Kar yağıyor, üzerimde masmavi bir denizden kalma yosun kokuları var. Hayat ondan kalan bütün faturaları ödemek demekmiş, büyümek; ödediğin faturaların bedelini hesaplayıp, yaşının iki katını göğüslemek demekmiş.
Beni görüyor musunuz? Sanırım hiç kimseye görünmüyorum, o yüzden simsiyah bütün yollar.
Karın beyazlığı da beni terk etmiş oysaki beyaz masumiyet demekti, beyaz şeffaflık, beyaz mutluluk demekti.
Kar hâlâ yağıyor, üstümde çamur kokusu… Ah aptal kafam! Karı yağmur sandım. Saçlarımda yaşımla alakası olmayan beyazlar var.
Sokak bana bakıyor, sanki serin bir Haziran gecesinin ılık nefesindeyim. Gök bembeyaz bir şekilde ağlıyor, kirpiklerim de bembeyaz…
Ben de beyaz ağlamayı özledim. Tutamadım nasır tutmuş yüreğimi, uçtu gitti çocukluğumun masumiyetine.
Kaybettiğim kadar kazansam keşke, hayatı öğrensem geçmişin acı tadından kurtulup tatlıları bir bir mideme indirsem.
Günlerden yalnızlık. Hiç mi başkasına çıkmaz umutlarımın yolu, hiç mi bir başkası tarafından selam vermez umutların beyazı?
Ben hayatı fanusun içinden öğreniyorum. Görmekten kaçtığım gerçekler batıyor, ufkum genişlemekle kalmıyor, hançer gibi batıyor.
Kar yağıyor. Çocuklar koşuşturup oynuyorlar, içimdeki çocuk da sokağa çıktı karda yürüyor.
Şimdi pencereden ona bakıyorum. Bana el sallıyor. Ona yardım etmeliyim, küçücük elleriyle yerden aldığı karı, kartopu yapmakta bile zorlanıyor.
Ben de yüreğime aldığım kırgınlıkları, yalnızlıkları toplayıp kaldırmakta zorlanıyorum.
Sanırım onun yardıma ihtiyacı yok. Yardıma ihtiyacı olan benim…
Eyvah! Düştü. Bir anne şefkatiyle bağrıma basmalıyım onu, çıkmalıyım hemen ya da atmalıyım onun için kendimi pencereden… Ağlıyor, ağlıyorum.
Bu nasıl bir şey ki kendimi kendimden toplayıp, kendimden çıkaramıyorum.
Gözyaşlarım düştü kar’a… Eridi sandım, korktum. Korkularım bile değişmemişti oysaki ben hâlâ yere düşerken yardımına koşamayan o çocuktum.
Yardım et bana hayat! Aldığım kadarının fazlasını veririm sana, yeter ki kurtar beni içimin cehenneminden, bu soğukta cayır cayır yanıyorum. Kollarımı sıvadım sanki güneşe karşı duruyorum.
Ama kar hâlâ yağıyor… Genç bir kadın hızlı adımlarla yürüyor belki de imdadına yetişeceği çocukluğunun zeminini hazırlıyor. Yoksa kimse ben değil mi, benim gibi değiller mi?
Kurtarılması gereken bir tek ben miyim? Küçük bir çocuk vardı az önce, yerdeki karları alıp oynamak yerine ağacın üstüne toplanmış olan karları silkeleyip sonrasında da yürüyüp gitti.
Yaşından fazla mı olgundu, yoksa eğlence anlayışı mı farklıydı bilemedim. Eyvah!
Güneş açtı sandım, bir kez daha korktum. Nilüfer diyor ya; “Yağma kar, dur artık bak buz oldu kalbim, her şey senin elinde. Dur! Belki gelir sevgilim…”
Ben sana dur diyemiyorum kalbim buz değil, sevgilim öldü gelir diye bekleyemiyorum.
Durma kar! Durma… Yüreğim cayır cayır, zaten yanıyorum. Kendi içime hapsettiğim çocuk; çocukluğum, karda yürürken, kendi ayak izlerime bile rastlayamıyorum.
Çok değil, daha üç sene önce yağan karın bana getirdiği yepyeni umutlar vardı. Şimdi hayatın belirsizliğinde sokak lambasının talihsizliğini yaşıyorum. Elektrikler kesildi, aydınlanamıyor, aydınlatamıyorum. Kar inceden inceye yağıyor. Beni mi incitmek istemiyor?
İncinmiş kalbim daha ne kadar incinir ki? Yolunu şaşırmış zaten, nereye gideceğini, nerede duracağını bile bilemiyor. Ben, yaşımın ağırlığında bir hayat yaşıyorum.
Gençliğim de çıktı şimdi dışarı, çocukluğumla birlikte kartopu oynarlar belki.
Ama yok! Öyle olmadı… Karın üstünde duran ayak izlerini izliyor. Sanki ona ait değilmiş de, başkası yürüyormuş gibi onun yerine, zavallı gibi öylece bakıyor.
“Yürümekten korkma!” diyeceğim ama sesim kısıldı, duyamıyor. Şimdi gözlerim yaşlı, yaşlı bir teyzeye bakıyorum. Gözleri yeşil, saçları bembeyaz, ufak tefek bir teyze… Meğer o da benmişim!
Yaşlılığımmış, benmişim! Elinde bir poşet bana gelen yolda yavaş adımlarla yürüyor.
Nereye gidiyor? Bana mı, gençliğime, çocukluğuma mı?
Peki, ben hangisiyim? Kimim ben? O yaşlı teyzenin kaderini yaşayan bir genç mi?
Kendi ayak izlerini bile tanıyamayan o genç mi? Yoksa düştüğü hâlde yerinden kalkamayan o çocuk mu?
Hangisiyim ben? Kuşlar uçup duruyorlar. Minik bir kuş çam ağacında yer buldu kendisine.
Onun kadar olamıyorum! Üşüyor, evet üşüyor hissediyorum. Kar hızlandı sanki sırılsıklam oldum terliyorum. Zavallı kuş uçup gitti. Nereye gider o zavallı hâliyle, bilemiyorum.
Yaşlı ben, çocuk ben ve genç olan ben, üçümüz birden buluştuk. Ben de indim onların arasına, artık tamamlandık. Şimdi hızını arttıran şu karda, kartopu oynayabiliriz beraberce.
Elindeki poşeti bırak teyze! Tutmaya çalıştığın her ne ise, hiçbir işe yaramıyor. Bırak!
Hayatı tutmak için kendimi kovalamayı unuturken anladım. Sen de ayak izlerini tanımaya çalışma genç! Hiçbir ayak izi kalıcı değil, bütün ayak izleri birbirine karışıyor.
Hey çocuk! Bak sana bilyelerimden birini getirdim. İstemez misin?
Oyuncağın var artık, bundan eminsin. Karı çok seversin sen, haydi bakalım oynayalım.
Yoo, ağlama… Ben ağlıyorum ama sen ağlama. Ben hangi birinizi seçeceğimi bilemediğimden ağlıyorum. Otur şuraya teyze!
Sen bensin, dinlenmelisin. Sen de otur genç! Sen, ben değilsin söyle şimdi kimsin?
Çocuk, sen de meraklı gözlerle bakma. Gülümse, evet şimdi tıpkı çocukluğumda tanıştığım kişisin.
İkinizi alıyorum. Hey genç! Sana gerek yok. Sen daha kendi ayak izinden bile bihabersin.
Şimdi söyle bakalım, bana ne tür bir gelecek vaat edeceksin? Git…
Haydi, bakalım git! Kar hâlâ yağıyor. Gittiğin yoldan yolunu şaşırmadan dönersen, benimsin.
Git bakalım! Dönersen, ikisini de bırakıp yalnız seninle dolacağım. Git!
Dönersen, kaderimi sen çizeceksin. Hey genç! Gözyaşlarını sil, yoksa kendi yağmurunda üşüteceksin…
Dilâra AKSOY