşı varsa oraya kırdım dümeni. Gözyaşını alacağım ve yüreğimdeki alevleri söndüreceğim onunla”
“Peki, benim yangınlarım ne olacak?”
“Merak etme küçük kız… Sen de boşalttıkça kaynayan bir gözyaşı kuyusu var. Bana vereceğin kadar dolacak yerine..”
Gözlerim dolmuştu. Haklıydı. Asla dinmeyecekti gözyaşlarım… Damlalar yanağımdan süzülmeye başlamıştı… Kaptan Bozrak küçük bir şişe kaptı. Ve yanağımdan dökülen gözyaşlarını doldurdu şişeye. Gülümsedi:
“Tek damlasını dahi zayi etmem”
İlk defa biri gözyaşlarımı bu kadar önemsiyordu. İlk kez biri bu kadar özümsüyordu…
“Artık gidebilir miyim?”
“Gidebilirsin küçük kız, gözyaşların için minnettarım. Keşke karşılığında sana bir şey verebilseydim. Ancak sen de anlamışsındır ki paha biçilmez gözyaşların…”
Korsan morsan iyi adamdı Bozrak. Ve bana vereceğini çoktan vermişti..
Nazikçe beni uğurladı güverteden. Ve yastığıma indim yeniden. Gemi demir aldı. Kaptan bağırdı “Tüm yelkenler fora! Dümeni kuzeye çevirin…Elveda küçük kız, belki bir yeniden uğrarım bu güney kıyılarına…belki bir gün yeniden el açarım gözyaşlarına..”
El salladım geminin ardından. Ve kâğıt gemi ufuklara doğru yol aldı…
***
Aniden fırladım yatağımdan. Nasıl bir rüyaydı bu böyle?! Birden gözüme yastığımda duran kâğıt gemi ilişti. Hayır bu mümkün değildi?! Nasıl..
Tam o sırada küçük kardeşim geldi yanıma. “Günaydın abla, gemimi burada unutmuşum”
Demek gerçekten de bir kağıt gemi vardı.. Yanağımdan süzülen gözyaşları kadar gerçek…
Böyle başlamıştı sabahım, bir ağlayıp bir gülerek…
Elveda Berduş
Elveda Bozrak
Ve elveda kâğıt gemi…
06.07.2014