– Bak, bak sen de görüyor musun şunları, diye heyecanla atıldı küçük kız. Benim gördüğümü sen de görüyorsun değil mi? Şu kan göletine bakar mısın? Anneciğim bak hele… Ne kadar da güzel, kan kırmızısı bir çiçek…
Elleri, yüzü, etekleri ve elbisesi kan güzeli küçük kız, bütün aşkıyla eğildi ötede duran çiçeğe… Kadın da gördü çiçeği. Gözlerinden yüreğine akan sızıyı hissetti. Yüreğine ağır külçe gibi oturmuştu bile acı. Ve uzaktan ıslık sesli bir sevinç belki de adı neşe adı sekine bir kuş kanatlandı. Bu bir mucize olmalıydı. Kan göletinde topraktan fışkıran kan kırmızısı bir çiçek…
– Kan kırmızısı çiçek… Hala çınlıyordu kulaklarında küçük kızın sesi. Ne kadar da güzel, anneciğim bak, kan kırmızısı.
– Anneciğim bak bir tane daha. Bak. Bir tane daha… Ve bir tane daha… Anneciğim ne kadar da çokmuşlar, diye çığlıklandı küçük kız.
-Yavruuum… Kırık sesiyle kustu boşluğa kadın. Hıçkırık aldı göğsünden bir parça. Gözleri yaş kısırı kalmıştı adeta. Bir damla atmaz mı? Her şey her şey… Kocaman bir yumruk gibi boğuk bir düğüm olmuştu boğazında kadının. Takati kesikti. Nefeslenmede zorlanıyordu. Sesi çıkmaz oldu neden sonra.
– Kızım!… Kadın dalından serpişen kurumuş yaprak gibi olduğu yere yığıldı. Gözleri tam hizasına düştü kan kırmızısının. Kayboldu suretinde ve dondu bakışları. Toplayamadı dağılan bakışlarını. Artık çatlamış, yarılmış bir küpten sızar gibi sızıyordu gözyaşları kan göletine… Göleti yaşlarıyla suluyor oldu bir süre.
Gözlerini açtı. Yürüdü. Dar bir sokakta yürüyordu. Yönünü çıkaramadı. Karanlık bastırmak üzereydi. Belki de çıkmak üzereydi. Bir serinlik hâkimdi. Akşam serinliğine daha çok benziyordu. Yanılmış olmamalıydı. Adımını attı. İşte şimdi çok katlı bir apartmanın tam önündeydi. Etrafında insanlar vardı. Çok kalabalıktı. Bir koşuşturma. Velvele bir vaveylaya karışıp uzuyordu… Boşlukta sallanan bağrışmalar vardı… Siluetler geçiyordu önünden karanlıkta. Çoktular ve hayli karanlığa benziyordular. Bazen ışıklı bir motor sesi yırtıyordu anın huzurunu. Az sonra yukardan bir şey düştü. Sonra bir tane daha… Düşer düşmez kalabalık üşüşüyordu üzerine düşenlerin. Kalabalığı yarıp bakmalıydı. Muhakkak bilmeliydi düşen şeylerin ne olduğunu… Karanlıkta ellerinde bir şeyler sallayan insanlar dolanıyordu. Necis ağızlar duydu uzaktan. Eller ve kollar sahipsiz olarak bir kalkıyor bir iniyordu. Sanki hınçla savruluyordu eller kollarla beraber. Bu insanların gözlerinde ışığı göremedi kadıncağız. Hayır, yanlış olmazdı. Ateşi seçiyordu bu gözlerde. Bu gözlerde nurun mesabesini okuyamıyordu. Uzaktan bir otomobil sesi duydu. Hızlıydı. Ve bir o kadar savruk… Ve bir anda kalabalığı yardı. Ezip geçti yerde duran şeyi. Ardından yerde, alevlenen bir ateş doldurdu havayı. Hayır, bu eşya değildi. Biraz daha yaklaştı. Dövülüyordu. Bu insanlar ne yapıyordu böyle. Pamuk döver gibi… Az ileride elinde kocaman bir şeyle yaklaşan birini gördü. Zorlanarak taşıdığına göre ağır olmalıydı. Tam başucuna geldi yerdekinin. Bir an etrafına bakındı zavallı. Sesler onu cezbetmiş olacak ki ellerini havaya kaldırdı. Sonra hınçla boşluğa salladı elindekini. Yerde ezilen bir şey duruyordu. Kadın, canavarlar deyip varmak istedi üzerlerine. Caniler alçaklar adiler hayvanlar… Soyu bozuk, mayası kırık, tohumu küf yaratıklar… Ama yapamadı. Yapmalıydı…
– Aman Allah’ım! Çığlığı salındı durdu karanlığın tenhalığında. Bu korkunç. Gerçek olamaz. İnsanlar vardı balkonlarda. İnsan kılıklı müsveddeler görüyordu. Şu sesler… Zılgıtlar… Bu kadınlar nasıl böyle vahşileşebiliyordu Allah’ım… Kim bilir belki de örtülüydüler. Huseyn(as) geçti hatıratından kadının. Ne acı bir gün…
Apartmanın zemin katındaki ışık yandı. İki kişinin kolları arasında sürüklenen birini gördü. Evet, o biriydi. O bir şey değildi. Biri… Darmadağın bir ceset gördü… Kapkaralar içinde lamba gibi kendilerinden ışığın süzüldüğü bir çift gözler gördü. Sonra kalktı. Dirildi. Yaklaştı. Durdu. An ritimlendi. Sesler bulanıklaştı. Birisi koşuyordu. Kaçıyordu… Sonra gözden kayboldu. Kahkaha sesleri sonra öfke yayıldı kin ve nefret ile… Ezik başlı içler acısı hal ile bir can yatıyordu yerde, dudakları gülümsemeli… Sonra ardından bir ses daha geldi. Yavaşçana ve usulcana yükseldi göğe. Sonra daha uzaktan iki, üç, beş ses daha işitti. Göğsü sıkıştı. Kan çanağı göğsünde kesildi öfkesi. Acıyı aldı, başına toprak diyerek saçıverdi. Toprak kan oldu elinde. Toprak kanlanınca… Anne koştu. Döndü. O şehit, dedi.
– Anneciğim… Anne… Anneciğim beni duyuyor musun?
– Ne var ne oldu kızım…
– Biliyor musun anne? Az önce. Az önce…
– Ne gülüm? Az önce ne oldu?
– Ağabeyim. Ağabeyim çıktı az evvel.
– Nereye yavrum. Ağabeyin nereye çıktı?
– Bilmiyorum biraz önce var ya. Sen uyuyordun işte. Geldi. Tam şuraya ayaklarının tam yanına oturdu. Birazcık güldü. Gözleri…
– Ne vardı gözlerinde?
– Gözleri parlıyordu… Çok güzel gülüyordu.
– Ne dedi? Bir şey dedi mi? Nereye gitti. Neden uyandırmadın beni?
– Tam uyandıracaktım ki… Eliyle ‘hişşt’ yaptı. Ben de uyandırmadım. Sonra birazcık oturdu. Hep sana baktı. Bana birazcık baktı. Ben de küstüm.
– İnsan abisine küser mi? Olur mu öyle şey hiç…
– Yani tam küsecektim ki… Bana da baktı. Hem var ya… Sonra yanıma geldi. Saçlarımı birazcık okşadı. Sonra bir şey demeden hemencecik gitti.
– Hiç konuşmadı mı?
– Yok!
– Sen peki, sen bir şey demedin mi?
– Yok!
-Neden kızım insan hiç abisiyle konuşmaz mı?
– Bilmiyorum… Konuşamadım ki. Birazcık, böyle birazcık kaldı. Sonra hemen gitti.
– Ah yavrum… Kadın, küçük kızı bağrına bastı. Rukiye Zeynep’ini sevdi. Saçlarını okşadı. Sonra öptü. Sonra kokusunu içine çekti. Sonra tekrar okşadı. Tekrar öptü, kokladı. Kan kırmızı çiçek sokağını düşündü. Gözlerini yumdu. Sessizce ağlamağını içine kaktı. Gözyaşlarını kan göletine gömdü. Sonra yüreğiyle onları berkitti. Kuzusuna hasretlendi. Oysaki Umud ağacında yeşeren nice salıncak gibi bir fidan tütecekti asra. Ne çare ki umutlar yenik düştü sarebana. Aldı hepsini ve uz bir yolda ardına komadan bakışlarını düz gitti. Geriye karanlığın sayfasına gölgesi düşen bir vasiyet biçti zaman. Elvedalar ekerek yeniden…
SÖZ&KALEM DERGİSİ ARALIK-2014
* Mor başlıklı kıza ithaf olunur…
2 comments
Daha önceki iki yazınıza kıyasla çok daha sade ve anlaşılır olduğunu söyleyebilirim. Olayin kendi icerisindeki duygu yoğunluğu olabilecek tüm ahım şahım kelimelerin yerini fazlasıyla doldurmuş..
Uzun zaman önce Söz ve Kaleme yazı göndermiştim ve yayınlanmamıştı. Sanirim buna hiç gerek yokmuş..Rabbim kaleminize nefes versin her daim..
Bu güzel düşünceleriniz teşekkur ediyorum..
Naçizane temennim sizin sözvekalemde de yazılarınızı okuyabilmek…