8 yaşındaydım. Bir kaya parçası yüzünden ezeli rakip ebedi dost Yunanistan’la savaşın eşiğine gelmiştik. Haber bültenlerinde gün aşırı Kardak ismi zikrediliyor ve bu isim bana kışın toplanan karların dökülmesini çağrıştırıyordu. Bu ismi ne zaman duysam ”Kardök” diye bağırıyordum ve babam her defasında tebessümle Kardak diye düzeltiyordu. Doğruyu bulmak için babanızın ışığına yürümeniz yeterli olacaktır. Sizlerin evlerinde de olduğu gibi, bizim evde de her akşam, akşam yemeğine müteakip ana haber bültenleri izlenirdi. O gece bir teyze, birden fazla mikrofona ”o asker gidecek o bayrak inecek” diyordu. Akabinde bütün haber bültenlerinde art arda içinde ”seferberlik” geçen cümleler kuruluyor, bu kelimenin ne olduğunu anlamak için meraklı gözlerle babama bakıyordum. Babam, seferberliğin savaşa hazırlık hali olduğundan, eli silah tutan herkesin ve hatta kendininde bu savaşa katılabileceğinden ama korkmamam gerektiğinden bahsediyordu. Korkmuyordum. Çünkü benim babam Cüneyt Arkın’dan daha güçlüydü, vurduğunu yıkardı, aslan babamdı. Vatan sağolsundu. Mahallede kimse yoktu, Mümtaz’la penaltı çekişmeye karar verdik. Mümtaz’ın her çektiği şutu kurtarıyor, kurtardıkça babam gibi güçlü hissediyordum kendimi. Belki diyordum, bir gün ben de Cüneyt Arkın’ı dövebilirim. Mümtaz’ın son şutuydu. ”Şimdi sana güdümlü bir top mermisi göndereceğim” diye bağırdı. Ancak güdümsüz sol ayağına yanlış girdiği koordinatlar yüzünden topumuz Necmi amcanın bahçesine kaçmıştı. Mümtaz, Necmi amcanın görünürde olup olmadığını kontrol edip bahçe duvarından atladı. Ben de kaldırıma oturup dinlenmeye başladım. Penaltı sırası bendeydi ve ona penaltı nasıl çekilir öğretecektim. Dehşet bir sesle oturduğum kaldırımdan yere yuvarlandım. Aman Allah’ım Mümtaz’ın güdümlü top mermisi gerçek olmuş ve patlamıştı. Mümtaz’ı görmek için bahçe duvarının üzerine çıktığımda Mümtaz’ın güdümsüz sol ayağı duvarın dibine düşmüş, diğer parçaları da bahçeye dağılmıştı. Her yerden silah sesleri gelmeye başlamış, gökyüzünde bulutlardan çok savaş uçakları ve helikopterler görünür olmuştu. Koşarak evin önüne gelmiştim. Evin önünde üzeri açık bir tabut ve tabutun başında bir kaç üniformalı ağabey hiç kıpırdaman duruyordu. Tabuta doğru yanaştım. Babamdı. Sağ kulağının 4 cm yukarısında iki kurşun yarası, vücudunun çeşitli yerlerinde nasıl olduğunu bilmediğim kesikler ve delikler. Babamın yüzüne tekrar baktığımda ağzından kanlar geldiğini fark ettim. Sonra üniformalı ağabeylerin yanında sarıklı bir amca belirdi. Suzan teyze “abdesti bozulmuş mudur hocam” diye seslendi balkondan. Sarıklı amca ”bozulmuştur, tekrar aldıralım” dedi. Abdest neydi ? Nasıl bozulurdu ? Ama babam ölmüştü. Birden yere düştüm. Kafamı kaldırdığımda odamdaydım. Koşarak yatak odasına gittim. Babam mışıl mışıl uyuyordu. Aslan babamdı, sakın ölmesindi. Rüyada da olsa ölmesindi. Ya babamı savaşa alırlarsa ? Ben ne yapacaktım. Hatırladım, korkmayacaktım. Ya babam ölürse ? Kim bana bisiklet sürmeyi öğretecek, kim bana haber bültenlerindeki spiker ablaların ne demek istediğini anlatacak, kim anneme çiçek alacak, ben kimin elini tutacaktım. Ama vatan sağ olsundu. Hayır sağ olmasındı. Babam yaşasındı ve vatan sağ olmasındı. Kafamdaki sorularla ve babamın ölmemiş olmasının verdiği huzurla tekrar uykuya daldım. Bu gün 28 yaşındayım. Artık ana haber bültenlerindeki spiker ablaların ne demek istediğini kendim anlayabiliyordum. Bu gün Suruç’ta otuz iki defa ölmüştüm. Ertesi gün başka bir şehir de iki defa daha, sonraki günler artarak ölmeye devam ettim. İnsanlar klavyelerini AK-47 gibi kullanıyor, tatil keyfi ve intikam yeminli paylaşımlar sosyal medyada kıyasıya yarışıyordu. ”Acaba kaç çocuğun daha babası ölmüştü.? Bisiklet sürmeyi kim öğretecek o çocuklara.? Annelere kim çiçek alacak.? Kütüphaneyi, oyun parkını kim yapacak.? Kim benimle penaltı çekişecek.? ” Diye düşünürken uykuya dalmışım. Zil sesiyle uyandım. Mümtaz karşımdaydı. Her zamanki muzip gülüşüyle ”penaltı çekişelim mi ” dedi. Cevap bile vermeden ayakkabılarımı giyinip elimi Mümtaz’ın omuzuna attım ve beraber Necmi amcanın bahçesinin önüne gittik. İlk penaltı atışını Mümtaz yapacaktı. Mümtaz’a baktıkça dün gece ki rüyamı hatırlıyor ve onun güdümsüz kopmuş sol ayağı gözümün önünden hiç gitmiyordu. Mümtaz o sırada şutunu çekmişti. Topu yakalamak için hamle yaptığımda Mümtaz’ın sol ayağı yine gözümün önündeydi ve elimi hafifçe geri çektim. ”Vurdu ve gooolllll” diye bağırıyordu Mümtaz. Sonraki penaltı atışlarını da gole çevirdi. Ben yenilmiştim ama topumuz Necmi amcanın bahçesine hiç kaçmamıştı. Mümtaz’ın güdümsüz sol ayağı hala yerindeydi, çok mutluydum. Kendimi tutamadım ve sarıldım Mümtaz’a. O sırada babam kıraathaneye gitmek için evden çıkmış, bizi öyle görünce yanımıza gelmişti. Sağ kolunun altına beni, sol kolunun altına da Mümtaz’ı alarak ”balkondan izledim sizi, çok çekişmeli bir maçtı. Hadi gazoz almaya gidiyoruz”dedi. Necmi amcaların bahçenin önünden bakkala giden yol, hayatımın en kısa, en huzurlu yoluydu. En iyi arkadaşım ve aslan babam yanımdaydı.